Yıl 1998.
Şubat ayı içerisinde Merkezi ABD’nde bulunan ve; “Ortadoğu barışı için çalışan Kiliseler Birliği’nden bir heyet, Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyaret eder.
Ziyarette, Prasbyterian Kilisesi Washington ofisinden Walter Owensby, Hocaefendi’nin kabulünden duydukları memnuniyeti dile getirerek; “Dünya çapındaki faaliyetleriniz herkesin olduğu gibi bizim de fazlasıyla ilgimizi çekti… Amacımız dinden gelen mesuliyetlerimizi Ortadoğu barışı için ortaya koymaktır. Çalışmalarınızın bize yol göstereceğine inanıyoruz.”
Ardından Kiliseler Birliği Direktörü Corinne Whitlatch; “Bizim tespitlerimize göre Ortadoğu’da barışın yolu Kudüs’ten geçiyor” deyince Hocaefendi, “Kudüs’le ilgili mülahazamı Papa ile görüşmeden önce başka platformlarda da dile getirdim. Hz. Ömer Kudüs’ü aldığında, orayı herkese açık hale getirmişti. Kudüs, uzunca bir dönem serbest bölge, Hyde park gibi herkese açıktı. Kudüs’te caminin yanında kilise, kilisenin yanında havra vardı. Şimdi doğru olan eski statüsüne yeniden kavuşturulmasıdır. Bugün orada siyasi tercihlerden dolayı kavga var. ” der. Söz konusu heyet, Hocaefendi’ye, “Sizin vizyonunuzu paylaşıyor, faaliyetlerinizi gönülden destekliyor ve Kongre’ye taşımak istiyoruz” der.
O fikirler Amerikan Kongresi’ne taşındı mı bilmiyoruz.
Ancak, Gazze’deki hastane katliamının yapıldığı kanlı günün gölgesinde Tel Aviv’e giden ABD Başkanı Joe Biden, Netanyahu ile adeta masum çocukların katliamını kutlarcasına kucaklaştı.
Bu da sevgi, barış, hoşgörü, diyalog gibi konularda henüz bir arpa boyu yol alınmadığını gösteriyor.
Hatırlarsanız, 1993’te, Samuel Huntington “Medeniyetler çatışması ve dünya düzeninin yeniden kurulması” başlıklı bir makale yayımlamıştı.
Aynı makale üç yıl sonra kitaplaştı.
Mezkûr makalesinde Huntington, özetle şöyle diyordu: “İslam medeniyeti ile Ortodoks-Slav medeniyeti birbirini boğazlayacak ve bunun engellenmesi de mümkün değildir.”
Huntington bunları söylediği dönemde epeyi bir titri vardı.
Harvard Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Başkanlığı,
ABD Milli Güvenlik Kurulu Strateji Direktörlüğü,
Siyasal Bilimler Derneği Başkanlığı gibi.
Ayrıca Foreign Affairs Dergisi’nin de kurucusu ve editörüydü.
Aslında aynı görüşü ilk seslendiren ünlü tarihçi Bernard Lewis’dir.
Huntington ve Lewis, o gün itibariyle, “tespitlerini mi” yoksa “temennilerini mi” seslendiriyorlardı bilemiyoruz.
Fakat aradan otuz yıl geçmiş ve Hamas ve İsrail arasında son günlerde çıkan çatışmaya bakılırsa bunun “tespit” olmaktan ziyade “temenni” olduğunu söylemek abartı olmaz.
Huntington, bu görüşünü ileri sürdüğü yıllarda ise Hizmet Hareketi mensupları Anadolu’da ‘Abant toplantılarıyla’ hem farklı hayat görüşüne, hem farkı din mensubu insanları, ‘Diyalog ve Hoşgörü’ zemininde buluşturma programlarına ev sahipliği yapıyordu.
Beşinci ‘Abant Platformu” da farklı fikirlerden üzerinde mutabık olduğu sonuç cümlelerinden biri de; ’Küreselleşme sürecinde, İslam’ın, terörle özdeşleştirilerek dışlandığı, şayet bu bakış açısı düzeltilmezse dünya barışının tehlikeye gireceği’ konusuydu.
Hocaefendi, o dönemde dünya barışına katkı sağlamak maksadıyla önce Türkiye’de Rum Patriği Bartholomeos ile sonra da Hıristiyan dünyasının lideri Papa II. John Paul ile görüşmüştü. Bunlardan sonra da Mûsevilerin dini lideri İsrail’in Sefarad Haham-başı Eliyahu Bakshı Doron ile bir araya geldi. Hocaefendi bu görüşmede, dünya barışı ve diyalog adına dev bir adım atarak, İsrail’de de okul açabileceklerini söylemişti.
