New Jersey’de geçen Cumartesi günü üst başlık “Ümit Nağmeleri” adı altında bir program yapıldı. Detaylarını merak eden şuradan okuyabilir. Çok güzel haberleştirmişler.
Bin 100’u kişiyi aşkın insanın tam 3 saat boyunca salonu terk etmeden ümitle, heyecanla, sevinçle, kederle, acıyla, ıstırapla, gülerek, ağlayarak izlediği bir programdı bu.
Yukarıda yapmış olduğum tasvir ihtimal zihinlerinizi karıştırmıştır. “Ne demek gülerek-ağlayarak, ne demek sevinçle ve kederle?” demiş olabilirsiniz. Hayır şaşırmayın. Bunlar insanı insan yapan duygular.
Hayat tekdüze devam etmiyor herkesin bildiği gibi. Sevinç de keder de; gülmek de ağlamak da insana has bir özellik. Mühim olan bu duyguların hayatın tekdüze devam etmediği gerçeği nazara alınarak yerinde ve doğru bir şekilde kullanılması.
Ben şahsen ‘Ümit Nağmeleri’ programında bunu gördüm. Türkiye’de yaşanan zulümlerin müzik, edebiyat ve tiyatro başta olmak üzere sanatın çeşitli dillerinin kullanılarak topluma anlatılmasıydı yapılan. Bilenlere hatırlatılması, bilmeyenlere, “Bak bunlar da yaşanıyor!” denilmesi, on binlerce kilometre uzakta bu zulümleri yaşayanlara da, “Sizleri unutmadık!” mesajı verilmesi…
Dünyanın değişik ülkelerinden bizlere bu karmaşık duyguları performansları ile yaşatan gençlerimizden birinin dediği gibi: “Bizleri yetiştirmek için yıllarca verdiğiniz emekler boşa gitmedi. Bu mesajı vermek için geldik ülkelerimizden.”
El-hak onlar bu mesajı verdiler. Peki biz o mesajı alabildik mi? Alıp bundan sonra gereğini yerine yerine getirebilecek miyiz? İşte bütün mesele bu.
Bazıları böylesi programların Şubat’ın soğuğu, Haziran’ın fırtınası, Temmuz’un sıcağına rağmen yoluna devam eden hizmetleri şirin gösterme, insanları teşvik etme anlamını taşıdığını yazıyor. Doğrudur. Bu amaç elbette vardır. Ama burada şuna dikkat etmek lazım; bu türlü programlar insanların özgür iradelerini ellerinden almıyor ki?
Bu programlara gitme ya da gitmeme, sonrasında destek vermek ya da vermeme konusunda herkes kendi kararını kendisi vermiyor mu? Hatta bu tenkitlerin özgürce dile getirilmesi bile o şahsi tercihlerin neticesi değil mi?
Neyse programa döneyim…
Sunucu Güney Afrika’lı Nicholas Bixa’nın şu cümlesi günün anlam ve önemine vurgu yapan bir cümleydi: “Hayat yaşanmaya, tarih yazılmaya devam ediyor.”
Bütün acı ve ızdıraplara, bütün keder ve üzüntülere rağmen hayat gerçekten yaşanmaya ve tarih de yazılmaya devam ediyor. Burada dikkat edilmesi gereken şey, yaşanmaya değer bir hayatın olması. Hayata anlam katılması. ‘Ümit Nağmeleri’ bence o anlamı yeniden hatırlattı bize. Hem de çok güçlü bir şekilde.
Geçenlerde bir yerde okumuştum. Auschwitz kampında Hitler’in zulmünden kurtulan bir Yahudi kendisi ile yapılan röportajda diyor ki: “Çektiğin çileyi anlamlandırabiliyorsan dayanma gücün artıyor.”
Tecrübe konuşuyor. Kaldı ki psikologlar da aynı şeyi söylüyor: “Geleceğe yönelik ümitleri kaybedenler hayata tutunamıyor. Hele ani ümit kırılmaları insanı öldürüyor.”
“Su akıyor ve yatağını buluyor.”
Evet, su akacak ve yatağını bulacak. Yatağını hemen, şimdi bulamasa bile akmaya devam edecek ve birgün gelecek mutlaka bulacak.
Sanat Yönetmeni Mahmut Nedim Hazar başta olmak üzere programda emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler ediyorum. Yıkmak kolaydır. Nitekim gördünüz yıkmanın ne kadar kolay olduğunu. 50 yıllık-100 yıllık birikimlerin bir gecede, arka planda yapılan hazırlıklarını da hesaba katacak olursanız 5-10 sene içinde nasıl yıkıldığını müşahade ettiniz.
Tamir ise zordur. Bu yıkımların tamiri 5-10 senede olmayacaktır ama ümidimiz o ki birgün mutlaka olacaktır. ‘Ümit Nağmeleri’ bu ümidin varlığını ve suyun yatağını bulma istikametinde aktığını bize gösterdi. Sağ olsunlar, var olsunlar.TR724.COM