İnsanlar geride hikâyeler bırakıyorlar.
Geride bir hikaye bırakmak için bizden önce gelip buraları yurt edinen arkadaşlarımız mütevazı bir binayı kültür merkezi olarak kiralamışlar.
Toplantılar, sohbetler, hafta sonu kursları, Kuran dersleri, bu mütevazı binada yapılıyor. Cuma ve teravih namazları hep bu mütevazı binada kılınıyor.
Bu kültür merkezine giden yol Hacı Kemal Ağabey’in beldesiyle aynı adı taşıyan Belevi kasabasından geçiyor.
Bu sevimli belde bu mevsim çok güzel oluyor.
Yolların iki yanlarında sıralanmış badem ağaçları, sevgililerine gitmek için süslenmiş gelinler gibi çiçekli dallarından dökülen bahar gülücükleri ile gelip geçenleri selamlıyor.
Hacı Kemal Ağabey, liseden sonra Selçuk Belevi’deki çiftliklerinin başına geçiyor.
Kısa sürede temizliği, şık giyimi ve sosyal aktiviteleri ile dikkat çekiyor. Portakal, incir ve zeytin bahçelerinin verimini artırmak için projeler hazırlıyor.
Adnan Menderes baba dostudur. Çiftliğe sık sık uğramaktadır. Köşkü andıran tek katlı bahçeli ev, Menderes’ten sonra Demirel’in ve sonraki yıllarda da Özal’ın Ege Bölgesi Temsilciliği gibi çalışıyor. Misafirlerin biri geliyor, biri gidiyor.
Bu tecrübe onda ülke meselelerine dair bilinci daha da artırıyor.
Hep bir arayış içinde oluyor.
İzmir’de bulunduğu bir gün kulağına genç bir vaizin bahar şırıltılarını andıran sesi geliyor.
“İşte şimdi yıllar yılı aradığımı buldum.” diyor.
O genç vaiz Fethullah Gülen’dir.
Bir daha Hocaefendi’nin yanından hiç ayrılmıyor.
İslami uyanış için İstanbul çok önemlidir. İstanbul’un varlıklı iş adamlarını kapı kapı dolaşıyor. Önce İstanbul’da bir düğün salonu yurda dönüştürülüyor. Sonra Hizmet Hareketi’nin ilk okulu Fatih Koleji onun gayretleriyle açılıyor. Sonra büyük Üstad’ın hayalini gerçekleştirmek için şarka yöneliyor. Serhat Koleji açılıyor. Ardından bir başka serhat şehri Edirne ve peygamberler şehri Urfa’da kolejler hayata geçiyor.
Demirperde’nin çatırtıları bütün dünyadan duyulduğu günlerde Ali Kervancı’nın Çamlıca’daki evinde Hocaefendi, Sadettin Başer Ağabey’e şu tarihi soruyu soruyor;
“Biz Asya’da okul açabilir miyiz?”
Bu nasıl bir din adamı ki daha Sovyetler Birliği dağılmadan olacakları seziyor hayret verici bir zamanlama ile orta Asya’yı işaret ediyor.
Bu sözler bir cemre gibi düşüyor orta Asya’nın bereketli topraklarına.
1991 kışı…
İstanbul’dan Bakü’ye giden uçak ‘okul adam’ Hacı Kemal Ağabey’i ve Sadettin Bey’i de alarak havalanıyor.
Bu, ilklerin efendisi olan Hacı Kemal Ağabey’in ilk Orta Asya seyahatidir. Yüksek derecede şeker ve tansiyonla birlikte kalbinden de ciddi rahatsızdır.
Evet, bir rüya hakikat oluyordu. Bir rüya bir hakikat olacaktı…
Kardeşlerimizle kucaklaşacaktık. Okullar açılacak, karanlık bozkırlara yıldız yağmurları yağacaktı.
Bakü’de günler geçiyor Milli Eğitim Bakanı bir türlü randevu vermiyor.