Bundan tam 23 yıl önce, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı, peygamberler şehri Şanlı Urfa’da; ‘Museviler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için diyalogda bir sembol ve birlik bağı Hz. İbrahim’ konulu sempozyuma ev sahipliği yaptı. Hocaefendi bu sempozyuma gönderdiği mesajında, “Harran’da Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerle müşterek bir okul kurulabilirse, insanlığa önemli bir model oluşturabilir” demişti.
Şimdilerde İbrahim-i Konferansların Türkiye’de yapılmasına izin verilmese de, hala Avustralya gibi dünyanın diğer ucunda devam ediyor.
O yıllarda Hocaefendi’nin de Onursal Başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı her yıl geleneksel olarak düzenlediği iftar yemeklerinden birinin adını “Evrensel Barış İftarı” koymuştu.
Bu geleneksel ‘Evrensel barış iftarına kimler katılmamıştı ki…?
Musevi Cemaati Lideri İshak Haleva,
Latin Katolik Cemaati Ruhani Lideri Luis Pelatre,
Vatikan Türkiye Temsilcisi George Marowitch,
Dünya Ehli Beyt Vakfı Başkanı Fermani Altun,
Rusya Federasyonu Müftüsü Kavil Gaynuddin…
Bugün 29 Ekim ve Cumhuriyet’in 100. yılını karşılıyoruz.
Cumhuriyet’in ‘en büyük meselesi’ Kürt problemidir.
Bu problem daha da derinleşmiş şekilde ortada duruyor.
Baksanıza, Milletini kalbi sayılan Meclis’te hem de Başkan Vekili koltuğuna oturan zat, MHP’li Celal Adan, TBMM’de gurubu olan ve üçüncü parti olan HEDEP Milletvekili Sırrı Sakık’a sınkaflı küfür edebiliyor.
Ahlakta irtifa kaybına uğrayarak, affedesiniz Pezevenk diyebiliyor.
Alev-Sünni ayrımı hakeza.
Mesela, yıllardır, Türkiye’de oluşturulmaya çalışılan ‘Alevi-Sünni’ çatışmalarına karşı, Hocaefendi’nin tavsiye ve teşvikleriyle ‘Cami-Cemevi’ projesinin temeli Ankara’da atmıştı. Sevgi harcıyla karılmak isteyen ‘Cemevi-Cami’ projesi de ne yazık ki, ‘barış ve hoşgörüye’ kin ve nefret besleyen günümüz Haramileri tarafından tarumar edildi.
Bu projenin en çok kıymetini ve değerini bilen Alevi Vakıfları Federasyonu eski Başkanı Pro. Dr. İzzettin Doğan bir basın toplantısında, ‘Cami Cem-evi’ projesi için aynen şunları söylemişti; “Sünni-Şii faktörü birileri tarafından sürekli kaşındı. Dolayısıyla bu proje, Alevilerin Sünnilerle, Sünnilerin Alevilerle ilgili peşin yargılarını yıkması adına çok önemli bir rol oynayacaktır.”
Tüm engellere rağmen, Hizmet Hareketi, Anadolu’da başlattığı bu önemli adımların bir başka versiyonunu, ‘Haus of One’ adıyla Avrupa’nın göbeğine taşıdı. Hem de Almanya’nın tarihte çok farklı bir anlamı olan, bir dönemin ‘Utanç duvarını’ bağrında barındıran, bilim ve kültür için küresel bir merkez haline gelen Berlin’de.
Üç dinin bir arada yaşayabileceğini gösteren bu proje kalpler arasında Berlin duvarı gibi oluşmuş kin ve nefret duvarını da bertaraf ediyor.
Ancak fıtratı yakmaktan ve yıkmaktan zevk alan bazıları Avrupa’da üç dinin bir arada yaşayabileceğini gösteren Haus of One isimli projeyi de, ‘Cami-Cemevi’ projesi gibi engellemeye çalışsa da Alman devleti bu projeye destek vererek sahiplendi.
Berlin’deki House of One sadece Orta Doğu için değil elbette.
Kendi ülkelerinde zulüm görün, refah yüzü göremeyen ve Batı’ya akın akın göç eden, sığınan Müslümanların Avrupa’daki jenerasyonu için de önemli.
Bu tür projeler, İsrail’in Gazze’deki vahşeti nedeniyle Avrupa’dan Avustralya’ya, Amerika’dan Afrika’ya uzanan gerilimin düşmesine katkı yapacaktır.
Unutmamak lazım ki, graniti delen güç damlada değil, onun devamlılığındadır.
Hocaefendi ve Hizmet Hareketi’nin ‘sulh adacıkları’ kurma ideali de minikte olsa sürekli bir çalışmayla dünya coğrafyasında hala devam ediyor.
Keşke insanlık adına bu çabalara daha fazla destek verilebilseydi.
Nerde?
Destek bir yana…
Söz konusu çabalar, kösteklenmese ve yapılan emekler berhava edilmeseydi, belki de bugün, hem kendi ülkemizde hem de Orta Doğu’da, akan kan seylapları ve göz yaşlarına bir nebze de olsa set olurdu.