Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Hizmet Hareketi kurumlarının çatı organizasyonu olan Alliance for Shared Values’un (AFSV) direktörü Alp Aslandoğan, prestijli Amerikan dergisi Newsweek için önemli bir yazı kaleme aldı.
NATO zirvesinin başlangıç gününde yayınlanan makalede, Aslandoğan antidemokratik karnesi ile birlikte Türkiye’nin NATO’yu ve demokratik değerleri test ettiğini yazdı.
Alp Aslandoğan’ın Newsweek’te çıkan yazısının tam çevirisi şöyle:
“Washington DC’nin bu hafta ev sahipliği yaptığı 2024 NATO Zirvesi’ne, üye Türkiye geçen hafta 142 Kongre üyesi tarafından dile getirilen pek çok anti-demokratik bagajla katılacak.NATO üyesi 32 ülke arasında Türkiye, demokrasi izleme kuruluşu Freedom House tarafından “özgür değil” olarak sınıflandırılan tek ülke. Economist Intelligence Unit’in 2023 demokrasi endeksine göre Türkiye dünyada 102’nci sırada yer alıyor. Norveç 1’inci, Kanada 13’üncü ve Amerika Birleşik Devletleri 29’uncu sırada yer alıyor. Başka hiçbir NATO üyesi ülke Türkiye’nin kötü sıralamasına yaklaşamadı.
NATO, Sovyetler Birliği’nin komünist, totaliter rejimine karşı Batı demokrasilerine kolektif güvenlik sağlamak amacıyla kuruldu. Kuruluşunda ABD, Kanada ve Batı Avrupa ülkeleri “demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerine kurulu halklarının özgürlüğünü, ortak mirasını ve medeniyetini korumaya” kararlı olduklarını beyan etmişlerdi.
Bu yıl 75’inci yıldönümünü kutlayan NATO’nun artık kendi üyelerinin demokrasilerini korumak ve kollamak için bir iç çabaya ihtiyaç olduğunu kabul etmesi endişe verici. Kongre üyesi Gerry Connolly’nin de dediği gibi, NATO bünyesinde bir Demokratik Dayanıklılık Merkezi kurulması önerilmektedir: “Demokrasi dayanıklı olduğu kadar kırılgandır da. Sürekli olarak güçlendirilmeli ve içeriden ya da dışarıdan onu zayıflatmaya yönelik girişimlere karşı korunmalıdır.”
Her ne kadar NATO üyelerinin demokrasi ile ilişkileri yıllar içinde inişli çıkışlı bir seyir izlese de, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarı ele geçiren uygulamaları ve rejiminin yirmi yıllık otoriterleşme bu çabanın ardında yatan önemli bir neden olabilir.Türkiye, NATO’nun 1952’deki ilk genişlemesinden bu yana NATO müttefiki. Avrupa ile Orta Doğu arasında stratejik bir konumda yer alan Türkiye, NATO’nun en büyük ikinci ülkesi ve en büyük ikinci ordusu.Ancak bu arzu edilen özelliklerin önemli bir bedeli var: Eli iktidarın tüm erklerinde, parmağı demokrasinin gözünde ve ayağı insan haklarının ensesinde olan otokrasi eğilimli bir liderin Türk vatandaşlarına yaşattığı sürekli acı.
Erdoğan, popülizm ve milliyetçiliğe başvurmayı, yürütme gücünü genişletmeyi, gizli seçim manipülasyonunu, büyük sermaye üzerinde kontrol kurmayı, bağımsız medyayı boğmayı, yargıyı yandaşlarla doldurmayı ve olağanüstü halleri kötüye kullanmayı içeren bir “otokratın oyun kitabını” mükemmelleştirdi ve sahte seçimlerle demokratik bir görünüm sağladı.Bu davranışlar üzerinde ülke içinde bir fren olmadığı için, Erdoğan hükümetini insan hakları ve özgürlükleri korumak için imzaladığı uluslararası taahhütleri yerine getirmeye zorlamak için yaptırımlar, kınama veya diğer mekanizmalar yoluyla uluslararası topluma ihtiyaç duyuluyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM ) geçen yıl aldığı bir karar, Türkiye’nin siyasi olarak manipüle edilmiş bir yargı perdesi arkasında muhalifleri susturduğunu ifşa etti. Mahkeme, Türk vatandaşı ve eski bir öğretmen olan Yüksel Yalçınkaya’nın Türk hükümeti tarafından yargılanmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin üç temel güvencesini ihlal ettiğine karar verdi: adil yargılanma hakkı, kanunsuz ceza olmaz ilkesi ve toplanma ve örgütlenme özgürlüğü.
Yalçınkaya herhangi bir suç deliline dayanılarak değil, dinler arası diyalog ve hoşgörüyü, eğitimi ve insani yardımı teşvik eden, inançtan ilham alan bir sivil toplum hareketi olan Hizmet ile ilişkisi nedeniyle hapsedildi.Türkiye’nin Hizmet’i cezalandırması, hareketin kurucusu Fethullah Gülen’in Erdoğan’a koşulsuz bağlılık yemini etmeyi reddetmesinden kaynaklanıyor. Erdoğan 2016’daki gizemli darbe girişimini Gülen’in üzerine yıkmaya çalışmış ancak Batılı hükümetleri Gülen’in suç ortaklığı konusunda ikna edememişti. Ardından, Gülen’in Erdoğan’ın suçlamalarını kesin bir dille reddetmesine rağmen, Erdoğan Hizmet katılımcılarına zulmetmeye başladı – yüz binlercesini açığa aldı, tutukladı ya da hapse attı. Türk hükümeti binden fazla özel şirketin 11 milyar dolardan fazla değerdeki mal varlığına el koydu.
AİHM, aynı gerekçelerle 100 binden fazla mahkumiyet kararının hak ihlali olabileceğini söyledi. Doğal olarak Türkiye’nin tepkisi kötü oldu ve Adalet Bakanı, Türkiye’nin taraf olmasına rağmen mahkemenin yargı yetkisini sorguladı. Erdoğan öfkeyle bu kararı Avrupa Birliği (AB) üyeliği konusunda “bardağı taşıran son damla” olarak nitelendirdi.
Ancak değişim için bir davadan daha fazlası gerekecek ve NATO ile üyeleri bu yıl Erdoğan’a güçlü ve basit bir mesaj gönderme fırsatına sahipler: Masum vatandaşlara uydurma suçlamalarla zulmetmekten vazgeçin. Sivil toplum gruplarına karşı nefret söylemi kullanmayı bırakın. Sınırlarınız dışındaki insanları kaçırmak da dahil olmak üzere sınır ötesi baskıları durdurun. Saygın bir üye olarak devam edebilmek için NATO ittifakının demokratik ideallerine uygun davranın.
NATO ve üyeleri Erdoğan’ın geri adımlarını, siyasi manevralarını ve tehditlerini aşmalı. İsveç’in ittifaka girişini gecikmeli olarak onaylaması, Makyavelist zihniyetinin en son örneği. Rus S400 füzelerini satın alması, ittifak içindeki uyumu önemsemediğinin açık bir göstergesi.
Türkiye’nin büyük demokrasi açığını gidermek NATO için onu dışarıdan bir saldırgana karşı korumaktan daha az önemli değil. Eğer NATO Türkiye gibi ülkelerde demokrasiyi, bireysel özgürlükleri ve hukukun üstünlüğünü korumuyorsa, o zaman NATO’nun başlangıçta mücadele etmek için kurulduğu tehditten hiçbir farkı olmayan otoriter bir rejimi koruyor demektir.”