“Bahtiyar Vahapzade bu işi çözebilir. Bakan onun talebesi.” diyorlar.
Bir Hazar akşamında efsanevi şairin evine doğru giderlerken yolun tam ortasında Hacı Kemal Ağabey’in bir anda beti benzi sararıyor.
Ne yürüyebiliyor ne konuşabiliyor.
Sadece elini zorla ağız hizasına götürmesinden dilinin altına izordil koyulmasını istediği anlaşılıyor.
Yoldan gelip geçenler acıyarak onlara bakıyor.
Biraz sonra Hacı Kemal Ağabey kendine gelir gibi oluyor.
“Haydi evladım hemen gidelim!”
“Ağabey n’olur kendinize biraz acıyın. Bakın haliniz hiç de iyi değil. Otele dönelim. Biraz istirahat edin. Randevuyu tehir edelim.”
“Bak oğlum! Ben Allah’ın bana ihsan ettiği bu fırsatı bir kere elime geçirdim. Bu, benim bitmek tükenmek bilmeyen hayalimdi. Yarın Yüce Mevla ‘Neden eline geçen imkanları hakkıyla değerlendirmedin?’ diye hesaba çekerse sen benim yerime hesap verebilecek misin?”
Bahtiyar Vahapzade’nin evi yedinci kattadır. Asansör de bozuktur.
Hacı Kemal Ağabey merdivenleri ikişer ikişer çıkıyor.
Büyük şairin girişimleri de bir sonuç vermiyor.
İkinci durak, hayallerin şehri Taşkent’tir.
Tam bir hafta sonra Milli Eğitim Bakanı’ndan randevu alabiliyorlar.
Özbek bakana Orta Asya’nın bütün ülkelerinde okul açmak istediklerini söylüyorlar.
Bakan bey çok heyecanlanıyor.
Kırgız meslektaşını arayarak onlara randevu bile alıyor.
Bakü’de bozulan moraller bir hayli düzeliyor.
Volga marka eski bir otomobille yola çıktıklarında önlerinde bin kilometrelik bir yol olduğunu biliyorlardı ama artık mesafelerin önemi yoktur. Kış bütünüyle teslim almıştır bozkırı. Uçsuz- bucaksız bozkırın ortasında eski model Volga marka kalorifersiz bir arabanın içinde bazen üşüyor bazen terliyorlar. Uçsuz-bucaksız bozkırlar bomboştur. Sanki gök kubbenin altında onlardan başka hiç kimse yoktur. Saatlerce yol gidiyorlar hiçbir canlıya rastlamıyorlar.
Gündüzleri suskun dursa da geceleri coşuyor bozkır.
Gün ağarıncaya dek atını amansızca ve hoyratça koşturan rüzgâr, muttasıl türküler söylüyor.
Yerde yorgun yılkılar, gökte yıldızlar sabaha değin o türkülerle coşuyor.
Tam da torun sevecek yaşta olan yetmişindeki Hacı Kemal Ağabey yeleleri ağarmış bir aslan gibi bembeyaz saçlarını bozkır rüzgarlarında savurmaktadır.
Uzun ve çok yorucu bir yolculuktan sonra Bişkek’e varıyorlar.
Kırgız Milli Eğitim Bakanı Çınara Hanım çok samimi ve sıcak karşılıyor.
Bakan Hanım’ın, “Altı milyonduk. Şimdi sizlerle altmış altı milyon olduk.” sözü yeni bir dönemin kapısını aralıyor.
Bakan Hanım, Tacikistan Milli Eğitim Bakanı’nı arayarak onlara randevu bile alıyor.
Sanki bin cemre görse dirilmeyecek gibi görünen bozkırlar silkiniyor, esniyor, geriniyor, bahara uyanıyor.
Duşanbe’de Özbek asıllı Milli Eğitim Bakanı Raşidov’la görüşüyorlar.
Bakan, Milli Eğitim Müdürü’nü onların yanına vererek Özbeklerin çoğunlukta olduğu Tursunzade şehrine okul binası bakmaya gönderiyor.
