Dünyadaki en kıymetli şey ne? Altın mı, petrol mü? Hava ya da su olabilir mi? Bunların hepsi yeri, benzerleri tarafından doldurulabilen, üretilebilen ya da geri kazanılabilen maddeler… İkamesi, telafisi, geri dönüşümü olmayan tek şey zaman. Bir salise öncesine bile gidemiyoruz. Kazanmak için herhangi bir çaba göstermek zorunda olmadığımızdan kıymetini hiç bilmiyoruz. Kendisine ömür biçilen hastalar ve dakika sayan idam mahkumları hariç.
Ömrümüzü bir sayaçla takip etseydik; emeğimizin karşılığı nakit değil vakit olarak ödenseydi; zamanımızdan çalmak mecaz olmasa, soyguncular günlerimizi alıp götürse ve bir kenarda boş çuval gibi cesedimizi bıraksalardı; böyle mi olurdu zamanla ilişkimiz? İzleyenler İn time filminden esinlendiğimi hemen anlamıştır.
Will Salas’ın (Justin Timberlake), annesinin ölüm sahnesi çok dramatiktir. Birkaç saniyesi daha olsa hayatını kaybetmeyecekti. ‘Daha çok fakir ölsün ki zenginler genç ve sonsuz hayatlarını sürdürebilsin’ diye yapılan zamlar yüzünden otobüsten inmese; oğluna yarım saat yemek ücreti aktarmasa; otobüstekiler ödünç zaman vermek yerine camdan dışarı bakma numarası yapmasa… Alternatifler böylece uzayıp gidiyor.
“Fakirler ölüyor lakin zenginlerin de yaşadığı söylenemez. Cesurca ve anlamı olan bir şey yapmamak, asıl ölüm bu galiba.” repliği, bana Viktor Frankl’ın şu cümlelerini hatırlattı.
“İşte ancak ölümlü olduğumuz, bir sonumuzun olduğu gerçeği, ömrümüzün, imkanlarımızın sınırlı olması; bir tek bu gerçek, hayatın anlamlı görünmesini sağlamakta; girişimlerde bulunmamızı, bir şeyler yapmaya kalkmamızı, elimize geçen fırsatları değerlendirmemizi, hayata geçirmemizi, zamanı kullanmamızı anlamlı, maksatlı kılabilmektedir. Ölüm bizi buna zorlayan etmendir. Varlığımızın bir sorumlu olma haline bürünmesine imkan veren arka plandır ölüm.”
Yüzbin yıllık ömrünü bir fakire ya da soyguncuya vermek üzere korunaklı alandan çıkan adam ne demişti: Ölmeye ihtiyacımız var, ölmeliyiz…
Bir Alman yapımı olan ‘Cennete Yakın’ filmi de benzer bir temayı farklı bakış açısıyla beyazperdeye aktarmış. Orada ise ikna edilerek ve kendi şartlarında büyük sayılabilecek meblağlar ödenerek fakirlerin hayatı satın alınıyor. Ancak DNA eşleşmesi şart ve bazı zenginlerin nadir bulunan donörlere ulaşması çok da kolay olmuyor. En başarılı satış elemanlarından biri, patronuna kaptırdığı eşinin 40 yılını kurtarmak için büyük mücadelelere atılır. Ömür söz konusu olduğunda karı-koca, anne-kız ilişkilerinin bile anlamını yitireceğini gösteren gerçekçi kareler, ürpertici biçimde izleyiciye sunuluyor.
Ölümsüzlük iksiri, her çağ ve kültürde masal ve efsanelerde sık işlenen temalardandır. Kimi zaman Lokman Hekim, kimi zaman simyacı, arayışın, buluşun ve esrarengiz yitirişin kahramanı olarak hikayeleşir. Bu kaybedişin bilinçli olmadığını kimse söyleyemez. Ölümsüzlüğün sebep olacağı kaosun göze alınamadığı muhakkak.
Ölüm, hayatın ayrılması imkansız siyam ikizi; biri olmadan diğerinin anlamı yok. Birbirlerini tamamlamak, değerli kılmak için var edilmişler. Ama bunu görünür kılan da zaman/ömür. Yani peşpeşe, bitişik yaşansalar, ayrışmasalar yine o anlam çıkmaz.
Yine Frankl’a kulak verelim: “Ölüm anlam dolu bir şekilde hayatın ayrılmaz parçasıdır, tıpkı insanın acısı, derdi gibi. Bu dünyadaki varoluşumuzun birkezliği, ömrümüzün tekrarlanamazlığı, geri getirilemezliği onun içini anlamla doldurur.”
Bir de geçmek bilmeyen zamanlar var; acı, keder, gam yüklü… Bunlar hayatın tekdüzeliğini bozan, önümüzde akıp giden film şeridini durdurup üzerine düşünmemizi sağlayan mecburi molalar… “İnsan yeteneklerinin en insana özgü olanı, acıyı başarıya dönüştürme becerisini” ortaya çıkaran itici güçler.
Zamanın farkına varmak için benim önerim saatlerin tasarımını değiştirmek. Kesin çözüm gerilim filmlerinde heyecanın zirve yaptığı anlardakine benzer bir tınlama ama her an o psikolojiyi yaşamak dayanılmaz olurdu. Kum saati bir çözüm olabilirdi onu da bitince ters çevirmek maksadın aksini gerçekleştirir; zamanı geri kazanabiliyoruz yanılgısına yol açar. Geri çevirmenin mümkün olmadığı dijital tasarımlar üzerinde çalışabiliriz belki.
Hayat zannettiğimiz şey sadece içinde bulunduğumuz anmış, zaman bize bunu öğretiyor da çabuk unutuyoruz. Geçmişi değiştiremiyor, geleceği yönetemiyoruz. 15 yıl önce ailecek oturup 10 yıl sonra nerede olabileceğimize dair tahmin ve hedeflerimizi yazmıştık. Doğal olarak hiçbirimiz tutturamadık!
Dünün acılarını, heybemize tecrübe ve psikolojik bağışıklık sistemimize direnç olarak ekledik. Bitmiş olmalarından kalan kekremsi mutluluk ve lezzet de bonusu. Keyifleri ise umut hanesine yazdık; yine yaşayabilir, benzerlerine ulaşabiliriz düşüncesi güç kaynaklarımız arasında. Elbette elimizden gitmesinin hüznü de var. Yönetebilirsek o hüzün de lezzete, nostaljiye dönüşüyor.
Çözüm olarak ‘anı yaşamak’ öneriliyor ama bence eksik; doğrusu anı anlamlı yaşamak galiba…