Abdurrahman Dilipak’ın, “Al başına belayı!” sözünü duyduğum andan itibaren içimde yaşadığım hüznü ve duyduğum öfkeyi anlatmaya kelimeler yetmez.
Ama söz verdim kendime ve dedim ki, “Dilinde duan, elinde kaleminden başka bir şeyin yok. Hüznünü ve öfkeni dile getirmeli, hissiyatını ifade etmeli ve tarihe not düşecek şekilde düşüncelerini yazmalısın.”
Yazı günümü bekledim ve üç günden beri zihnimde kurguladığım cümleleri yazmak için bilgisayarın başına oturdum. Başlığı attım ve yazmaya başladım.1992 yılından beri köşe yazarlığı yapıyorum. Kara kalemle yazarken yazdığım yazıyı beğenmeyip kağıdı yırtıp attığım çok olmuştur. Sonra oturup yeniden yazmışımdır. Aynı şeyi daktilo ile yazarken de yaşadım kaç defa. Bilgisayara geçtikten sonra eskisine nispetle sayısı azalsa da yine benzeri manzaralar yaşamışımdır. Yazmış, silmiş, yazmış silmiş ve yazmış silmişimdir.
Ama nedendir bilmem ilk defa evet tam 32 yıldan beri köşe yazısı yazan ben zihnimde girişi, gelişme ve sonucu hazır olan bir yazıyı kaleme alamadım. Yazdım sildim, yazdım sildim ve vaz geçtim.
Halbuki cümle cümle zihnimde hazırdı. Bu sözün sahibine, onun tasmasını elinde tutanlara hitap edecek ve her bir cümleyi “Al başına belayı!” diyerek bitirecektim. Hırsızlık, yolsuzluk, kayırmacılık, kaçakçılık, rüşvet, fuhuş, iktidar hırsı, İslami değerlerin hoyratça suistimal edilmesi, mafya hükümranlığı, hapishanelerde büyüyen çocuklar, bebekler, ömürlerini dört duvar arasında geçiren mazlum ve masumlar, ülkesini terk eden beyinler ve şimdi hemen herkesin cebine dokunan hayat pahalılığı ve daha neler neler.
Hemen hepsine birer cümle ile dokunacak ve ardından “Al başına belayı!” diye cümlemi sonlandıracaktım. Yazamadım.
Beddua edecek miydim? Hayır. Beddua etmek aklımdan geçmedi ama şunu diyecektim; “Allah müstahakınızı versin.”
Müstehak, istihkak ettiğiniz, amellerinizle hak ettiğiniz Hak katındaki sonucu demek. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir asırlık siyasi tarihine baktığımda ülkemizi bu hale getiren iktidar sahibi ve ortaklarının ya da onlara yön veren iradenin dünya hayatında hesap vereceğini, hukukun adil yüzüyle tanışacağına ihtimal vermiyorum. Dolayısıyla bahsini ettiğim istihkakın hukuki düzlemde dünyada olacağını sanmıyorum. Ama Allah’tan da ümit kesmiyorum. Adil-i mutlak olan o Kahhâr u Zülcelâl’in masumların âhını yerde bırakmayacağına inanıyorum. Nasıl mı? Onu ben de bilmiyorum ama inanıyorum. Onun için “Allah müstahakınızı versin!” diyerek sonucu O’na havale ediyorum.
Yazamadığım yazının gerekçesini yazmak için bir yazı kaleme aldım. Bir ilk benim hayatımda. Olsun. Herşeyin bir ilki vardır. Bu da benim yazarlık hayatımın bir ilki olsun. Neylersin! Dertli söyleğen olurmuş! Hata etti isem affola…
Bitireyim; “Al başına belayı!” sözünün sahibine ve onunla aynı çizgide duran, aynı duygu ve düşüncede bulunanlara: “Allah müstahakınızı versin!”
Amin.