6 Haziran 2023’de vefat etti babam İzzet Kurucan… 9 ay olmuş. Bizim orada vefat edenin eşyaları dağıtılır. Yakınları da ona ait hatıra değeri olan bazı eşyaları paylaşır.
Biz de öyle yaptık. Küçük bir poşete bazı eşyalarını koyup gönderdiler bizim için. Bana, eşime ve 3 torununa. Boyun atkısı, yazın giydiği montu, namaz takkesi, cüzdanı. Türkiye’den bu eşyaları getiren arkadaşımız kızımın evine bıraktı eşyaları. Kızımın evi ile benim ev arası 9 dakikalık bir mesafe. Haber verdi kızım, “Dedemin beklediğimiz eşyaları geldi!” diye.
9 dakikalık o mesafeye tam 9 gün gitmedim. Daha doğrusu gidemedim! Ayağım oraya uzanmadı. Son 8 yılında onun bana en muhtaç olduğu anda yanında olamayan ben, şimdi hangi yüzle gidecektim? Her biri ile alakalı binbir hatıramın olduğu o eşyalara nasıl dokunacaktım?
Biliyordum ne yapacağımı. O eşyalara babama sarılır gibi sarılacak ve kokusunu içime çekecektim derin derin. Yatacaktım o eşyalara sarılarak. Yaptım da. Evime getirdikten sonra o eşyalara sarılarak uyudum. Ama ilk adımı bir türlü atamıyordum.
Nihayet attım. Kaçmanın manası yoktu.
Bütün cesaretimi toplayıp bir sabah gittim. Açtım o eşyaları. Kımızın tabiriyle ‘Tavşanlı’ kokuyordu buram buram. Babam kokuyordu her bir milimetre karesinde. Cüzdanını açtığımda karşımda yıllar önce çekildiğim vesikalık fotoğrafımı gördüm. Zaten ağlıyordum, işte orada koptum. 19 aylık torunum o ana kadar bir başka köşede ağlayan annesine sarılmıştı. Teskin ediyor, teselli ediyordu onu adeta. Ama benim koptuğumu görünce annesini bıraktı bana sarılmaya başladı. Şimdi de “Deden nasıl ağladı?” sorusunu sorduklarında taklidimi yapıyor.
Evet ağladım, ağladım, ağladım.
Bu hissiyatımı sizlerle paylaşırken arda arda yazdığım üç defa “ağladım” kelimesi, yıllar önce izlediğim merhum Nejat Uygur’un bir şiirini hatırlattı bana.
“Birgün gelecek, tiyatronun zilleri susacak
Işıkları sönecek
Tiyatro perdesi bir daha üstüme açılmamasına kapanacak, Üzülmeyin.
Söz veriyorum sizlere,
Bütün dertlerinizi ben götüreceğim, kahkahalar sizlerle
kalacak.” diyordu o büyük usta
Öyle oldu mu?
Evet ve hayır.
Evet, tiyatrosunun zilleri sustu, ışıkları söndü, perdesi kapandı, kahkahaları bizlere kaldı.
Hayır, dertlerimizi götürmedi, götüremedi. Götürmesi de imkansızdı zaten. Şimdi gülerek izlesek bile o eski ustayı yine dertlerimizle başbaşayız bizler.
Her neyse!
Ben “Kendi Cenazemi Gördüm” dediği o şiiri paylaşayım sizlere şimdi.
“Biliyorum bana değil kapılardan taşan bu kalabalık meşhurları görmek için
“Aa, o da burda, şu da burda!” deyip
Beni musalla taşında unutanları görüyorum
Ve duyuyorum imamın okuduğu tiradını
Ve sormasını
“Merhumu nasıl bilirdiniz?”
Bir kişinin bile benim için kötüdür diyemediğini duyuyorum
Ve hayatımda ilk defa katıla katıla gülüyorum
Çünkü, daha kırkım dolmadan unutulacağımı biliyorum.
Yaşlı bir selvi ağacının gölgesinde oturup
Yılların yorgunluğunu çıkarıyorum.
Şeytan oturmuş tam karşısında beni kolluyor
Espri yapıyorum gülmüyor.
“Acaba bir eksikliğim mi var”? diyorum
Ve sonra aklıma geliyor
Hani benim yamalı pabuçlarım, komik şapkam, makyaj takımlarım
Ararken Sadri Abi ile bir de Mavit Abla geçiyorlar
Koşuyorum ama yetişemiyorum.
Annem babam kolkola girmişler.
Anne! Baba! diyorum
Onlar da beni görmüyorlar.
Ve birdenbire aklıma geliyor
Eşime sesleniyorum
“Nejla!
Çocuklar nerde?
Torunlar nerede?
Niye gelmediler?
Niye beni yalnız bıraktınız?”
Sonra birdenbire aklıma geliyor
Vefasızlığım
Beni onca sevenlere yaptığım vefasızlığım aklıma geliyor
Haber vermeden, Allahısmarladık demeden
Buraya gelişime
Ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum.
Ve ben de her kul gibi
Günahımla sevabımla Allah’a sığınıyorum.”