M. NEDİM HAZAR-TR724.COM
Benim için çok kolay bir yazı olmayacak bu. Ancak tam bir “sussam gönlüm razı değil” durumu. Ve evet biliyorum söylesem de pek tesiri olacak değil. Ancak bu yazacaklarımı sosyal medyada paylaşım şeklinde yapmaktan da geri durdum, zira gereksiz polemiklere ve kırgınlıklara sebep olabiliyor. Misal sevgili meslektaşım Ahmet Dönmez’e Twitter’da minik bir ikazda bulunmuştum da ne yalancılığım kalmıştı ne yuhalanmışlığım. Daha da fenası vardı, belki şükür etmeliydim zira, bu tür tartışmalarda birbirinin eşini, karısını, kızını da işin içine katarak tartışmaları gördükçe kahroluyorum resmen.
Bugünkü yazının ana kahramanı yabancı biri değil. Hem meslektaşım hem aynı gazetede çalıştığım mesai arkadaşım hem eski yayın yönetmenim hem de bacanağım. Yani hanımlarımız kardeş kahramanımızla.
Evet bilenler bilecektir Mahmut Çebi’den bahsediyorum.
Önce yiğidin hakkını vermek boynumuzun borcu elbette.
Çebi, hayatımda büyük etkisi olan birkaç insandan biri. Bir kere evliliğime vesile olan insan. Dahası 15 Temmuz felaketinden sonra aileme ailesi gibi bakmış, tüm çocuklarıma sahip çıkmış vefalı ve delikanlı bir insandır. Ayrıca bu süreç hatta evliliğim öncesinden de Mahmut Çebi’nin ahlakına, dürüstlüğüne, samimiyetine kefil olurdum yani. Ve belki de bacanağı olmak istememin en önemli sebebi onun karakteriydi bilemiyorum.
Evet bahsini ettiğim erdemlerinin yanı sıra tanıdığım en zeki insanlardan biridir Karadenizli Mahmut Çebi. Karakterlerimiz pek çok açıdan neredeyse tamamen zıt olmasına rağmen bugüne kadar bir kere kalbimi kırdığını hatırlamıyorum. Dahası, ne zaman zor durumda kalsam elinden geldiğince hep yanımda olmuştur.
Mahmut Çebi ile nice zamandır fikir bağlamında epey ayrı düşünmekteyiz. Ama Allah var, hiçbir sohbetimiz kavgaya, dikleşmeye, hakarete dönüşmedi bugüne kadar.
Ve başta da söylediğim gibi, bu yazı benim için çok kolay değil bu yüzden.
Benim gazetecilik mesleğine başlama yılın 1988 idi. Mahmut Çebi benden daha kıdemli bir Zaman gazetesi çalışanıdır. Kendisi Almanya’ya geldiği (2002 olması lazım) 14 yıl Zaman ve Aksiyon’da mesai arkadaşlığı yaptık. Pek çok haber için tartıştık, kavga ettik ama hiçbir zaman birbirimizi kırmadık.
Epey bir süre komşuluk da yaptık ama o kadar ayrıntıya gerek yok sanırım.
Hatta darbe girişimi sonrasında geldiğim Almanya’da iki-üç ay kadar bir süre beraber Almanya Zaman için de neredeyse sadece iki kişi çalıştık Çebi ile.
Şimdilik bacanağımı bir kenara bırakıp başka birinden bahsedeceğim.
Gazeteci Ahmet şık, sıklıkla günümüz Türkiye Cumhuriyeti siyasi iktidarını bir hükumetten ziyade bir çeteye benzetir. Gerçekten de 2012 yılından itibaren garip bir şekilde kişisel ikbal uğruna Tayyip Erdoğan’ın neredeyse tüm siyasi hayatını inkar edercesine elinin tersiyle iterek, bir tür garabet rejimi kurdu. Tipik bir dikta hazırlığına girişti ve nihayet 15 Temmuz’a uzanan bir politika yürüttü.
