AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Bu bize Allah’ın lütfu oldu” dediği 15 Temmuz’un üzerinden 8 yıl geçti. 15 Temmuz sonrası MHP ile ittifak kuran Erdoğan, rejimin oluşumunda OHAL ve KHK’lerle muhalefeti ablukaya aldı. Boşalan kadrolar yeni tarikat ve cemaatlerle doldurulurken halk giderek yoksullaştı.
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ‘Allah’ın lütfu’ olarak tanımladığı 15 Temmuz’un üstünden 8 yıl geçti. Bu tarihten sonra yaşanan süreç tam da Erdoğan’ın dediği gibi gerçekleşti. AKP-MHP eliyle kurulan rejimin en büyük adımları bu dönemde atıldı. 22 yıl önce iktidar koltuğuna oturan AKP iktidarı, ülkenin çeşitli dönemlerinde kurduğu ortaklıklarla bugünlere gelirken daha önce sık sık dillendirilen başkanlık rejiminin yolu da 15 Temmuz’dan hemen sonra açıldı. Erdoğan, 15 Temmuz’u bugünün anahtarı olarak kullandı.
ERDOĞAN MHP’Yİ CAN SİMİDİ OLARAK KULLANDI
7 Haziran 2015 sonrasında başlayan süreçte ilk defa Meclis çoğunluğunu kaybeden AKP iktidarı 15 Temmuz’un akabinde MHP’yi can simidi olarak kullandı. Erdoğan’ın ‘Allah’ın lütfu’ olarak değerlendirdiği 15 Temmuz, bugünkü rejimin taşlarını döşeyeceği ‘başkanlık sistemi’ tartışmalarını ateşledi.
MUHALEFETİ DE DİZAYN ETTİ
Erdoğan, 15 Temmuz sonrasında muhalefeti de dizayn edebileceği bir ‘milli birlik ve beraberlik’ söylemi geliştirdi. Bunun ilk örneğini de 7 Ağustos’ta İstanbul’da düzenlenen Yenikapı Miting’inde hayata geçirdi. ‘Yenikapı ruhu’ diye lanse edilen mitinge AKP, MHP ve CHP birlikte katıldı. Miting, Erdoğan’ın siyasi liderlik gösterisine dönüştü. Devletin yeniden şekillenmesi için arayış içerisinde olan Erdoğan’ın MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin siyasi yakınlaşması ise kısa zamanda “Cumhur İttifakı” adı verilecek geniş bir koalisyonun kapılarını araladı.
MUHALİF OLAN HERKES TERÖRİST OLDU
Bahçeli ile yakınlaşan Erdoğan, terör söylemlerini artırdı, rejimin kurulumu yeni güvenlik politikaları etrafında geliştirildi. Bu dönemde ilk olarak HDP’li belediyelere kayyum atandı. 4 Kasım 2016’da ise Eş Genel Başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ da dahil milletvekilleri tutuklandı.
SİSTEM USULSÜZLÜKLERLE KURULDU
Daha önce sert ifadelerle başkanlık sistemine karşı çıkan MHP Genel Başkanı Bahçeli ise değişiklik teklifini meclise getirmesi için hükümete çağrı yaptı. Böylelikle rejimin iki unsuru AKP ve MHP’nin birlikte şeklini verdiği “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” iki partinin oylarıyla Ocak 2017’de mecliste kabul edildi. Oylamalar sırasında gizli oy kullanılması gerekirken açık oy kullanılması gibi çeşitli usulsüzlükler yaşandı.
REFERANDUM OHAL’DE YAPILDI
Nisan 2017’de gerçekleşen Anayasa Referandum’u öncesi ise tam da Erdoğan’ın bahsettiği lütuf söylemi hayata geçirildi. 15 Temmuz bahanesiyle 3 aylık periyotlarla süren OHAL yönetimi hâkim kılındı. Referandum da 7 kere uzatılan OHAL süreci altında gerçekleşti. Muhalefetin bütün unsurları OHAL kıskacı altında bastırılırken, gözaltı süreleri uzatıldı. OHAL çerçevesinde grevler yasaklandı, sokağa çıkma yasakları getirildi.
