Siz başlıkta tercih ettiğim iki unsura (sakal-çarşaf) başka şeyler de ilave edebilirsiniz. “Lafla, söylemle, konuşma ile Müslümanlık olmaz. Bırak davranışların senin Müslüman olduğunu söylesin.” diyebilirsiniz mesela. Benim yazı ve konuşmalarımda sık sık tekrar ettiğim meşhur klişe ile, “Ebu Bekir gibi konuşup, Ebu Cehil gibi davrananlara” göndermede bulunmuş olursunuz böylece. Malum bu deyimin bir başka versiyonu da “Hz. Musa gibi konuşup, Firavun gibi davranma” şeklindedir.
Günümüz dünyasındaki Müslümanların bu deyimlerle ne kastedildiğini, kimlere göndermede bulunulduğunu anlamaları için derin düşüncelere dalmasına gerek yok. Yakın ve uzak çevrelerine bakmaları yeter. Kendimi de istisna etmeden daha açık yazayım; uzağa gitmelerine gerek yok, aynaya bakmaları yeter!
Bu açıdan bakıldığında ne kadar şanslıyız! Bu deyimlerin örnekleri içimizde, etrafımızda. Ama Müslümanlık açısından bakıldığında ne kadar üzücü. İslam gibi evrensel bir din işte böylesine bizler gibi kifayetsiz, samimiyetsiz insanlarla temsil ediliyor. Böyle olunca da işte Müslümanların hali pür melâli!
Nereden çıktı böyle bir konu?
Bu ay içinde “Gerçekçi Dini Konuşmaları için; Çağrı” ve “Camiler Mahkeme Salonu Olsaydı” başlıkları ile iki yazım yayınlandı. Tanıştığım bazı okuyuculardan yazılı mesajlar olarak geri bildirimler aldım. Aldığım o bildirimlerde geçen bazı cümleler ve bir tanesinin açık teklifi bu yazıyı kaleme almama neden oldu.
Şöyle başlayayım; Ankara İlahiyat yıllarından Muhammed Ebu Zehra’nın fıkıh usulü ile alakalı kitabını okuyoruz fıkıh dersinde. Ders hocamız Abdulkadir Şener. Hocamız aynı zamanda bu kitabı Türkçe’ye kazandıran mütercim. Zaten Arapçamızın ve usul bilgimizin yetmediği yerlerde bu tercüme imdadımıza koşuyor. Kitapta Ebu Zehra, ‘Sakal sünnet midir?’ sorusuna odaklanmıyor ama o dönemde ve o coğrafyada var olan giyim kuşam şekillerinin sünnet kapsamı içinde mütala edilemeyeceğini söylüyor.
Açıkça itiraf edeyim zaman zaman almış olduğumuz dini bilgilere aykırı görüşler ileri süren hocalarımıza karşı önyargılıyım. Sadece ben değil, sınıftaki bir çok arkadaşım öyle. O sebepten olsa gerek gerek Ebu Zehra’nın yazdıkları gerekse hocamızın bu görüşü destekleyen açıklamalarını, kendilerine göre yaptıkları dini temellendirmeleri kulağımın arkasına atarak dinledim.
Aradan yıllar geçti. Yıllar dediysem lafın gelişi. Tam 3 yıl geçti. Fakülteden mezun olduk. Hocaefendi’nin yanına bir grup ilahiyat talebesi ile birlikte İslami ilimlerdeki bilgilerimizi artırmak ve derinleştirmek için gittik. Fıkıh dersindeyiz. Furuu fıkıh okuyoruz Mergina’nın Hidayesi’nden. İbni Humam’ın Fethu’l kadir şerhini takip ediyor Hocaefendi. Zaman zaman usulle alakalı değerlendirmelere giriyor okuduğumuz konular üzerinden.
Ebu Cehil de sakallıydı!
Birgün hiç unutmuyorum, Muhammed Ebu Zehra’nın usül kitabından ezbere bir alıntıda bulundu. Ezbere alıntı derken kelimesi kelimesine tekrar değil, “Ebu Zehra da usulünde bunun böyle olduğunu söyler.” dedi. Ben kulak kabarttım Ebu Zehra adını duyunca. Çünkü 3 yıl önce o kitabı ders kitabı olarak okumuştuk hem de mütercimi Abdulkadir Şener’den.
Örnek verdiği konu neydi biliyor musunuz?
Sakal bırakma. ‘Bu kadar olur!’ denir ya Türkçemizde. Gerçekten bu kadar olurdu! Yıllar önce kulağımızın arkasına atarak dinlediğim bu konuyu şimdi kulağımı açarak dinliyordum. Ve işin garibi Hocaefendi de aynen bu bilgileri tekrar ediyor ve ardından, “Bakın Bedir savaşı meydanına. Efendimiz (sas) dahil Müslümanların safında yer alan herkes, Ebu Cehil dahil müşrikler cephesindeki herkes sakallıydı.” dedi.
Sonra kılık-kıyafetin, giyim-kuşamın örf ve adetle, coğrafya ve iklimle irtibatı adına yorumlarda bulundu.
Yanlış anlaşılmalara meydan vermemesi ve “Sakal sünnet değildir!” şeklinde çıkarımlara kapı açmaması için Hocaefendi’nin yorumlarının sonuna şunu da ilave ettiğini belirteyim: “Adetin ibadet olması.”
Bediüzzaman’ın yaklaşımlarında gördüğümüz bu anlayış o adeti yerine getirmenin Efendimiz’i (sas) hatıra getireceği ve bunun da insana kimlik kazandıran ya da kimliğinin parçasını teşkil eden faktör olmasının ötesinde davranışlarını kontrole yarayacak bir fonksiyon icra etmesinin üzerinde durdu.
Bir hatıra ile başladım konuya. Devam edeceğim.