Bugün Türkiye bir kişinin iki dudağı arasında, neredeyse hiçbir kurumu doğru çalışmayan, eğitimin, hukukun, ekonominin tamamen bittiği bir tür aşiret-derebey karışımı Ortadoğu rejimine dönmüş durumda.
15 Temmuz sonrası iç işlerinde Süleyman Soylu gibi bir facia yaşadı bu ülke. Memleket çete ve mafyalara teslim edildi.
Soylu’nun Erdoğan tarafından tehlikeli bulunup ekarte edilmesinden sonra, bakanlık koltuğuna çok daha düşük profilli bir oturtuldu: Ali Yerlikaya.
Kerameti kendinden menkul bu şahıs, eline tutuşturulan metin ve görüntüleri sosyal medyada paylaşmaktan başka neredeyse hiçbir işe yaramayan bir kullanışlı isim saray için. Bakandan ziyade bir AK Troll gibi yaşayan, öyle paylaşımlar yapan Yerlikaya’nın hukuk, siyaset ve vicdan ile en ufak bir ilişkisinin olmadığını yaptığı paylaşımlardan anlamak mümkün.
Türkiye bir süredir Narin cinayetiyle çalkalanıyor. Ülke aylar boyu minik bir kızın vahşice katledilmesinin gözlenmesine şahit oldu. Bizzat iktidar cenahının kapkaranlık isimlerinin müdahil olduğu ve “Söylenemeyecek şeyler var” diyerek halının altına süpürmeye çalıştıkları bu menfur cinayet hakkında tek kelime etmeyen Ali Yerlikaya, masum kadınların, esnafın, memurların ve hatta çocukların aleyhine yalanın bini bir para paylaşımlar yapmaktan geri durmadı.
Niyetim Yerlikaya hakkında aşağıdaki paylaşımından sonra bir yazı kaleme almaktı.
Politikacı Sırrı Süreyya Önder’in AKPliler hakkında söylediği enfes bir cümleyi hatırlıyorum: “Allah sizin dualarınızı kabul etti arkadaşlar, her fırsatta “Allah utandırmasın” deyip duruyordunuz, gerçekten artık hiçbir şeyden utanmıyorsunuz!” demişti Önder.
Bunun en bariz ve güncel örneklerinin başında geliyor İç İşleri Bakanı Ali Yerlikaya. Paylaşımlarına baktığımızda hiç utanması, sıkılması yok sevgili dostlar.
Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir kanununda yurt dışına çıkmak diye bir suç yoktur sevgili dostlarım!
Ülkede çeteciler cirit atarken, mafya gün ortasında Ankara’nın göbeğinde terör estirirken küçücük çocukları tutuklamayı, ailelerine zulüm yapmayı kendine vazife edinmiş Erdoğan ve Saray rejiminin aparatları, yedikleri haltlar ile bırakınız utanmayı, gurur duymayı marifet sayıyordu ne yazık ki.
Her neyse meseleyi Çebi’ye getireceğim ancak bu arka planı vermek zorundayım.
Hapishane açmakla övünen, hapisteki masum insanlara yardım yapmayı teröristlik sayan, kendi hukuklarınca kriminalize ettikleri insanların akrabalarına bile hayat hakkı tanımayan. Söz gelimi işlerinden attıran, iş bulmasına engel olan, yurt dışına çıkmasına da mani olan (tüm bunları aşağılık kanun dışı yöntemlerle yaptıklarını artık Interpol bile kabul ediyor) Saray yönetimi küçücük çocukların hayatta kalma mücadelesini bile terörist faaliyet sayıyor ne yazık ki!
Türkiye böylesi bir tımarhaneye dönmüş durumda.
İşte gazeteci Adem Yavuz Arslan tam da bu meseleye dokunduğu bir paylaşımda bulundu. Paylaşım şöyle:
Gerçekten de iddianameye baktığımızda akıl alacak gibi değil. Bırakınız bir hukukçuyu, Hitler döneminin emir subaylarının bile aklına gelmeyen şeyleri yazıp, bunu utanmadan iddianame diye mahkemeye sunan saray hukukçularından dert yanıyordu Adem.