MÜHÜRSÜZ OYLAR GEÇERLİ SAYILDI
Toplumun yarısı başkanlık sitemine karşı çıkarken referanduma Yüksek Seçim Kurulu tarafından mühürsüz oyların geçerli sayılması damga vurdu. Seçimlere bir buçuk sene olmasına rağmen Bahçeli’nin “3 Kasım 2019’u beklemek mümkün değildir” çağrısı üzerine 24 Haziran 2018’de yeni sistemle ilk cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri gerçekleşti. Bu seçim ile birlikte Türkiye’de parlamenter demokrasi ortadan kalkarken yürütme gücünün tek bir kişide toplandığı fiili başkanlık sistemi başladı. Tek adam rejiminin resmen başladığı bu seçimler sonrası ise Erdoğan ülkeyi KHK’lerle yönetmeye başladı.
TEK ADAM REJİMİ RESMEN BAŞLADI
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi devlet organlarını denetimsiz bir şekilde cumhurbaşkanına bağladı. Güçler ayrılığını ortadan kaldırdı. Özerk kurumları niteliksizleştirdi. Meclis hesap verdiği bir yasama organından ziyade foruma dönüştürüldü. Oluşturulan bu tek adam rejimi, kendisine muhalefet edecek herkesi susturmak, yok etmek ve baskı altına almak hamlelerini başlattı.
130 BİN KAMU GÖREVLİSİ İHRAÇ EDİLDİ
15 Temmuz’un hemen ardından ilan edilen OHAL boyunca 35 KHK yayımlandı. 130 bin kişi kamudaki görevinden ihraç edilirken, on binlerce kişi görevlerinden uzaklaştırıldı. Bugüne kadar yayımlanan KHK’ler ile 70 gazete, 30 yayınevi, 25 radyo, 20 dergi, 18 televizyon kanalı kapatıldı. OHAL boyunca en çok tartışılan noktalardan biri de iade ve itiraz tartışmasıydı. Mağduriyetlerin yaşanması sonucunda aynı zamanda yargı yolunun da kapalı olması çokça eleştirildi.
4 BİN 560 HAKİM SAVCININ GÖREVİNE SON VERİLDİ
Bu yüzden OHAL Komisyonu kuruldu ve itirazların AYM ve AİHM’e gitmesinin önüne set çekilmiş oldu. OHAL Komisyonu’na 2 yıl boyunca 105 bin 151 itiraz gerçekleşirken görevine iade edilenlerin sayısı sadece 3 bin 752’de kaldı. Bu iki senelik süre boyunca yargı mensuplarının neredeyse dörtte biri ihraç edildi. İhraç edilen hâkim-savcı sayısı 4 bin 560’a ulaştı.İki yıllık süreç içerisinde 5 bin 705 akademisyen ihraç edilirken “Bu suça ortak olmayacağız” imza kampanyasına katılan 400’ün üzerinde barış akademisyeni de ihraç edilenler arasında yer aldı.
YARGI ORTAKLAR ARASINDA BÖLÜŞÜLDÜ
Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) açıklamasına göre 15 Temmuz’dan önce yaklaşık 16 bin olan hâkim ve savcı sayısı 2018 sonunda 20 bine yaklaştı. Bu da mevcut hâkim ve savcıların yaklaşık 8 bininin 15 Temmuz sonrasında atandığı anlamına gelirken AYM dâhil yüksek yargının büyük çoğunluğunun atanmasında da Erdoğan, belirleyici rol oynadı. Erdoğan, yargı ve emniyet içerisinde yeni ortağı olan MHP’ye bu dönemde kadrolar açmaya başladı. Yargı ve emniyet yeni rejimin yeni ortakları arasında bölüşüldü.
