Henüz 45 yaşındayken, dört evladını ve çok sevdiği eşi Osman Bey’i geride bırakarak, hicret diyarında ruhunun ufkuna yürüdü.
Nilüfer Hanım, Çin uyruklu, sonradan ihtida etmiş bacımız…
İslam’ın aydınlık dünyasına sonradan taşınmış ancak Allah, Kur’an ve peygamber aşkına tez zamanda ulaştı…
Hizmet Hareketi ve camia ile yolları 2000’li yılların başında kesişti.
Müslümanlığı da eşinin vesilesiyle araştırarak kabul etmişti.
Evlenmiş ve ertesi gün, hicret için yollara koyulmuşlardı.
İlk durakları Kamboçya oldu.
Eşi de kendisi gibi öğretmen. Okul yuvaları olmuş, öğrencileri şefkatle sarıp sarmalamışlardı.
İki yıl sonra, istikamet Türkiye.
Türkçe öğrenmek üzere İstanbul’a gitmiş.
Anadolu Türkçesiyle zenginleşip, İstanbul’a veda etmişti.
O yıllarda Türkiye’de Hizmet Hareketini daha yakından izleme imkânı bulmuştu.
Eşinin işleri derken, tekrar memleketi Çin’e dönmüştü.
Eğitim hizmetlerinin kendi ülkesinde maya tutması için bir hayli didinmişti Nülifer Hanım. Nihayet, bir baca tüttürülmüş ve bir eğitim yuvasında idarecilik yapmaya başlamıştı. İslam’ın güzelliklerini, ülkesinin insanları tanısın diye de ora bura demeden, mekik dokumuş durmuştu.
Yusuf Pekmezci…
ERİMEZ, PEKMEZCİ, FİDAN VE AÇIL:
Hizmet Hareketi’nin 1990lı yıllardan sonra yurtdışına açılırken eğitim gönüllülerinin yüce canları, aksakallıları Hacı Kemal Erimez (Tacikistan), Yusuf Pekmezci (Kazakistan) Mustafa Fidan (Türkmenistan) ve Ali Açıl ise Çin’e revan olmuştu.
Hacı Kemal Erimez..
Bilindiği üzre, Hacı Ata Taciklerin, Yusuf Pekmezci Kazakların, Mustafa Fidan Türkmenlerin, Ali Açıl Abi ise; Çinlilerin aksakalı oldular. Saf, duru hizmet mayasının tutması için bu toprakların adeta maddi ve manevi serveti oldular.
Mustafa Fidan…
Hicret diyarı Kanada’da vefat eden Ali Açıl, uzun yıllar Çin’e büyük hizmetleri oldu. Dünya arenasında yeni bir neslin yetişmesi için servetlerini harcadılar. Nilüfer hanım gibi on binlerle gence kol kanat gerdiler.
O coğrafyaya serpilen tohumlar; boy boy erenlere, bacıyana dönüştü.
Kaderin cilvesine bak ki, iki binli yıllarda yolları uzak diyarlarda buluşan bu güzeller demeti, merhum Ali Açıl ile Nilüfer Erol Hanım, aynı mevsimde, bir başka uzak diyarda buluştular. Yine uzak bir yerlerde kara toprağın bağrı, gel gel, dedi onlara.
Kaderleri aynı güzellik çemberinde şekillenmiş bu iki can, lütfu da kahrı da baraberce yudumlayıp veda ettiler, cevr u cefaya… Zalimlerin zulmünden, Hakk’a yöneldiler…
Nilüfer hanım da eşi ve o çocuklarıyla, Güzel Açıl Abi’miz gibi, Kanada’ya iltica etmek durumunda kalmışlardı.
Ülkesi Çin sonrasında ara verdiği ve bir süre ayrı kaldığı eğitim çalışmalarına başlamıştı Nilüfer Hanım. Kısa sürede Kanada’ya intibak etmiş, resmi engelleri aşmış, gerekli şartları sağlayarak, okul öncesi öğretmeni olarak göreve başlamıştı.
Yeni ülkesi olan Kanada’da biraz rahat nefes alayım derken, amansız bir hastalığa yakalandı.
Amansız hastalıkla amansız mücadele ve 6 Şubat, dünya misafirliğinin bitişi.
Rahatsızlığına rağmen, yılma bilmeden internetten; Kur’an, hadis, tecvit, tefsir dersleri alıyordu.
Bir taraftan öğrendiklerini, kendi hayatına tatbik etmeye gayretindeydi; diğer yandan, etrafına ana dili Çince ve İngilizce dersler veriyor, yurt dışına yol düşürmüş, dil muhtaçlarına el uzatıyordu.
Değerlerimizi ve İslam dinini daha derinden öğrenmek ve bilgilerini derinleştirmek için online eğitim veren dört yılık bir ilahiyat fakültesine yazılma kararı vermiş, üçüncü sınıfa kadar gelmişti. Lakin, hastalığı da gittikçe ilerliyordu. Artık okuma ve sohbet etme imkânı pek kalmamıştı.
Son günlerinde yatağında sürekli zikir ve Kur’an ile meşgul olur Nilüfer Hanım.
Derken, son nefesini telkinler eşliğinde şehadet getirerek verir ve ruhunun ufkuna yürür.
HİZMET HAREKETİNİN ÂŞIĞI OLMUŞTU
Hizmet mensuplarının fedakarlığını, eğitim hizmetlerini ve hizmettekilerin yaşantısını görünce, hizmete âşık olmuş adeta. Eşine sürekli şunları söylüyormuş. ‘’Ben hizmet insanlarını erkeğiyle kadınıyla bir kalabalığın içinde ayırt edebiliyorum. Çünkü bir fabrikadan çıkmış gibi hepsi birbirine benziyor.’’ Kendisinin de bu insanlar arasında bulunmasının, kendisi için ne kadar büyük bir nimet olduğunu her daim dile getiriyormuş.