Ben artık, bu ülkede yaşanan hukuksuzluklara, saçmalıklara, zulümlere herkesin aynı sertlik ve hassasiyetle tepki vermemesine alışmış durumdayım. Dolayısıyla başta Mahmut Çebi olmak üzere, hiç kimseye “Niye mağdurları savunmuyor, niye tek kelime hapisteki masum çocuklardan bahsetmiyorsun?” diye sormam.
Çünkü Mahmut Çebi ve ona benzer düşüncedeki insanların ruh halini çok iyi anlıyorum.
Zulüm süreçlerinin neticelerinden biri de zulüm uzadıkça mazlumun zalimi eleştirmeyi bırakıp kendisi gibi diğer mazlumlara yönelmesi olsa gerek.
Başta Mahmut Çebi olmak üzere, bugün cemaate karşı neredeyse düşmanlık boyutunda acımasız bir muhalif görüntüsündeki insanların çoğunun 3-4 yıl önceki fikirlerine, paylaşımlarına baktığınızda zalimi eleştirdiklerini göreceksiniz.
Hatta size daha radikal bir örnek vereyim. Darbe öncesinde Hüseyin Gülerce ile yapılan bir röportajı izlemiştim. Gülerce iktidarın yaptığını zulüm olduğunu ve cemaatin tepki göstermesinin normal olduğunu “Boynumu sıkan eli tutuyorum, bana terörist diyorsunuz” dediğini bizzat dinlemiştim. Aynı Gülerce’nin nereye savrulduğunu bugün biliyoruz.
İşte tam Adem Yavuz’un bu paylaşımından sonra nedense Mahmut Çebi’nin şu paylaşımını gördüm.
Bana göre göre süreci, zulmü anlatan muazzam bir örnekti bu. Mahmut Çebi bu vesile ile mağdurun nerelere savrulabileceğinin muhteşem bir örneğiydi.
Açıkçası kötü retoriği bir yana Çebi’nin iddialarını ve gerekçelerini çürütmek bir krakeri un-ufak etmek kadar kolaydı. Bunu sosyal medya üzerinde yapacak olsam, gereksiz polemiğe sebep olmak bir yana, karşılıklı kalp kırma riskimiz vardı. Bir dolu da olayla alakasız kamplaşmış insanların gereksiz övgüsü ve sövgüsünü işitecektim.
Dikkat ettiyseniz Çebi, yaşanan olaydan çok cemaatin yönetimi ve alacağı tavırla ilgileniyor. Akıl veriyordu.
Bir kere şunu söyleyeyim, beğenin beğenmeyin Fethullah Gülen sadece Türk tarihinin değil, belki de İslam tarihinin en önemli ve büyük markalarından birine vesile olmuş bir beyindir. Eleştirirsiniz, bilmem ne yaparsınız o ayrı.
Ve ben Gülen’i bugün eleştirmenin anlamsızlığının farkındayım. Zira kendisi yaşı dolayısıyla artık bu dünyada misafir hüviyetinde benim için.
Zaten Çebi de bir dönem yaptığı gibi doğrudan Hocaefendi’yi değil cemaatin yönetimini hedef alıyor.
Hele bir nokta var ki Mahmut Çebi gibi bir zekanın nasıl böylesi yanlış bir perspektife oturduğuna hala şaşkınım. Çebi, süreçten ve bitirilmesinden bahsediliyor. Süreç dediğimiz şey, Türkiye’de yaşanan zulüm. Yaşanan zulmü bitirmek zalimin elindeyken bunu mağdurdan istemek nasıl bir akıl tutulmasıdır anlaması gerçekten zor ama bir fikriyatım var tabi bu konuda: Zulüm ilanihaye sürdükçe mazlum zalime direnmekten usanıyor ve mazluma sarmaya başlıyor!
Çebi’ye şunu söyleyeyim; cemaatin Türkiye’de faaliyet gösterdiği filan yok. Belki kendisi doğru bulmadığı için muavenet meselesine çok yaklaşmıyor ama, Cemaatin tek derdi Türkiye’de zulüm gören insanların yakınlarının mağduriyetini hafifletmeye çalışmak. Zira iktidar bu insanların açık açık söyledikleri gibi, “Ağaç kökü” yemesini istiyor!
