Vefatından cenazenin geçici istiratgâhına defnedileceği zamana kadar geçen 4 gün içinde cenaze techiz-tekfin ve tedfin işleri ile alakalı yoğunluktan sadece kısa bir yazı kaleme alabilmiştim. O yazımda, “O gün bir gün gelecekti. Demek ki o gün bugünmüş!” dedim ve zift medyasının düşmanca tavırlarını nazara vererek “İnsanlığınız ölmediyse bırakın acımızı yaşayalım!” ifadelerini kullandım.
Bundan sonraki süreçte Hocaefendi ve öncülüğünü yaptığı Hizmet Hareketi hakkında çok yazılar yazılacak. Ben de yazacağım. Dini, siyasi, kültürel bir çok alanda akademik çalışmalara konu olacak. Popüler düzeyde kitaplar kaleme alınacak. Onun ilmi mirası başta olmak üzere geride bıraktığı her türlü miras üzerinde nice değerlendirmeler yapılacak.
Allah imkan verirse Fethullah Gülen Hocaefendi’nin 86 yıllık ömründe tam 40 yıl yakın planda kendisi ile dirsek temasında bulunmuş, rahle-i tedrisinde oturup ders okumuş, Hizmet Hareketi’nin çeşitli kurumlarında çalışırken kendisi ile teşrik-i mesai yapmış ve bütün bunlarla tarihe tanıklık etmiş bir insan olarak ben de bu sürece katkı sağlayacağım inşallah. İlk elden tarihe malzeme bırakacağım. Tarihi bir şahsiyetle birlikte olmanın hakkını vermeye çalışacağım. Ama bu yazıda değil. Şimdi bir hissiyatımı paylaşmak istiyorum.
Dile kolay tam 40 yıl sık dokulu temasta bulunmuş bir hocanızı, ağabeyinizi, rehberinizi, arkadaşınızı ve ‘babam gibi’ dediğiniz bir şahsiyeti kaybetmişsiniz. Evet, hepsi doğru bunların.
Hocaefendi her şeyden önce benim hocamdı. Yıllarca 7 gün 24 saat aynı çatı altında önünde diz çöküp hadis, tefsir, fıkıh, kelam tasavvuf dersleri aldığım bir hocamdı. Yazdığım ilk kitabı satır satır kendisine okuduğum, ilerleyen yıllarda da zaman zaman kaleme aldığım yazıları kendisine sorduğum, içinden çıkamadığım konularda fikrine müracaat ettiğim birisiydi.
Ağabeyimdi Hocaefendi benim. Bazı zamanlar hoca-talebe ilişkisinin gerektirdiği mehabeti ve mesafeyi ortadan iradi olarak kaldırır, yalnız kaldığımızda salonda ya da odasında ancak ağabey-kardeş münasebeti içinde geçecek muhabbetler yapardık kendisiyle.
Hocaefendi’den ‘evlilik’ sorusu!
Arkadaşımdı Hocaefendi. Arkadaş arkadaşa ancak konuşulabilecek şeyleri konuştuğumuz nice zamanlar olmuştur kendisi ile. Evlilik konusunda konuşmuştuk bir defasında. Eş adayından beklentilerimi sormuştu mesela.
Anadolu kültürü içinde Hocaefendi gibi birisiyle konuşulacak bir şey mi bu Allah aşkına! Ama konuşmuştuk ve mevzuyu o açmıştı beni odasına çağırarak. Babam değildi ama babam gibiydi Hocaefendi. 60 yaşı aşmış ömrüm içinde merhum babamla geçirdiğim zamandan daha fazla zaman geçirdim kendisi ile.
Öyle ki cebimdeki harçlığı soracak kadar baba şefkati ile yaklaşırdı. Askerliğimi İstanbul Kağıthane’de yaparken çarşı izninde ziyaretine gitmiştim Altunizade’ye. “Harçlığın var mı?” diye sordu. “Var!” dedim. Gerçekten vardı. Merhum babam göndermişti. Bir rakam söyleyerek, “En az şu kadar olmalı!” dedi. “O kadar var!” dedim. O zaman, “Çıkar cebindeki paraları göreceğim!” dedi. Çıkardım ve elimle gösterdim. Zikrettiği rakamın üzerinde harçlığım vardı. Güldü, “Bunlar yetmez!” dedi bu defa ve elinde hazırlamış olduğu parayı cebime koydu ki o miktar benim cebimdeki paradan daha fazlaydı.
Uzatmayayım; işte tam 40 yıllık süreçte bu kadar farklı kimliklerle dirsek temas halinde bulunduğunuz birisini kaybediyorsunuz ve…
Evet, şimdi hissiyatımı söyleyeyim; vefatının gerçekleştiği 20 Ekim 2024 Pazar günü gecesinden bugüne ben içimden gele gele ‘merhum, rahmetli’ diyemedim kendisine. Biliyorum vefat ettiğini. Cansız bedenini de gördüm. Cenazesini 3 arkadaşla birlikte yıkadık. Ellerinden, alnından öptüm kaç defa ama ‘merhum’ demekte hala zorlanıyorum. Fakat merhum artık o. Rabbim ruhunu şâd, mekanını cennet, makamını âlî eylesin.