MANSUR TURGUT-
Alvarlı Efe
“Bu gün mah-ı Muharremdir, muhibb-i hanedan ağlar.
Bu gün eyyam-ı matemdir, bu gün ab-ı revan ağlar.” der, ağlıyoruz…
“Gitti gül, gitti bülbül” ağlıyoruz…
“Evet, tenime değil, gözyaşım bugün,
Rûhuma, cânıma damlar.
Bir ben değil bugün, âsumân ağlar…” diyerek, ağlıyoruz…
Evet ağlıyoruz, Hocaefendi vefât etti, ruhunun ufkuna yürüdü…
Bu güne nasıl geldik? Müsaade buyurursanız süreci sizin için biraz anlatmak istiyorum…
Türkiye’de yaşanan baskılar ve Hocaefendi’nin sağlık problemleri O’nun 1999 martında açıkcası cebri olarak hicretini gerektirir.
Hocamız Pensilvanya, Saylorsburg’daki Chestnut kampa yerleşir…
Necdet İçel Hocamızın aktardığına göre Amerika’daki o ilk günlerde gerçekleşen bir ziyaret esnasında Hocaefendi “burada 25 sene kalırız” diye keşf ve ifade buyururlar…
Adını ne koyarsanız koyun, keşif, keramet ya da hiss-i kable’l-vuku bu öngörü hayat ve ölümün bütün gerçekliğiyle karşımıza çıktı, hem de bizi dağidâr ederek.
Maalesef 25. yılda çok kıymetli Hocamız, Dava-i Nübüvvet yolundaki rehberimiz ruhunun ufkuna yürüdü…
Hastalık süreci;
Biliyorsunuz Hocaefendi yıllarca diyabet, kalp sorunları, mide rahatsızlığı gibi kronik hastalıklarla mücadele etti…
Objektif bulmayabilirsiniz fakat alem-i İslam’ın derdi mana aleminden maddi aleme girip “bir paratoner gibi” olan O’na isabet ederek fiziki rahatsızlıklar veriyordu…
Hocamızın son yıllarda sindirim sistemi merkezli sorunları ve rahatsızlıkları çok artmıştı.
Yaşının da tesiriyle bazen mutat kontrolleri bazen de hızlı müdahaleler için hastaneye gidip geliyordu.
Vefat günü:
Son seferinde Hocaefendi Pensilvanya’daki St. Luke Hastanesinde 4 gün kaldı, pazar günü akşamı manevi çile ve ızdırabına madden yetişemeyen böbrek faaliyetlerinin tetiklemesi ile, içinde “herkese oturacak bir iskemle bulunduran o narin kalp” durdu.
Hastaneden yapılan açıklamaya göre “çoklu organ yetmezliği teşhisi ile” hazan vaktinde gelen o hazin vefat haberi Herkül.org üzerinden ilan edildi;
“Ömrünün her anını din-i mübin-i islam’ a
ve insanlığa hizmet için sarfeden
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi
bugün (20 Ekim 2024) ruhunun ufkuna yürümüştür.”
Eve yeni gelmiştim, çayımı yudumlarken gelen bu mesaj ile beynimden vurulmuşa döndüm, afalladım.
Haber doğru muydu? Nitekim teknolojik hırsızlıkla her şeyi yapmak, algı operatörlüğü, spekülasyon, manipülasyon herşey mümkündü…
Hemen Hocamızdan uzun yıllardır ders okuyan yakın bir arkadaşımı aradım, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu…
Evet, sevenlerinin kendisi için hayatlarından hayat, canlarından can vermek istediği Hocaefendi vefat etmişti…
Tarih 20 Ekim 2024 saat ise 21.20’yi gösteriyordu…
İşte o an, bir süre için akıp giden herşey ve hayat dondu, idrakim buz kesti, kalakaldım…
Bütün kardeşlerim gibi benim de kalbimi bir hüzn-ü hazin istila etti…
Aklıma o sevgilinin Hüzünlü Gurbet şiiri geldi…
Sarmış buğulu hüzün dört bir yanı,
Kalbim annemin kalbi gibi hisli;
Her hâlim garipliğime emâre…
Kulaklarımda bir gurbet şiiri,
Nağmelerimde poyraz serinliği..
Düşüncem ‘vedâ’ diyor bu yerlere.
“Düşüncem veda, elveda diyor bu yerlere” diyordu ve bizler yetim kalmıştık !
Metanetli Cemaat;
Malumunuz Nur Üstadımız “şahıslar fâni, davalar bakidir” der, son yıllarda katmer katmer, katar katar üstümüze üstümüze gelen, yığılan keder ve acılara rağmen, yapılan cenaze merasimi ve kılınan namaz Hizmet Hareketi gönüllülerinin bu esasa ne kadar adapte olduğunu ayan beyan gösterdi.
Açıkçası ben bu kadar metanetli durabileceğimi düşünmüyor, cemaatten de bu kadar metanet ve sükunet beklemiyordum…
Şakirdler delice sevdiğimiz Hocamızın gidişi karşısında dengelerini asla bozmadılar, büyük bir kayba rağmen vefat ve cenaze merasimi süreci çok büyük bir sükunetle atlatıldı, adeta Cemaat’in üzerine sekîne indi.
Her belde ve her renkten olan insanlar aynı duyguda birleşmişlerdi, sevgi…
Gerçekten de Cemaat tek beden, müttefik kalpler ve ruhlar ile çığlığını içine gömdü “sükutun çığlıkları” fırtınalı içimizde çılgınca gezerken kardeşlerimiz dönüp, nâdânlara sadece “selam” dediler..
