Gelişmiş ülkeler, tüm evrensel değerleri ‘insan odaklı’ bir siyasi anlayış üzerine bina ederler.
Madeni ülkelerin siyaseti ile Türkiye siyaseti arasındaki uçurumu somut ve sıcak bazı örneklerle anlatalım.
Önce Avustralya:
Makam aracını ‘Avustralya Günü’nde, özel seyahat için kullanan Eyaletimiz (NSW) Ulaştırma Bakanı Jo Haylen, özür diledi.
“Özür” kamu vicdanında kabul görülmeyince hemen arkasından “istifa” etti.
Ne güzel bir ahlak değil mi?
Diğer ülkemiz Türkiye’de hasretini çektiğimiz, kayıplar hanesinde siyasi bir ahlak!
Peki, Ulaştırma Bakanı’nı istifaya zorlayan günah(!) neydi?
Devletin makam aracıyla, 448 km yolculuk yapmış olması.
Yani 13 saatlik yolculuk ve kullanılan kamu yakıtı.
Devlete maliyeti mi? 750 Avustralya doları.
Eyalet Başbakanı Chris Minns, Bakan Haylen’ın bu davranışını “kabul edilemez” buldu.
NSW Eyalet ana muhalefet lideri Mark Speakman, bakanın ‘özrünün kabahatinden büyük’ olduğunu, istifa etmesi gerektiğini ifade ederek, vatandaşın vergilerini bu şekilde harcamanın büyük bir saygısızlık olduğunu dile getirdi.
Ve beklenen oldu.
Bakan hanım “Yanlış karar verdim, özür dilerim. Halkı hayal kırıklığına uğrattım, bunun için çok üzgünüm.”dedi.
Aslında bakan herhangi bir suistimalde bulunmamıştı.
Çünkü, bakanlığın araç ve şoförünü şahsi işleri için kullanma yetkisi var(dı).
Bu yetki, yasa ile de belirlenmiş durumda.
Fakat bakanın bu tavrının, Kıta Ülkesi’nde yazılı olmayan “ahlak yasasında” yeri yoktu.
Kamu vicdanı, vatandaşların vergilerini çarçur etmeye müsaade etmedi.
Aslında bu ‘siyaset ve istifa ahlakı’ Kıta Ülkesi’nde ilk değil.
Daha önce de yaşanmıştı.
NSW Eyaleti’nin Liberal Partili eski Başbakanı Barry O’Farrell, bundan 11 yıl kadar önce 3 bin dolarlık bir hediyelik şarap nedeniyle istifa etmişti.
Evet, 3 bin dolar değerinde bir hediye için.
Melih Gökçek gibi parsel, parsel görmemişti O’Farell.
Ya da bir yüzükle gelip, bugünkü filolarıyla ‘dünyanın en zengin siyasetçisi’ olan ‘Tek adam’ rejiminin mucidi Recep T. Erdoğan gibi; “gemi var gemicik” zırvasına girmemişti.
Sydney ’de mahkeme, Başbakan O’Farrell’in, 2011’de Water Holdings Yöneticisi Nick Di Girolamo tarafından hediye edilen bir şişe şarap için yazmış olduğu ‘teşekkür yazısı’ ve ‘28 saniyelik telefon konuşmasını’ gerekçe gösterdi.
Ülkenin en büyük Eyaletinin Başbakan’ı amasız ve fakatsız, onurlu bir şekilde bastı istifayı.
O’Farrell, sadece istifa etmedi, siyasi kariyerine de aynı anda noktayı koydu.
Ankara’dakiler gibi mezarda siyaseti bırakma geleneği yok burda.
İstifanın arasından 11 yıl geçti.
Sanırım, Barry O’Farrell’i, bir sivil toplum kuruluşundaki görevi nedeniyle sadece bir kez haber kanalında gördüm.
Hatırlarsanız, 17-25 Aralık’ta Recep T. Erdoğan ile oğlu arasındaki “sıfırlama” konuşmaları, bugün belgesellere konu olacak uzunlukta.
Bizdeki gibi her yerden dolar fışkırmıyor, para sayma makinaları, çelik kasalar da yoktu ortalıkta.
Hepsi topu, topu 3 bin dolar değerinde bir hediye.
Man Adasına taşınan gemiler ve yurtdışına uçak filolarıyla seyahat etme hoyratlığı da yok.
Avustralya’daki bu siyasi duruşa, gıpta etmemek mümkün mü?
