Vefa dost iklimimde yeşeren güllerdendi, biliyorum ama gelemiyorum işte cenazene.
Tıpkı son yolculuğunda canım anneme de vazifemi yapamadığım gibi…
Hiç olmazsa bir şeyler karalayayım dedim hızlıca, doğru mu yanlış mı pek düşünmeden…
Sene 1991, aylardan Eylül diye hatırlıyorum.
Vardım Ankara’ya üniversite okumak için.
Yavuz sokakta, dört dörtlük denebilecek güzellikte bir eve yerleştim Sincan’da.
Altın kaynak Anadolu’dan gelen, bir avuç sevdalı, akranım sayılan gençler ile tanıştım orada.
Konyalısı, Vanlısı, Adanalısı, Urfalısı, Iğdırlısı, Karslısı, Denizlilisi…
Göçtüler şimdi bazıları ötelere, önden giden atlılar misali.
Rahmetli Şuayb ve arkadaşları ile tanışmam ise şöyle oldu: Adanalı arkadaşım (o şimdi göçen güvercinlerden biri), seninle konuşmak istediğim bir konu var, dedi. Buyurun abi, dedim.
Ben, bir grup delikanlıya özel ders veriyorum cumartesi günleri, ama hepsine yetişemiyorum, sen de omuz verir misin bu konuda bana, dedi.
Ben de, matematik dersini anlatabilirim deyince, rica etsem sen fizik dersini versen, zira ben eşit ağırlıktan hazırlandım, ancak matematik verebilirim dedi. Elbette kabul ettim, iyi ki de evet demişim o gün. Kimya dersini ise Urfalı dostum ile çözdü diye hatırlıyorum.
Zeki ve çalışkan bir öğrenciydi rahmetli Şuayb.
Can Sincan’ın şirin ve güler yüzlü delikanlılarından biriydi.
O, namazın sünnetini zamanında kılar ve bizim tamamlamamızı beklerdi.
Çilekeş ve kendisinden çok şey öğrendiğim Konyalı abim, göz ucuyla, kaşlarını yere indirerek hafifçe aşağıya doğru kırpardı.
Tetikte heyecanlı bekleyen Şuayb ise bu sessiz mesajı hemen kapardı. Çünkü bunun anlamı, müezzin sensin demekti.
O vakitlerde, adeta mescide dönen evimizin Bilali olurdu Şuayb.
Büyük ve küçük tesbihatı ezbere bilirdi. Dedim ya, zeki bir gençti.
Omuz omuza yaslanır ve başlardık, Ya Cemil Ya Allah, Ya Garip Ya Allah demeye…
Hey gidi günler hey…
Lise okuduğu yıllarında, bir gün beni ziyarete gelmişti.
Çok sevdiği bir dostu vesilesiyle, küçük ama zeki bir çocuktan bahsetti.
Okuması için destek olalım, ufkunu parlak görüyorum, pırlanta gibi, elimizden geleni yapalım abi dedi ve ben de kabul ettim.
O çocuk şimdi elbette büyüdü, Uşak’ta edebiyat okudu, Almanya’ya önden gitti sürgüne, yarın muhtemelen üzerine toprak atanlardan olacak.
Hey gidi günler, pek sevdiği/sevdiğim Gökhan hey!
Rizeli fizik okuyan bir arkadaşım ile de tanıştırmıştım, onu çok severdi.
Şu kadere bakın ki, onunla da, yılar sonra Almanya’da buluşacaklarken, vuslatları ötelere kaldı.
Hey gidi günler!
Çok vefalı bir gençti Şuayb.
Yeni evlenmiştim, yıl 1998.
Ta üniversite okuduğu şehirden, bir grup ortak tanıdık gençlerle, kalkıp geldiler hayırlı olsun demeye, Çankırı’ya.
Neler neler yâd etmiştik.
Sonradan, muhtemel bir kadir gecesinde kalb krizinden vefat eden, Güdüllü Levent ve arkadaşlarıyla birlikte çıkageldiler…
Hey gidi günler hey!
Yunanistan’a çıktığında, ancak telefonla olduğu kadarcık, hasret giderdik amma…
İnanın, hiçbir konuşmada, medyaya yansıyan odunun parası konusunu, bir kere bile anmadı ve ben o yiğidin Şuayb olduğunu vefat edince öğrendim.
İhlasınla da bize örnek oldun göçerken canım kardeşim!
Daha yazarım yazmasına da…
Yazması gereken en son kişi benim aslında.
Nice, onu daha yakından bilen, tanıyan abilerim var, hepsinin ellerinden saygıyla öpüyorum ve onlara havale ediyorum…
Önce hakikatte Allah’a, bu vesileyle bizlere emanet olan, muhterem eşlerine, çocuklarına, anne ve babasına, bütün sevenlerine sabrı cemil diliyorum.
Mekânın Firdevs makamı olsun.
Ruhun şad olsun Şuayb kardeşim…
Selim abin