BASIN İKTİDARIN BORAZANI HALİNE GELDİ
Tek adam rejiminin kurulumu inşa edilirken ülkede basın ve medyaya da ayrı ayrı operasyonlar çekildi. Ülkede basın özgürlüğü iyice daralırken yazılı ve görsel medyanın çok büyük bir bölümü iktidarın doğrudan kontrolü altına girdi. Muhalif medya ve yayın organları ablukaya alındı, gazetecilere yönelik gözaltı ve tutuklamalar artırıldı. Darbe girişiminden sonra medya sahipliğinde yaşanan değişiklikler ile iktidarın kontrolü en üst noktaya ulaştı. Yine OHAL ve KHK’ler ile 200’den fazla medya kuruluşu kapatıldı.
KADROLAR YENİ CEMAATLERLE DOLDURULDU
15 Temmuz sonrası yaşanan tasfiyelerin ardından kamuda boşalan kadrolar yeni cemaat ve dini örgütlenmelerle dolduruldu. Gözle görülür en büyük pay Menzil Cemaatine ayrıldı. Askeriyeden emniyete, yargıya kadar devlet içerisinde tarikat üyeleri görevlendirildi. Ticari ilişkiler ağına da sahip olan cemaatin radyo televizyon kanalları, özel hastaneleri ve ülke genelinde 150’den fazla yurdu bulunuyor.
15 Temmuz’un ardından pastadan en büyük pay alan diğer bir cemaat ise İsmailağa Cemaati. Başta Marmara Bölgesi olmak üzere ülke genelinde kaçak kurslarıyla gündemden düşmeyen tarikatın ‘Medrese’ adını verdiği bu kurslarda sadece İstanbul’da 10 bin çocuğun ‘eğitim’ gördüğü biliniyor. Ülke genelinde çok sayıda öğrenci yurduna da sahip olan tarikat, devletten aldığı ihalelerle sıkça gündeme geliyor.
TÜGVA İKTİDARIN GÖZBEBEĞİ OLDU
Darbe girişimi ardından cemaatlerin yanı sıra ülke genelinde Hizmet Hareketi’ne ait okullar ve kurslar kapatılırken, AKP eğitimi vakıflar eliyle yürütmeye devam etti. Milli Eğitim Bakanlığı, Karaman’daki yurdunda çocuklara yönelik yaşanan cinsel istismar olaylarıyla tepki çeken Ensar Vakfı’yla imzaladığı protokollerle eğitimde büyük alan açtı. Ensar, ortaokul ve liselerin yanı sıra üniversiteye giriş kursundan Kur’an kursuna kadar istediği her alanda eğitim verebiliyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yönetiminde olduğu TÜGVA da 15 Temmuz’un ardından iktidarın gözbebeği oldu. Hizmet Hareketi’ne ait yurtların birçoğunu herhangi bir bedel ödemeksizin bünyesine kattı.
REJİM KOCA BİR YOKSULLUK MEYDANA GETİRDİ
Erdoğan rejimi 15 Temmuz sonrasında ekonomik ilişkiler ağında da kendine yeni bir sistem var etti. Ahbap-çavuş kapitalizmi olarak da adlandırılan sistemde iş çevrelerinin zenginliğinin kaynağını büyük oranda devletin kendisi oluşturmaya başladı. Sermaye ve güç dengesi, devletten alınan ihaleler ve teşvikler aracılığı ile gerçekleşmeye başladı. Erdoğan’ın yeni rejimi tüm bu ilişki ağlarını başka bir boyuta taşıdı. Devlet kaynaklarını yöneten birimleri Varlık Fonu ya da farklı iştirakler marifeti ile sistemin bir parçası haline soktu. Rejim kamu kaynaklarını kendi iş ortaklarına ihale edip, buradan ürettiği kaynağın bir kısmını da kendi sosyal tabanına ucuz kredilerle ya da lütuf olarak dağıtan bir sistem oluşturdu. Devletin olanca kaynakları yandaşlara, iktidar çevrelerine, tarikat cemaat gibi ortaklara aktarılırken ülkede yoksulluk daha fazla arttı. Derinleşen ekonomik kriz içerisinde halkın payına ise daha fazla vergi, açlık ve sefalet ücretleri, hak kayıpları, güvencesizlik ve geleceksizlik düştü.BOLD –