Defin;
“Ne köyüme, ne şehrime ne de ülkeme taşınmak istemem. Çünkü aslında biz yeryüzünün varisleriyiz. Her yer bizimdir…”
Pekmezci ağabeye “Türkiye’ye dönmeyecek misiniz?” dediğimde Kazakistan’da bana aynı bu cevabı vermişti…
Bizler dönmeye değil bu ellerde kalmaya geldik…
Hocamızdan bizzat İzmir’de “ölürsem beni Kestanepazarı Camiinin altına ya da annemin ayakları dibine gömün” ifadelerini duymuştum.
İstanbul’da ise Akademi Çamlıca’da gömülmeyi arzu ediyordu…
Heyhat gelin görün ki, iki çardak arasında sessiz sessiz gider-gelirken, Hocamız kamptaki ahşap ana binanın hemen yanı başında, kadim odasının penceresinden devamlı gördüğü minicik alana gömülmeyi de vasiyet etmiş…
Bir kaç defa “Ölürsem beni buraya gömün” diyerek işaret buyurmuş…
İçinde dünyalar taşıyan bir adam, eroğlu er o kadarcık yere sığar mı? Koca bir dünya o minicik yerde zapt edilir mi?
Defnedilirken de cenaze mirasiminde olduğu gibi sadece sevenlerinin eliyle, gönlüyle, riyasız, aynı sükunet, Kur’an, duâ ve çağlayan gibi gözyaşları eşliğinde uhrevi farklı bir atmosfer ve yine aşkın bir sükûnet ile o minicik istirahatgahına konuldu…
Hala kendime soruyorum, koca bir dünya o minicik yere nasıl sığar?
Husumete vakti olmayan muhabbet fedailerinin sağdan soldan esirenlere, höykürenlere, küfür edenlere karşı sükunet ve sekîne ile verdiği cevap ise harikuladeydi…
Şakirdler her zamanki gibi kendilerine yakışanı yaptılar.
Toprağın bağrına yedi düvelde boy vermiş, gönüllere yerleşmiş o tohumcuğu ‘biiznillah’ geleceği aydınlatsın diye koydular…
Bir daha cismen göremeyecekleri Hocalar Hocasını kabrine koyarken dahi “mahcup” etmediler…
İnşallah mevti hayatından ziyade dîne hizmet edecek ölümü bir sevgi çağlayanı olarak insanlığa geri dönecek…
Eşi sürecin ilk şehitlerinden olan hanım kardeşimiz bakın nasıl haykırıyor “yeni duyduğum her vefat haberinde eşime hitaben ‘Yeni birisi geliyor; sen sahip çık, mihmandarlık et’ diyordum. Şimdi önden gidenlerin hepsi Hocaefendi’ye emanet. Kalanlara hüzün, onlara bayram günü”
Evet, bugün önden gidenlere bayram bize ise hüzn-ü hazin günü…
Dünya çok büyük bir devrimciyi kaybetti…
Washington Post Hocaefendi için “Felsefesi, İslam’ın mistik bir formu olan Sufizm ile demokrasi, eğitim, bilim ve dinler arası diyaloğun kararlı savunuculuğunu harmanlıyordu” diyor…
Dünya çağdaş sûfilerin, gönül eri alperenlerin baş tacını, rehberini kaybetti…
Gitti gül, gitti bülbül, yetim kaldık!
Fakat içimiz kan ağlasa da yüzümüz gülmeli çünkü Hizmet baki!
Aşk ile, şevk ile, şükr ile koşturmaya devam edeceğiz!
Gelecek ‘inşaallah’ geçmişten daha aydın olacak, şimdi ihlas
ile kuvve-i maneviye, uhuvvet ile vahdet-i ruhiyemizi daha da besleyip büyüterek Hizmet’e devam etmeliyiz…
Nâdânın sevinçleri ise kursaklarında kalmalı…
O minicik alana sığdırılan, taş ve toprakla örtülmüş “kocaman bir dünya” Kestane Kamp’ın böğrüne düşüp, saklanırken, oradan yepyeni filizler boy vermeli…
Şimdi O’nun fikri, ruhi, sözlü, yazılı, görsel bütün mirasını, o hazineyi daha sağlam gözlerle inceleyip, daha az hissi, daha çok mantıklı ve daha evrensel bir şekilde değerlendirerek, geliştirmemiz, yeniden sistematize etmemiz ve tekrar, acilen insanlığın hizmetine sunmamız gerekiyor…
Zaten kendisi de devamlı çalışmayı, hareketi ve her dem tecdidi arzu ederdi…
Evet, inşaallah her büyük gibi O’nun da vefâtı ehl-i küfür ve dalaletin başına dahi “Sevgi Bombası” gibi patlayacak, Allah’ın izniyle onun çağdaş sûfist, insan hakları, demokrasi, eğitim ve diyalog eksenli hizmet yorumu alemi şefkatle kucaklayacak ve geleceğin dünyasından sökülüp atılamayacak temel bir done, zıplama rampası olacaktır…
Nitekim Nurların üzerine kocaman bir Hizmet Hareketi inşa edilmiş, geleceğin dünyası için çok sağlam bir temel olarak her iki ihlas ve o uhuvvet akımı yerini almış, sıra üçlü sac ayağının üçüncüsüne gelmiştir.
Hizmet bitmiyor, çok işimiz, çok vazifemiz var…
Artık, hem Üstadımız hem Hocamızın kabri başına bahar çiçekleri ile gidip, bahar hediyelerimizi sunup, hiç bitmeyen ‘hel min mezîd!’ler ile o sadayı duyacağız “henien lekum!”
Dön-me-ye-ce-ğiz
Bütün gönlü kırık, hüzn-ü hazîn-i en derin şekilde yaşayan ağabeylerim, kardeşlerim ve dostlarımın başı, başımız sağolsun…
@mansurturgut