Şüphesiz acımız büyük.
Günlerdir bir şeyler karalayayım istedim ama bir türlü kuramadım cümleleri kafamda.
Yangın yeri yüreğimden kopan fırtınalar, tarifsiz bir şekilde savurup duruyor beni.
Cemaat, Camia, Eğitim Gönüllüleri…
Adına ne derseniz deyin.
‘Hizmet Hareketi’ demeyi tercih ediyorum.
Bu münevver kitle ile müşerref olduğum 41 yıldan beri ‘Hizmet’ ifadesi hep ser levha oldu.
Gözümüz, gönlümüz hizmette; bahtımız hizmetle açık, istikbalimiz hep ‘Hizmet’le aydınlandı.
Kısacası can bulduk Hizmet’imizle!
Bu yolda koşanlar da adını sanını bilmedikleri ülkelere veya coğrafyalara revan olanlar da hep “Hizmet” deyip çıkmadılar mı?
Dörtbir yandaki yangınlara ‘Hizmet’ deyip koşmadılar mı?
Evet, kabullenmesek de Hizmet Hareketi mensupları liderini, hocasını, rehberini, fiziken kaybetti.
Bizler kaybetsek de, Hocaefendi, kendi ifadesiyle ‘Maşuk’una’ kavuştu.
Vefatla ilgili acı haberi, Kanada’dan sevgili Ahmet Gül’den aldım.
Ondan gelen mesaj, beni bilgisayarın başında kaskatı kesti.
Şok kelimesi yetersiz kalıyor bu durumları anlatmaya.
İnanamadım, inanmak istemedim.
ABD’den bir iki teyit alınca acı haber doğruydu maalesef.
25 yıllık sürgün bitmiş, öteye yürümüştü büyüğümüz.
Süreçte, 8 yıldan beri eşi ve iki evladından ayrı, önce Kırgızistan’a sonra da BM ile Avustralya’ya gelerek, Kıta Ülkesine sığınan Reyhan Hanım, acı haberle birlikte, hıçkırıklarla “Dua kaynağımızı kaybettik” dedi bana.
Evet, sadece dua kaynağımız değil, manevi ikliminden ve atmosferinden hep sinerji aldığımız, moral ve motivasyon kaynağımızı kaybettik.
Yarım asırlık yol arkadaşları ve talebeleri ‘Sükûtun çağlıklarıyla’ için için ağlıyorlar.
Şüphesiz, onu hiç görmediği halde sevgi besleyen milyonlar da, onun rahle-i tedrisinden geçenler de beklenmedik haberle sarsıldılar.
Her kıtadan, diyalog ve dostluk köprülerinin yolcuları, üzüntülerini taziye metinlerine döküyorlar.
Elbette Hocaefendi’nin herkes gibi, benim de üzerimde emeği, duası ve hakkı var.
Her şeyden önce iki evladımın isim babası.
1992’de Orta Asya’ya başlayan ‘hicret yolculuğu’ bizzat onun tensipleri, tavsiyeleri, teşvikleri ve duasıyla başladı.
Almatı’da doğan ilk oğlum, henüz bir haftalıkken, toplantı vesilesiyle İstanbul’a gitmiş, beşinci katta ziyaret etme imkanının verdiği fırsatla, aracısız, elçisiz evladımın ismini Hocaefendi’den almıştım.
“Adı Asım olsun, Allah onu Asım’ın neslinden etsin” diyerek dua etmişti.
17 yıl sonra, Avustralya’da dünyaya gelen diğer oğluma ‘Akif’ ismi yine ondan gelmişti.
Geçen yıl, Aralık ayında, Türkiye’deki zulüm rejiminde çeşitli baskılardan dolayı hayatını kaybeden insanların hayat hikayelerinin yer aldığı ‘Yiten Can’lar’la ilgili çalışmamızı ve gazetemizi, yol arkadaşlarım Hüseyin ve Şair Erhan Bey’le takdim etmiş, duasını almıştık.
Hiç unutmuyorum, henüz lise çağındayken, yaşı da kariyeri de hayli şaşaalı! Nur Cemati’nin bir başka kolundan biri bana dönerek; “Fethullah Hoca ölürse ne yaparsınız?” diye sormuştu. O zata şunu dediğimi hatırlıyorum: “Allah elçisi Hz. Peygambere, nice nice alimlere, nice büyük zatlara ölümü tattıran, elbette ki Hocafendi’ye de bunu tattıracak. Üstad Bediüzzaman’ın dar-ı bekaya irtihaliyle, hizmetleri bitti mi?” diye sormuştum.
