“İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub’dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz.” der Bediüzzaman Said Nursî, Hz. Eyyub’un (a.s.) hastalıklarını anlatırken. Bu ifadeyi, Mümtaz’er Türköne’nin Silivri Postası kitabının 309. sayfasını okurken hatırladım. Türköne’nin yaşadıklarıyla, benim de dâhil olduğum, sudan sebeplerle yurt dışında hayatları altüst edilen on binlerce insanın deneyimleri arasında, yalnızca bir fark var: Özgürlük.
Bir örnek vereyim. Türköne’nin, “Ha bugün, ha yarın çıkarız, özgürlüğümüze kavuşuruz!” diyerek her mahkeme öncesinde umutla bekleyişini anlattığı sayfalar… Her bir cümlesi insanın ciğerini dağlıyor. Çünkü ümitle gittiği mahkemeden her defasında hüsranla dönüyor. Siz hiç umutlarınızın boşa çıktığı anları yaşadınız mı? Hem de özgürlüğünüz gasp edilmişken, onu geri alacağınızı düşünerek…
Benzeri bir durum, yurt dışında yaşayan yüzbinlerce insan için de geçerli. “Legal statümüz ha bugün ha yarın düzelir. İşimizi yoluna koyarız. Eşim ve çocuklarım gelir. Aile birleşimi evraklarımız gelmek üzere, hasret sona erecek.” diye umutla bekleyen o kadar çok insan var ki! İşte bu yüzden “iç dışa, dış içe bir çevrilse” dediğimde, Türköne’nin anlattıkları ile bu kitle arasında büyük bir benzerlik görüyorum.
Başka bir örnek…
Annesinin son anlarında yanında bulunamayan Türköne, yalnızca özel izinle cenazeye katılabilmiş. Öyle içten anlatıyor ki duygularını, sayfalardaki o cansız satırların arasında bile kendinizi ağlamaktan alıkoyamıyorsunuz. Sanki, cenaze namazını kılamayan, veda edemeyen o değil de sizsiniz.
Ben de dahil olmak üzere, 10 yıldır ülkesine dönemeyen ve aynı acıları yaşayan binlerce insan var. Annelerinin ya da babalarının son anlarına yetişemeyen, cenazelerine katılamayan, bir kürek toprak bile atamayan insanlar… Bu insanların da kaderi, Türköne’ninkinden farklı değil. Üstelik bu durumun ne kadar süreceği, daha kaç kişinin aynı acılara mahkûm olacağı da belirsiz.
Yine “iç dışa, dış içe çevrilsek” diye düşündüren bir manzara…
Bir diğer nokta ise Türköne’nin, “Ne de olsa terk edildik. Terk edilmek insana koyuyor.” sözleri. Bu cümle öylesine güçlü ki üzerinde destanlar yazılabilir. Dün sırtınızı yasladığınız dostlar, rejimin baskısı karşısında birer birer sizi terk etmiş. Hatta, rejimin propagandasını tekrarlayan nice anne-baba, yetiştirdikleri evlatlarını, nice kardeşler ise kardeşlerini “terörist” diyerek yalnız bırakmış.
İnsana koymaz mı? Elbette koyar. Ve bu terk edilmişlik, yalnızca Türköne’ye değil, yurt dışındaki binlerce insana da dokunuyor. Üstelik onların bir de vatan hasreti var.
Acıları yarıştırmak değil niyetim. Ama empati duygusunun bazen insana ağır gelen içselleştirmeleriyle, bu satırları yazıyorum. Tıpkı Silivri Postası’nda olduğu gibi…
Bu zulüm bitecek. Zamanını bilemiyorum ama bitecek. Çünkü yeryüzünde hiçbir zalim ebedî kalmamış, hiçbir zulüm de sonsuza kadar sürmemiştir. Temennimiz, bu zulmün bir an önce son bulması ve zalimlerin mazlumların iniltileriyle boğulmasıdır.
Ahirette ne olacağını Allah bilir; adaletinden ise zerre kadar şüphemiz yok.
Herkes hak ettiğini alacaktır.