İslamcı ideolojinin kurucu fikir mimarlarından sayılan Necip Fazıl Kısakürek Diyanet İşleri Başkanlığına “Dinayet İşleri Başkanlığı” derdi.
Dinayet’in kök manası “pes, bayağı, âdî, kötü, alçak” demek. Bu demek oluyor ki Necip Fazıl’a göre Diyanet aslında pes, bayağı, âdî işlerin yapılmış olduğu bir kurum. Onun ‘Dinayet’ yerine “Denaet ve Rezalet İşleri Başkanlığı” dediği de zikredilir.
Doğru mudur bu bilgiler? Kısa bir ‘Google’ araştırması yaptım. Bir gazete kupüründe devrin Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi’nin resminin altına, “Cinayet İşleri Reisi” yazıldığını gördüm. Fakat o resmin Büyük Doğu gazetesine/dergisine ait olup olmadığı tespit edemedim. Malum Büyük Doğu gazete olarak yayın hayatına başlamış sonra haftalık dergi olarak devam etmiştir.
Bazı sosyal medya hesaplarında da benzeri paylaşımlar var ama bunların hiçbiri ilk kaynak değil. Fakat ben yıllarca Necip Fazıl’ın konferanslarını takip etmiş, Büyük Doğu gazetesini/dergisini gönüllü olarak bulunduğu şehirlerde dağıtmış birisinden de duydum bunu. Bizatihi Necip Fazıl’ın ağzından duymuş Diyanet’e Dinayet dediğini.
Katılmıyorum Diyanet’e dinayet, denaet veya rezalet denilmesine. 100 bini aşkın personeli olan bir yapının tüm fertlerini ve hizmetlerini içine alacak derecede genelleme ifade eden bu yaklaşım doğru değil. Ama idari kadro olarak, Diyanet’in politikalarına yön veren zihniyeti için aynı şeyi söyleyemem. Kuruluş gerekçesinde, “İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.” denilen kurumun yıllar boyunca toplum içinde oynamış olduğu fonksiyonların bazılarına bakarak “diyanet” bazılarına bakarak “dinayet, denaet, rezalet” demeseniz bile bu ölçüde menfi manalar içermeyen başka menfi kelimeler ve kavramlar bulabilir ve kullanabilirsiniz.
Olumsuzluk çizelgesinde yer alan faaliyetlerinin son örneğini 100 yıllık Cumhuriyet tarihinde devletin vatandaşına kurduğu en büyük tuzak olan 15 Temmuz meş’um askeri darbe kalkışmasının 8. yılı münasebetiyle camilerde okunmak üzere hazırladıkları Cuma hutbesinde gördük. 15 Temmuz mel’un askeri darbe kalkışmasının izahı adına zihinlerde biriken binlerce soruyu sorma yerine rejimin diskuruna uyarak geliştirmiş olduğu söylem bunun en büyük göstergesi.
TBMM’nin darbe araştırma raporunu neden yayınlamadığı, devrin Genelkurmay ve MİT başkanının neden meclis komisyonundaki sorgulamalara gelmediği, sabık Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in darbe esnasında MİT başkanı ile yemekte ne işinin olduğu, camilerde gece boyunca sala verilmesi emrinin daha önceki günlerde teşkilatlara gönderildiği gerçeğini sorgulamayan ve bu kadar basit soruları bile kendine soramayan bir yapıdan ne beklenir ki?
Uzmanlarının ele alacağı bu konular bir tarafa hutbede yer alan ayet ve hadislerle güya temellendirilmeye çalışılan önyargılara, zannlara, yalan, yanlış ve iftira olduğu yüzlerce görgü şahidi, mahkeme şahitlikleri, ifade tutanakları ve bazı yargı kararları ile ortaya çıkmış olmasına rağmen rejimin 15 Temmuz izahatına kesin ve mutlak bilgi muamelesi yaparak söylem geliştirilmesi ve rejimin kuyusuna şu taşıması inanılır gibi değil. Bugünkü Diyanet yönetimi gençlik yıllarında yaşadığım 12 Eylül darbe komisyonuna karşı başörtüsü konusunda net bir duruş sergileyen devrin Diyanet yönetiminin gösterdiği cesaretin ve kararlılığın onda hatta yüzde birini gösterseydi ülkede çok şeyler değişirdi.
Ne diyorlar o hutbede? Şu ayeti serlevha yapmışlar hutbeye: “Onlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Biz ancak ıslah edicileriz’ derler. Hâlbuki onlar fesatçıların ta kendileridir. Lâkin onlar anlamak istemezler.”
Soruyorum kendilerine, AKP iktidarına camilerin mihrabını, minberini, avlusunu açma ve dinin siyasi emeller suistimal edilmesine vesile olma başlı başına bir fitne, fesad mıdır yoksa din ve toplum yararına ıslah mıdır? Hiç şüphesizi ilkidir ve acı olan gerçek şu ki bu münafıkların vasfıdır. Zira serlevha yapılan bu ayet münafıkları anlatmaktadır.
Ardından şu hadisi zikretmişler: “Dini dünyaya alet ederek istismar eden insan ne kötüdür!… Arzu ve isteklerinin kendisini saptırdığı insan ne kötüdür!”
Katılmamak mümkün mü?
Magazin gazetelerine bile haber olan Diyanet İşleri Başkanının ve avanesinin arabası, malikanesi, gezileri gibi lüks ve sefahat çağrışımı yapan harcamalarını bu hadis bağlamında değerlendirmeye ne dersiniz?
Hutbenin içeriğinde dile getirilen iftira ve iddialara gelince; aynaya bakmalarını tavsiye ederim. Kurumsal manada icra etmiş ve hala ediyor oldukları fonksiyonlarını ölçü yaparak orada dile getirdikleri iddiaların ne kadar gerçekçi olduğunu eğer akıllarını yitirmemiş ve vicdanları sönmemiş ise o aynada bir resim görecekler. İnanın bana o aynada görülen resim kendilerine daha çok benzeyecek.
Şunu diyebilirsiniz bana; “Ya sen ne anlatıyorsun? Diyanet siyasi partiler kanununun 89’uncu maddesine göre öyle konumlandırılmış ki bir siyasi partinin Diyanet karşıtı söylemi o partinin kapatılmasının hukuki gerekçesidir. Ne diyor o madde? Şunu diyor: “Siyasi partiler, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirmek durumunda olan Diyanet İşleri Başkanlığının, genel idare içinde yer almasına ilişkin Anayasanın 136’ncı maddesi hükmüne aykırı amaç güdemezler.”
Pekala 136’ncı Madde ne diyor: “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”
Şimdi siz söyleyin bana, şu anki pozisyonu itibariyle Diyanet “Bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç” ediniyor mu?