Bundan 38 yıl önce Hocaefendi vefat ederse lafazanlağıyla bizi ümitsizliğe sevk etmeye çalışanlarla bugünkü yaygaracılar aslında aynı mantıkta buluşuyorlar. Vefatından sonra türlü senaryolar ortaya süren; yalan, iftira ve karalamaları yarıştıran, güya ümitsizlik pompalayan yobazlar da aynı zihniyetin taşıyıcıları.
Maksat; ümitsizlik oluşturmak, umutsuzluk yaymak.
Bugünküler, ahlakta irtifa kaybeden kara ruhlular, daha bir acınası haldeler.
Perinçek gibi bile olamadılar.
Ölüye saygı göstermeyecek kadar katmerli yobazlar.
Hasta, yaşlı, kadın, kız bebek zulüm ateşini harlayanlar, 86 yaşında ruhunun ufkuna yürüyen Hocaefendi’nin, naaşının üstünde tepinmeye çalışıyorlar.
Hizmet Hareketi’nin, parçalanacağını, kıt kafalarıyla analize yelteniyorlar.
Bir dostun dediği gibi; Edison ölünce lambalar sönmemiş ki, Hocaefendi vefat edince öğretileri son bulsun.
Suriyeli Abdulfattah John Jandali’nin oğlu Steve Jobs, ölünce Apple’nin ekranı kapanmamış ki onun ölümü ile bu Hizmet sona ersin.
Be yobazlar, dünyanın çeşitli noktalarından ‘Skylands Stadyum’daki mahşeri cenaze merasimindeki tabloyu bile okumayacak kadar arpa beyinli.
Kalemini kalem gibi değil, hançer gibi oynatanlar, mürekkep yerine zehir akıtıyor.
Saray beslemeli bu kıt zihniyet, tüm hayati incelikleri ve tüm toplumsal değerleri berhava ettiler, ne yazık ki!
Sahi, ayakkabı kutularında dolar istifleyen,1500 odalı Saray’da her türlü entrika peşinde, ruhunu iblise teslim eden, 12 metrekare hasır odada, Allah rızasından başka bir gayesi olmayanı nereden anlasın ki?
MEŞHUR HİKAYE!
Meşhur hikaye ile tamamlayayım yazımı:
Bir gün su ve ateş, yanına ahlakı da alıp yola çıkarlar.
Su demiş ki, ola ki beni kaybederseniz, nerede bir şırıltı duyarsanız, oraya gidin.
Bilin beni orada bulursunuz demiş.
Ateş ise; bir gün beni kaybederseniz, nerede bir duman görürseniz, oraya gidin beni mutlaka oracıkta bulursunuz.
Ahlak demiş ki, beni sakın kaybetmeyin, zira beni hiçbir yerde bulamazsınız.
Ülkede, en tepedekinden en alt katmanına, Ahlak erozyona uğramış.
Zincirleme kaza…
Ahlak gidince, geriye tüm değerler uçurumdan aşağıya.
Ahlak gidince geriye ne kalır ki?
Peygamberimiz hadisinde; “Ahlak dinin yarısıdır” demiyor mu?
Milyonlarca seveni olan, tek başına, birikimi, ufku, öngörüsüyle mahalli bir çabayı evrensel noktalara taşımış, barış ve hoşgörüden yana birinin ayrılış merasimine “Cesedi çukura gömme ayini” diyecek kadar zıvanadan çıkmış bir zihniyet ve o zihniyetin taşıyıcıları bunlar…
Bunlardan hayır bereket ummak, memleketin bunlarla felaha ereceğine inanmak da safdillik elbet.
Hani; “Ali haklı olmasına haklı ama Yezid’in bazlaması yağlı’ sözü var ya!
İşte tüm değerlerini yok edenler, Yezid’in bazlaması için bu kadar aşağılık hale geliyorlar.
Son söz, geçen gün Sydney’deki Amity Koleji’nde, Hocaefendi için düzenlenen anma programına katılan Federal Milletvekili Sayın Anne Stanley’nin yaptığı konuşmadan bir cümle olsun: “Dostluklarımızı daha da geliştirerek, Sayın Fethullah Gülen’in çalışmalarını sürdürmeye devam.”
Kıt kafalara cevap, bu cümlede.
O zaman biz de; ‘Hocaefendi’nin bıraktığı emanete sarıl, Hizmet’e devam kardeşim!