Önceden de okul olan binayı beğeniyorlar.
Bakanlıkla iyi niyet anlaşması imzalayarak büyük bir mutlulukla Duşanbe’den ayrılıyorlar.
Ülkeler birbirine sesleniyor, açılmaz denilen asırlık kapılar bir bir açılıyor.
Bindikleri uçağın tekerleri Türkmenistan’ın bereketli topraklarına dokunur-dokunmaz hostes isimlerini anons ediyor.
Bu anons onların bakanlık tarafından karşılanıyor olduğunun işaretidir.
Apronda siyah bir resmi Volga arabanın kendilerini beklediğini görüyorlar.
Bakan Rusya’da olduğu için Bakan Yardımcısı Beycanov kalabalık bir heyetle onları karşılıyor.
Bakan Yardımcısı Beycanov, “Bir kızıl bayrak gitti, yeni bir kızıl bayrak lazım değil.”diyor.
Ortalık bir anda buz kesiyor.
Seyahatin son durağı tıpkı ilk durağı gibi talihsizdir.
Kemal Ağabey birden duygulanıyor ve ağlamaya başlıyor. Hem ağlıyor hem konuşuyor…
“Bakan Bey! Biz Türk milleti olarak tam yetmiş senedir aramızdaki şu Demirperde’nin kalkmasını bekledik. Aynı kanı taşıyan, aynı dine inanan, aynı soydan geldiğimiz kardeşlerimizle kucaklaşalım, hasret giderelim istedik. Belki yapabileceğimiz bir şeyler olur düşüncesiyle vefa borcumuzu yerine getirmek için Türkiye’den sizin yanınıza geldik. Kusura bakmayın ama niçin öyle söylüyorsunuz. Siz bizi yanlış anlıyorsunuz!”
Kemal Ağabey kendinden geçiyor. Millet meclisinde konuşan bir hatip gibi coşuyor.
Gözlerinden süzülen yaşlar sakallarını arasından ceketinin yakasını ıslatıyor.
Bu ateşin sözlere rağmen bakanın tavrında bir değişiklik olmuyor.
İçinde ramazan ayını da barındıran bu yolculuk tam üç ay sürüyor.
Üç ay boyunca bir bahar rüzgârı gibi koşturuyorlar Asya’nın ay ışığı vurmuş bozkırlarında. Çoğu insan, beyaz sakallı ihtiyarın niçin karda kışta Orta Asya steplerinde canhıraş koşturduğunu belki anlamıyor ama o ne yaptığını biliyor.
Okullarla ilgili yaptıkları iyi niyet anlaşmalarını Hocaefendi’nin önüne koyuyorlar.
“Siz benim hayallerimi gerçekleştirdiniz.” diyor Hocaefendi.
Önce masalar, sıralar, tahtalar yola çıkıyor, sonra Önden Giden Atlılar. Yeni bir Asya hikâyesi başlıyor.
Bizden önce gelip buraları yurt edinen arkadaşlarımız mütevazı bir binayı kültür merkezi yapmışlar.
Toplantılar, sohbetler, hafta sonu kursları, Kuran dersleri, bu mütevazı binada yapılıyor. Kültür merkezine giden yol Hacı Kemal Ağabey’in kasabasıyla aynı adı taşıyan Belevi’den geçiyor.
Bu sevimli belde bu mevsim çok güzel oluyor.
Ne zaman bu şirin beldeden geçsem efsanevi kahraman Hacı Kemal Ağabey karşıma çıkıverecek gibi geliyor.
Geçen gün bir savaş bölgesinde görev yapan bir Kırgız genç, “Biz Hacı Kemal’in hikayeleri ile büyüdük. Bu yoldan dönmeyiz.” deyince tatlı bir yaz akşamında uzun uzun bu efsanevi insanı konuşuyoruz.
İnsanlar geride hikâyeler bırakıyorlar.
Ve bıraktıkları hikâyelerle ölümsüzleşiyorlar.