Ecnebi siyasetçiler, böyle onurlu bir siyasi duruş sergileyince, ülkelerindeki değerler de, refah seviyesi de her yönüyle imrenilir bir tablo arz eder tabi.
Bir ibretlik vakıa daha…
Bundan beş yıl önce Avustralya yangınları sırasında yaşanan ve bizimkilere ibretlik başka olayı paylaşayım.
Çıkan büyük yangınlarda, bazı bölgelerde yaşayan insanların evleri ve mülkleri olduğu gibi kül olmuştu.
Orman yangınların çıktığı esnada, dönemin Federal Başbakanı Scott Morrison, yurtdışındaydı.
Hatta tatildeydi.
Bu nedenle dönüşü ve yangın mahalline intikal etmesi gecikmeli oldu.
Ülkeye döner dönmez, ayağının tozuyla yangından etkilenen bazı kasabaları ziyaret etmişti.
Bir vatandaşın evinin önünde medyaya bilgi verirken, ev sahibi hışımla dışarıya çıkmış ve başbakana, “Burası benim evimin önü, defol git, röportajını başka yerde yap!” diye bağırmıştı.
Başbakan, büyük bir utançla evin önünü terk etmiş ve olup bitenler, dünya medyası tarafından geniş yer verildi.
Adeta sansasyon olmuştu.
Morrison, yangın bölgesi Cobargo kasabası ziyareti sırasında ise; yangına geç müdahale olduğu gerekçesiyle, tepki almıştı. İtfaiyeciler başbakanın gelişinde istifini bize bozmadılar.
Ayağa bile kalkmamışlardı.
Yangın mağduruyla tokalaşmak isteyen Başbakanın eli, havada kalmıştı.
Köy sakinleri ülke başbakanına “aptal” diyerek; “Buradan oy falan alamayacaksın dostum. Liberal Parti’ye oy yok” diye haykırmıştı.
Peki madalyonun bize bakan yönü?
Malum Bolu’daki yangında 78 insanımız feci bir şekilde can verdi, 51 vatandaş da yaralandı.
Peki ne oldu?
Hiç!
Gece yangın felaketini duyan oteller zinciri olan tacir AKP’li Turizm Bakanı istifini bile bozmadı.
Herkes yanıp, bedenleri kora dönünce ortaya çıktı.
İki hafta sonra unutuldu bile.
AKP iktidarı mı?
Pişkince ve ahlaksızca meydan meydan höykürüyor.
Sahi Maraş ve Hatay’daki depremde vefat eden 100 binden fazla AKP’li Bakan Murat kurum 120 bin olduğunu ağzından kaçırdı) vatandaş için ne yapıldı ki?
Peki ne oldu?
Kocaman bir hiç.
Depremin vurduğu illerde yine en yüksek oy AKP’ye!
Fay hattının geçtiği Maraş’ı en yüksek oyla AKP’li belediye aldı.
Niye utansın ki?
Veya istifa etsin ki?
6 Şubat depreminin yıldönümünde, Cumhurbaşkanlık “Deprem raporu” yayınladı.
Aradan 2 koca yıl geçmesine rağmen, deprem bölgesinde 395 konteyner kentte “70 bini kırsalda, 144 bini kentlerde kurulu 214 bin konteynerde 650 bin kişi barınıyor.
İşte biz buyuz.
Türkiye’deki seçmen-politikacı ilişkisinin acıklı ilişkisini şu fıkra en güzel şekilde resmediyor.
İki emekli parkta güvercinlere yem atıyor.
İhtiyarın biri: “Şu güvercinlere ne zaman yem atsam, ülkemizin siyasetçileri aklıma gelir.” der.
Diğer ihtiyar: “Neden?” diye sorar.
Öteki, “Siyasetçiler daha yerde dolaşırlarken elimizden yiyorlar, attığımızla besleniyorlar, havalanınca kafamıza pisliyorlar.” diye cevap verir.
Tam da ülkemizin halini anlatıyor.
Hem milletin malını yiyorlar, hem de pişkinlikle milletin tepesine pisliyorlar.
Sonra da, kutu kutu mangırlar…
Dev konvoylarla camilere gitmeler…
Son gezisinde olduğu gibi bir kaç uçak konvoyla seyahatler…
Filolarlar, Saray’lar, Gökdelenler…
Sıra sıra gemicikler…
Avustralya ve dünya Türkiye’yi niye kıskanmasın ki?
Öyle değil mi?
e.cansever@zamanaustralia.com.au