Bir faraziye ile örnekleştireyim de Çebi’nin faaliyet dediği şeyi daha iyi anlayalım. Diyelim ki, Mahmut Çebi Türkiye’de olsa ve hapse atılsa, ki bu çok çok mümkündür, onun dışarda kalan ve en yakın akrabalarının bile yaklaşmaya korktuğu ailesine asgari geçim iaşesi sağlamak iktidara göre terör faaliyeti, Çebi’ye göre ise cemaat faaliyeti!
Çebi bu ülkedeki sorunun çözümünü enteresan bir şekilde cemaatten bekliyor.
Ona üzüntüyle şunu da söylemek isterdim; maalesef bu ülkenin artık Cemaat diye bir sorunu kalmamıştır. Türkiye’nin artık tek sorunu vardır Tayyip Erdoğan… Ve bu sorun gittikçe tüm dünyanın sorununa dönüşmek üzeredir. Dolayısıyla beklerdim ki, Çebi’nin aynı talebi Erdoğan ve leşkerlerinden talep etsin!
Ama heyhat!
Dediğim gibi, zulüm uzadıkça mağdur dönüp yanındakine saldırmaya başlıyor.
Çünkü bitmiyor süreç, çünkü bitmesi elinde değil. Mağdur ancak, susarak yok olmayı kabullenebilir, bu durumda bile zalimin tepkisiz olacağına ihtimal vermiyorum ya neyse!
Mahmut Çebi gibilerin durumunu şuna benzetiyorum. Bir filmi izlemek için sinema salonuna gitmişsin. Filmi hiç beğenmiyorsun ve ortasında çıkmak istiyorsun. Sinemayı terk etmenin bir adabı vardır. Kimseyi rahatsız etmezsin, eğilirsin, sessiz olursun filan. Ancak bu şahıslar bağıra çağıra çıkmaları yetmiyormuş gibi, beğenmediği filmden çıktıktan sonra sinemanın önünden de ayrılmıyor. Kapının önünde filmin kötü olduğunu haykırıp duruyor. Ve bunu yıllarca devam ettiren var biliyor musunuz? Cemaati yanlış bulmuş, kötü, hatta şeytanileşmesini içselleştirmiş. Ancak dönüp hayatına bakmıyor, hala cemaatin önünde durup -tıynetine göre- habire hakaret, küfür ve suçlamada bulunmaya devam ediyor. Bilader dönüp işinize baksanıza Allah aşkına!
Her şeye rağmen, Çebi bu paylaşımında, bir cümlecik de olsa Türkiye’deki hukuksuzluklardan ve saçmalıktan bahsetse yine içim yanmazdı.
Sevgili dostlar… Yakından takip edenler yeni sürece dair görüşlerimi seri halde yazdığımı bilir. Dolayısıyla sürecin bitmesinin parametrelerini çok iyi bilmekteyim ve epey geç de olsa Hizmet Hareketi’nin de bunu artık idrak ettiğini düşünmekteyim.
Bununla beraber zulüm de devam edecektir… Mahmut Çebi gibi samimi ve doğru düşündüğüne inanan insanlar hep olacaktır.
Onlara karşı susmaya gönlü razı olmayanlar da bittabi!
Ay lav yu bacanak.
NOT: Yazıyı bitirdikten sonra sevgili Mahmut Çebi’yle “Bacanak: Şöyle bir yazı yazdım ama rızan olursa yayınlarım.” Notuyla yolladım. O da bana şunu yazdı: “Main kenarında bisiklet sürüyordum. Durdum okudum. Kendi bakış açından haklısın. Ben hukuk yoksa ona göre tedbir alınsın, insanlar mağdur edilmesin diyorum. Yazıyı yayınlayabilirsin. Bu notu eklemek istersen ekleyebilirsin. Dilerim mağdurların hayrına olur. Çok anlaşamasak da sevgimiz karşılıklı.”
Hani siz de bilin istedim.