Prof.Dr. İbrahim Hasgür- ZAMAN Avustralya
Hocamız da her fani gibi, ruhunun ufkuna yürüdü. Ömrü boyunca, her an sanki “yarın ölecekmiş gibi” yaşayan bir zât için bu sürpriz değildi, ama benim için öyle olmadı. Vefatını duyduğum andan beri girdiğim şoktan hala kurtulabildiğimi söyleyemem.
Bunda, onun son günlerindeki sağlığının iyileşme sürecine girdiğini ve arkadaşların onunla ilgili kısa videolar paylaşmasının etkisi fazlaydı. Nedense, son videolarında onu çok daha iyi görmüş ve adeta yakında sohbetlere tekrar başlar düşüncesine sahip olmuştum.
Artık, hocamızın o ruhlarımıza işleyen sesi ve hali ile yaptığı sohbetleri inşallah cennetül firdevste tekrar dinlemek nasip olur.
Kendisiyle 1970 yılı Kasım ayında tanışma şerefine nasip oldum. O zaman, Ege Üniversitesi Matematik Bölümü’ne başlamıştım. Ve Bornova’da dindar talebe arkadaşların kaldıkları bir eve yeni taşınmıştım. Orada bizimle kalan tıp fakültesi öğrencisi olan bir hemşehrim bana Hocaefendi’den bahsetmiş ve onunla tanıştırmak istemişti. Beraber, Hocaefendi’yi bir öğleden sonra Kestanepazarı’ndaki o meşhur kulübesinde ziyaret etmiştik. Bize, genç bir üniversiteli olduğumuz halde namaz kılıp dinimizi yaşamaya çalıştığımızdan dolayı iltifatlarda bulunmuş ve eliyle çay demleyip ikram etmişti.
O günden sonra hep beraber olduk, kaldığımız Bornova’daki evde cumartesi akşamları arkadaşlarımızı çağırıp dini sohbet yapar, çay içerdik. Bu sohbetlere Hocaefendi’yi de davet ederdik, bizi kırmaz davetimize icabet eder, iki saatten fazla süre ile üniversiteli gençlerin sordukları sorulara akli ve mukni cevaplar vererek gönüllerimizi şâd ederdi.
Bir yıl sonra Hocaefendi Kestanepazarından ayrıldı. Bornova’da üç arkadaş güzel güzel bir ev bulup Hocaefendiyi de bizimle kalmaya davet ettik. Kabul buyurup bizleri şereflendirdi. Orada kalırken haftanın bir kaç gününde Yüksek İslam Enstitüsünde okuyan arkadaşlar evimize gelerek Hocaefendi’den hadis, tefsir, fikih gibi dini dersler alıyorlardı. Bu beraberliğimiz 4 yıl boyunca devam etti. Ben asistan olunca farklı bir eve taşındım, Hocaefendi’de yeni açılan Kestanepazarı benzeri yurda yakın bir eve taşındı. Farklı yerlerde kalsak da sık sık kendisini ziyaret edip hem vaaz ve hutbelerinden hem de özel sohbetlerinden istifade etmeye çalıştım.
1994 yılının Temmuz ayıydı. Cevdet bey, Istanbul’dan arayıp Hocaefendi’nin benimle görüşmek istediğini söyledi.
Gittim. 5. katta geniş bir salonda Hocaefendi bir koltukta oturuyor ve bir kitap okuyordu. Beni görünce ayağa kalktı, sarıldı ve iltifat etti. İçerisinin sıcak olduğunu söylersek balkona geçelim mi diye sordu. Ben “siz bilirsiniz hocam” dedim. O arada arkadaşlara çay getirmelerini rica etti ve benim kahvaltı yapıp yapmadığımı sordu.
Yaptığımı söyledim. Biraz hoş beşten sonra bana dönüp: “Geçen akademisyen arkadaşlarla toplandık, orta Asya’da açtığımız kolejlere ilaveten 5 ülkede üniversite açmaya karar verdik, arkadaşlar bina bulma ve izin alma ile ilgili bürokratik işlemlere başladılar. Buralara rektör bulmamız lazımdı, sen de listenin içindeydin. Herkes gelip torbadan kur’a seçti, sen burada olmadığın için senin adına da ben çektim, inşallah yanlış bir iş yapmamışımdır dedi.
Ben “Estağfirullah, benim için şeref olmuş, neresi çıktı acaba dedim.”
Ben 1993’de yurtdışında ilk defa açılan Türk üniversitesi olan Qafqaz üniversitesinde dekan olarak çalışmış, Hocaefendi kur’a çekerken Azerbaycan’da son sınavları yapmakta olduğum için malum toplantıya katılamamıştım. Hoca efendi, kurada Türkmenistan çıktığını söyledi. Ben, “Nerede hocam bu Türkmenistan?” deyince, “Ben de tam bilmiyorum, Orta Asya’da bir yerde ama istersen gel haritadan bakalım.” dedi.
Beraber tekrar salona geçtik, duvarda asılı büyük dünya haritasında Türkmenistanın yerini bulduk.
Yüzüme baktı, benden cevap bekliyordu. Halimizi biliyordu, yeni Azerbaycan’dan gelmiştim, evliydim, 5 çocuğum vardı.
Zorlamıyordu, gitmen lazım demiyordu, baskı uygulamıyordu. “İstersen çocukları götür, istersen onlar burada kalsınlar, sen bilirsin.” dedi.
“Ben, sizin elinizden çıkmış bir hizmet teklifine hayır diyemem hocam, hemen hazırlıklara başlayayım.” dedim ve Orta Asya serüvenimiz tekrar başladı. Hoca efendi hayatı boyunca gitmediği, görmediği, haritada bulmakta zorlandığı ülkelere, oradaki din ve millet kardeşlerimizin eğitimi ve gelişimi için okullar, üniversiteler açıyordu. Sordukları zaman da bunu “onlara olan bir vefa borcumuz” diye ifade ediyordu.
Hocaefendi, ruhunun ufkuna yürürken geride yaşanması çok zor bir hayat bıraktı. Hocaefendi gibi ilim sahibi pek çok insan gösterebilirsiniz ama onun gibi ilmiyle amel eden, sünnet-i seniyyeyi harfi harfine riayet eden, çoğu gece uykusuz, çok az gecelerde birkaç saat uykuyla ibadet ve dua ile gecelerini ihya edip, gündüz de talebe okutarak ve alem-i insaniyetin dertleriyle ilgilenerek ömrünü geçiren kişi sayısı son derece nadirdir.
Hocamız en sevdiklerine kavuştu, bizleri yetim bıraksa da. Tesellimiz, arkasında yerleştirdiği hak ve hakikatin, iyilik ve güzelliğin temsilcisi olma sevgisini, ruhlarımıza bellettiği yaşatmak için yaşama sevdasını taşıyan milyonlar bırakması. İnanıyorum ki bu insanlar, hoca efendinin açmış olduğu bu caddeyi daha da genişletecek, insanlığa barış, huzur ve kardeşliğin hakim olması için ellerinden gelen her türlü gayret ve fedakarlığı göstereceklerdir. Hocaefendiye çok şey borçluyuz, hakkını ödeyemeyiz, ona sonsuz teşekkür, rahmet ve minnetle huzurunda eğiliriz.