Fehmi Acat-
Sonsuzluğa giden yolda, sonlarla dolu bir hayattı bizimkisi. Köklerimizden koparılıp atıldığımız soğuk duvarların ardından sıcacık bir serada ısınacak yer aradık hepimiz..
Solmuş yapraklarımızın, pörsümüş dallarımızın yeniden meyve vermesi için iradesi güçlü, güler yüzlü, hamiyet perver gönülsüz insanların seralarında dinlenmemiz gerekiyordu. Ahmet’im öyleydi. Aradığımız, kavuşmayı arzuladığımız kişiydi..
Vaktimi üçe böldüm 8 saati iş, 8 saat hizmet, 8 saat ev diyordu. Sürekli ve sınırsızca sunduğu gülümsemesiyle, gelen boynu bükük arkadaşlarını karşılıyordu . O içten gülümsemesi ile “hoş geldiniz” der demez yüreklerde onun için bir taht kuruluyordu..
Tayfunun koptuğu, elinin ucuyla tutuyor görünenlerin terk ettiği dönemde “ben varım” demiş, varlığının hepsini ortaya koyup hakkını vermişti. Bayrağı devralmıştı. Derneğin hem başkanı, hem sekreteri, hem proje görevlisi, hem temizlik görevlisi, hem muhasebecisi olmuştu.
Ekip oluşana, yardımcılar yetişenece her işi yapmış, geleceklere zemin hazırlamıştı.
Çerkes idi.
Yüz elli yıl önce ataları Kafkaslardan Anadoluya sürülmüş, O orada da yer bulamayarak İsviçre’ye yerleşmişti. Yolculuğu öyle zorlu idi ki çıktığı yere bir daha dönemiyordu.
Dedelerinin kabrine gidemediği gibi, 8 yıldır Türkiye’ye gidememiş, babasının kabrini ziyaret edememişti..
Evsiz, yurtsuz kalmışlara ilgisi belki bu yüzden idi. “Cenevre’de ev bulmak çok zor, ensar abilerden bir kısmı ev tutsalar ve arkadaşlara kiraya verseler” diye teklif edildi
Kimler kabul eder diye epeyce düşündük. Biz düşünüp tartışmıştık, O hiç düşünmeden kabul etti. Hemen bir ev tuttu. Yılda bir kez bile gitmediği bir beldede, hiç görmediği, hiç tanışmadığı bir dâvâdaşına sera kurdu, yuva oldu. Büyük bir bahtiyarlık, büyük bir fedakarlıktı bu..
Ah sendeki o gündemlere sahip çıkma şuuru yok mu? Keşke bende de olsa..
Bir ara biraz özlem hissettim. Özleme göl kenarında kahvaltı iyi gelir diye düşündüm. Davet ettim “2 saatliğine geliriz” dedi.
Yeterliydi tabii ama 6 saat birlikte vakit geçirdik. Kıyamadık kopmaya.
Iki ay kadar önce yine ağırladım. Yine iki saat dedi. Yine 6 saat sürdü. Dertleştik, konuştuk, sonra bir şey fark ettim. Birlikte ağladığım onlarca yüzlerce arkadaşım var. Oysa biz Ahmet abi ile birlikte çok güzel gülebiliyorduk.
Eşi de öyleydi. Hiçbir espriye alınmazdı. Zemzem gibi kaynağı tükenmez bir güçle ailece pozitif enerji yayıyorlardı. Bu muhabbeti tekrar etmeliyiz dedik, ayrıldık ama ne zihnimiz, ne kalbimiz koptu birbirlerinden.
Nereden bilirdim ki ben içindeki yürek yangınının derecesini
Derdinin büyüklüğü simasındaki gülümsemeyi arttırıyormuş meğer
Hem Ahmet, hem Sait idi. Ailesi, doğunca hamd etmiş, hamdedenlerden olsun diye adı Ahmet konmuştu. Akıbeti saidlerden olsun diye de Said ismini eklemişlerdi
Biri kainatın sultanının, diğeri asrın Bediüzzaman’ının adı idi. Iki ismin de hakkını vererek temsil ettin. Ahmet’im, Saidim, nur yüzlüm, tatlı sözlüm..
Nurlara aşık idin. O aşkla işledin Alman dostların kalbine nurları.
Bu topraklar da, bu topraktakiler de nurla dolsun istedin
Çınar gibi gövdende filizlenen tomurcuklar meyveye durdu..
Ve sen, ve sen o bahar meyvelerini göremeden gittin..
Oysa ne mutlu olurdun bir arkadaşın dil sertifikasını aldığında, işe başladığını anlattığında.
Gözlerinin içi gülerdi onların mutluluklarıyla..
Hele o nur derslerine gelmeyi kabul eden Alman arkadaşın ne mutlu etmişti seni..
Bir hafta o gelecek diye güvercin kalbi gibi titriyordu kalbin, gelince kalbine sığmıyordu sevincin…
Ailesine kavuşan her arkadaşın yerine ailene kavuşmuş gibi sevinirdin…
Ne sıcak yürekli, ne taptaze ruhlu, ne muhabbet doluydun be abi…
Daha ne güzel baharlar yaşayacaktık hep birlikte.
Ne güzel çiçekler açacaktı bahçelerimizde
Seninle konuşmak gibi, seni yaza yaza bitirememek de güzel
Ancak ben seninle muhabbeti isterdim.
Ne oldu, nereye gittin.
Bizleri sensizliğin çöllerinde kime emanet ettin?
Çok sevildin Ahmet abi, herkesçe sevildin. Ancak sanıyorum ki, yolunu yol ettiğin Efendimiz(sav) soluklarını soluk ettiğin Üstadımız da çok sevdi. Seni yanlarında istedi.. Ve bir sabah hiç beklemediğimiz bir anda, hiç beklemediğimiz bir şekilde binlerce yüreği, yerde bırakıp gittin..
O kapkara dolgun kaşlarına eşlik eden siyah ama elmaslardan parıltılı gözlerin yok artık 😔
Biliyorum, kendimi teselli etmeye çalışıyorum..
Bu bir ayrılık ama son değil biliyorum..
Dünyada yerleşemediğin fâni mekânları bırakıp, geleceğimiz vatanı asliye geçtin.
Vuslatları erteledin.
Bir sonla sen vuslata erdin.
Rabbim razı olsun. Kabrin yaydığın nur kadar aydınlık, mahşerin dostların kollarında seyranlık, sıratında derman olduğun dertler kadar parlaklık,
Ebedi cennetinde komşuların Ahmedi, Mahmud-u, Muhammed (sav) ve üstadın Bediüzzaman Said(ra) olsun
O bahar çiçeklerini demet demet kabrine getirip “Henien Lekum” sesini işitmek de nesiller boyu bize nasip olsun.
Her daim himmetlerine muhtaç kardeşlerini oralardan da unutma e’mi
Duaların en güzeli ile uğurluyorum kardeşim seni…
Ahmet Sait Aydemir
Sera Vakfı (Zürich eski) Başkanı
Mozaik Kültür Derneği (Bern) Başkanı
Ruhuna El Fatiha