KUR’AN AŞIĞIYDA, HEDEFİ HAFIZ OLMAKTI:
Bilhassa hicret diyarında son dört yılını adeta Kur’an ve dini ilimlerine adamıştı. Kuran’ın birçok ayetini ezberliyordu. Hedefi ise hafız olmaktı. İlk dört cüzü didik didik ederek manasıyla birlikte öğrenmişti. Bir taraftan başkalarına iman hakikatlerini anlatırken, öte yandan da kendi anne ve babasını düşünüyordu. En büyük hayali ve duası, anne ve babasının da Müslüman olup, birlikte hacca gitmesiydi. Ancak bu arzusuna kavuşamadan hayata veda etti.
KARANLIKTAN AYDINLIĞA KİTABINI YAZDI:
Sonradan Müslüman olduğu için önceki hayatı hep gözünün önüne geliyor ve kendisi gibi milyonlarca insanın bulunduğunu ve onların da hakikate uyanmalarını istiyordu. Bunun için hastalığının son evresinde kendi hayat hikâyesini anlatan ‘’Karanlıktan Aydınlığa’’ isimli henüz yayınlanmayan bir kitap yazdı. Eşine; İngilizce, Çince ve Türkçe olarak yazdığı bu kitapla ilgili olarak, ‘’ İnşallah bu kitap vesilesiyle benim durumumda olanlar da iman hakikatlerine uyanırlar.’’ diye dileklerde bulunmuştu.
ÖRNEK BİR HAYAT VE İBRETLİK MÜSLÜMAN DURUŞU:
Kanada’da Çin asıllı Müslüman, Nilüfer hanımın yazdığı bir kitabı okuma fırsatı bulduğunu, kitabın her kelimesinden kendisinin ne kadar büyük imtihanlara maruz kaldığını önemli bir hatıra olarak aktararak şu ifadeleri hüzünle dile getirdi: “Kendisini sonradan Müslüman olmasına rağmen, bizim gibi Müslüman anne babadan doğanları geride bıraktı ve bize ibretlik bir Müslüman yaşantısı bıraktı, gitti”
Eşinin üzüntüsünü görünce yanına çağırıp, şöyle teselli ediyormuş. ‘’Bak canım, Allah kerih iş görmez. Ölüm kötü bir şey değildir. Bizler imanlı insanlarız. O yüzden çok üzülme. Dik dur.’’
Kur’an-ı Kerim’i her okumada gözyaşlarına boğulur ve Kur’an’ın gerçek bir şifa kaynağı olduğunu söylerdi. Helale ve harama çok dikkat eder ve çocuklarının her türlü eğitimiyle yakından ilgilenirdi. Evini bir dershaneye dönüştürmüştü. Evin hemen her köşesini ahlak ve iman ile ilgili güzel sözler, anlamlı yazılar ve etkileyici tavsiyeleriyle süslemişti. Hayırda bulunurken, gizliliğe dikkat eder, sağ elin verip sol elin görmeyeceği, bir incelikle iş görürmüş hep.
Gıybet ve dedikodudan adeta ateşten kaçar gibi uzak dururdu diyor eşi.
Böylesine yüce gönüllü, böylesine zengin yürekliymiş Nilüfer bacımız…
Ölümüyle birlikte dünyanın dört bir yanından mesajlar yağdı. Her ülkeden ve kıtadan. Faslı, Bangladeşli, Azerbaycanlı, Afganistanlı, Kanadalı… Ve Kıta ülkesi Avustralya’dan… Çok ağladı aynı kaderi paylaşan onun gibi muhacir dostları, yıllarca aynı kulvarda koşturan, ortak sofrayı paylaşan Gülümser bacısı. Hasılı dünyanın her yerinden sevenleri hayır dileklerini, dualarını ilettiler, gözyaşlarıyla niyazda bulundular.
ALİ AÇIL AĞABEYİN MEZARININ YANINA DEFNEDİLDİ
Cenaze namazı; Ottawa’nın tek minareli camisi, şehir merkezindeki Ana Camii’nden, öğle namazını müteakip kılındı. Merasimde konuşan İmam İsaMa, Nilüfer Hanım’ı hastanede eşiyle birlikte ziyaret ettiğini ve kendisinin orada ne kadar ince düşünceli olduğunu şu sözlerle anlattı. “Nilüfer Hanım biz odaya girince, bizim sessiz olmamızı zira oda diğer hastaların uyumakta olduğunu ve onları rahatsız etmememiz gerektiğini söyledi nazik bir üslupla. O çok imanlı ve nezaket sahibi bir insandı.’’
Nilüfer Nanım’ı beş yıldır tanıyan Ottawa’daki büyüklerinden Cemal Çöklü ise taziye sırasında duygularını şöyle dile getiriyordu. ‘’Ben bir kadın olsam Nilüfer Hanım’ın en yakın, can dostu arkadaşı olmak isterdim.’’
Nilüfer Hanım’ın naaşı, cenaze namazının ardından Mirac Kandili günü Ottawa Müslüman Mezarlığında Ali Açıl Ağabey’in mezarlığının yanına defnedildi.
Anadolu’nun bağrından kopan bir yiğit Ali Açıl ile Çin’den Cebr-i, lütfi kopup gelen Nilüfer Hanım. İki temiz ruh CANada’nın başşehri Ottowa’da asude bir mezarlıkta buluştular. Yan yana iki mezar ve iki pırıl pırıl Can… Ruhları şad olsun, Efendimiz’e komşu olsunlar, Amin.