Yazar Abdurrahman Dilipak, geçtiğimiz günlerde tam bir Leonardo da Vinci şifreleri gibi bir yazı paylaştı.
Malum Dilipak, eskilerin ifadesiyle ‘Kulağı deliklerden’ biridir.
Bu yönüyle ilişkileri açısından ikincisi pek nadir bulunur bir tiptir.
Genelde yazdığı şeyler, Siyasal islâm’ın hoşuna gidecek şeylerden ibarettir.
Fakat, bazen de -bu yazıda olduğu gibi- şifreli şeylerden bahseder.
Bu son yazısını, köşe yazılarını yazdığı, ‘Habervaktim’ internet sitesinde değil de, X/Twitter hesabından paylaşmış.
Sanırım o internet sitesi, bu yazıyı yayımlamamış olabilir.
Dilipak’ın yazısında çok dikkat çeken ifadeler var.
Ama sanırım en dikkat çeken cümlelerinden biri şu: “Eski ortaklardan 3 ya da beş kişiden biri toprağın altına girecek, diğerleri karar verecekler buna. Biri günah keçisi olacak ve toprağa gömülecek.”
Bu ifadeler aslında bir suç duyurusudur.
Fakat, her nasılsa Cumhuriyet Savcıları üstüne alınmıyor.
Halbuki aynı savcılar, 15 Temmuz bahanesiyle tutuklanarak müebbet hapis cezası verilen askeri öğrencilerden Taha Furkan Çetinkaya’nın annesi Melek Çetinkaya’nın Akit TV’ye yaptığı açıklamaları ihbar kabul edip tutuklamışlardı.
Hatırlayanlarınız olacaktır.
Dilipak, bazen uyuyan yılanı uyandıracak kimi organizasyonların içinde yer alır.
Onların öncülüğünü yapar, sonra da bir fırsatını bulur o işten sıyrılır.
Mesela; bunlardan biri, 28 Şubat’ın işaret fişeği Sincan’daki Kudüs Gecesinin organizatörü ve konuşmacısı iken, her nasılsa bir gün önce “hastalandı!” ve o gece ortadan kayboldu.
Benzeri durum, organizatörlüğünü yaptığı Mavi Marmara olayında da oldu. Son anda organizatör olmasına rağmen Gazze’ye gitmedi.
Geriye doğru gidilse daha başka örnekler de bulunabilinir. Ancak bu ikisi hala zihinlerdeki yerini koruyor.
Yaşım itibariyle onu biraz tanıyanlardan biriyim.
Kendisi bir ahtapotun kolları gibi çok bağlantıları olan ve aynı zaman da çok bilinmeyenli bir denklem gibidir.
Bu yazısında da güya okları kendi üzerine çekmemek içim hedef saptırmaya çalışmış.
Halbuki, “Global markette, birlikte oldukları politik aktörler, sermaye sahipleri ile de artık eski ortaklıkları bitmiş gözüküyor.” cümlesiyle hedefinin aslında Beştepe Sarayı’nda oturan zat olduğu açıkça belli oluyor.
Ardından, hukuki sorumluluk almamak için sanırım, ABD Başkanı Biden ve eski başkan Donald Trump arasındaki rekabetten bahsediyor.
Yazısında; “Malum patronlar kaçırdıkları, sanala döndürdükleri paralardan umutlarını kessinler. O paralar çöp oldu.” diyerek sanki iş insanlarına yönelik de uyarılarda bulunuyormuş gibi yapıyor. Fakat, benim kanaatime göre sağ gösterip sol vurma taktiği yapıyor.
Aslında bu ifadesiyle hem Beştepe’deki zata, hem eski başbakan Binali Yıldırım’a ve hem de eski içişleri bakanı Soylu’ya gönderme yapıyor. Zira, “Global markette, birlikte oldukları politik aktörler” den kasıt bu kişilerdir. Çünkü, “O para ya uyuşturucu, ya silah, ya terör, ya da kayıt dışı bir para olduğundan el konulacak ve karşılığı ödenmeyecek.” ifadesi doğrudan o ikisini ve bir de ortak gibi görünen iş adamlarını işaret ediyor.
İş insanlarına yönelik uyarıdan sonra, bu kez de sıra bürokratlara geliyor. Onların; “İlk dış seyahatlerinde paketlenebileceğini” ve bunun sebebinin de, “Dostlarıyla 5G, Starlink, Global Reset, Dijitalizm anlaşması” imzalamaları olduğunu iddia ediyor. Umarım bu yazıdan sonra bazı bürokratlar, hala aynı hatalarını sürdürmezler.
Dilipak, globalde uzun süre dolaştıktan sonra yeniden içeriye dönüyor ve; “Siyaset hiç bu kadar ayağa düşmemiş, ucuzlamamıştı. Siyasetçisi, bürokratı, iş adamı, akademisyeni, medyası, STK’sı, cemaati hepsi birden…” şeklinde uzunca bir cümle kurmuş.
Sonra da net bir ifadeyle; “Dünkü dostluklar, birliktelikler artık kimsenin umurunda değil. “Şaşkın ördek” politikası, “Mavi boncuk” politikası ile buraya kadar.” diyerek bu güne kadar fırıldak çevirenlerin sonunun geldiğini ifade ediyor.
Evet, Dilipak, gerçekten çözülmeyi bekleyen bir şifre diliyle bir yazı kaleme almış.
Yazılanlar üzerine tahmin yürütmek mümkün.
Fakat, net bir şeyler söylemek imkânsız.
Yazının tamamını İnternetten bulup okuyabilirsiniz.
Ben sadece şu cümleleri de vererek bitirmek istiyorum. O kısım da şu:
“Daha önce size Fehriye Erdal’ı yazmıştım. Mumcu cinayeti ile ilgili son açıklamaları biliyorsunuz. Ne PKK yı, ne de 15 Temmuz’u tam olarak bilmiyoruz. Mesela Susurluğu çözebildik mi ya da Muhsin Yazıcıoğlu’nu, Eşref Bitlis ya da Hablemitoğlu’nu, Hırant Dink’i, Sabancı’yı, kim niçin öldürdü ve niçin gerçekler hep gizli kaldı. 1 Mayıs’ta Taksimdeki o silahın tetiğini çeken el kimin eliydi. Aslında tetikçiyi bir kenara bırakın buna kim karar verdi. Bana vatan millet edebiyatı anlatmayın. Katil aynı katil. Birileri aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinden kendilerine iktidar ve servet üretiyor…”
Hatırlayın, savcılar, Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak gibi yazarları, 15 Temmuz öncesi dile getirdikleri bazı uyarılardan dolayı, “subliminal darbe çağrısı!” yapmakla yargılamışlardı.
Şimdi, “Birileri aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerinden kendilerine iktidar ve servet üretiyor.” ifadesi Dilipak’ın bir, “Subliminal suç! duyurusu” dur.
Fakat, Savcılar, hala görmezden geliyorlar.
İlginç ve bir o kadar da enteresan…