İftar sofraları, Ramazan’ın bereketinden nasibini almış dostluklara vesile oluyor. Özellikle gurbette, aynı kaderi paylaşan insanlar arasında kurulan bağlar daha derin, daha kalıcı oluyor.
Bayram ziyaretleri de bu bağların tescil yeri adeta. Bu yıl, uzun uzun konuşma imkânı bulduğum yeni göçmen ve muhacir dostlardan biriyle yapılan bir görüşme zihnime ‘mıh’ gibi çakıldı.
2017’nin başları. Yani 15 Temmuz’un hemen ardından, Amerika’da iltica başvuruları görüşmelerini yapan memurların Türkiye’de ne olup bittiğini tam olarak idrak edemediği, ama Erdogan rejiminin Hizmet Hareketi’ne karşı çoktan linç kampanyası başlattığı günler… Hizmet Hareketi mensubu bir arkadaş, iltica başvurusu sırasında görüştüğü memura hayat hikâyesini anlatıyor.
Eğitime adanmış bir ömür… Fakir fukaraya uzanan yardımlar… Kimse Yok Mu aracılığıyla yapılan uluslararası insani projelere sunmuş olduğu gönüllü katkılar… Karşısındaki görevli sessizce dinliyor. Ardından şu cümleyi kuruyor: “Siz bu hizmetleri burada yapsanız, size madalya verirler.”
İşte o cümle, hem aklımı hem kalbimi uzun süre meşgul etti.
Zira bir hizmeti anlamak için o işin özüne ve sonuçlarına bakmak gerek. Memurun karşısında yıllarca eğitim sevdasıyla yanıp tutuşmuş, dünyanın dört bir köşesinde yetim okşayan, kimsesize el uzatan bir insan var ve o insan bir günde terörist ilan edilmiş. Canı gibi sevdiği ülkesinden ayrılmak zorunda bırakılmış. Biz o toprakların ve o kültürün çocuğu olarak anlamıyor, anlamlandıramıyoruz Amerikalı memur nasıl anlasın Allah aşkına?
Şunu açıkça ifade etmeliyim: Eğer Hizmet Hareketi içinde gerçekten suça karışmış, hukuka aykırı davranmış bireyler varsa, onların bağımsız ve adil mahkemelerde yargılanmasına kimsenin itirazı olamaz. Her toplumda olduğu gibi her yapı içinde de çürük elmalar olabilir. Ama bu gerekçe, hareketin tamamını şeytanlaştırmaya, binlerce masum insanı fişlemeye, açlığa, işsizliğe, zindana ve hicrete mahkûm etmeye mazeret olamaz. Hele ki, kundaktaki bebekten yaşlı dedeye kadar herkese uygulanan bu topyekûn zulmün hiçbir haklı tarafı yoktur.
Bu ülkede yani Amerika’da ya da başka medeni ülkelerde, sivil bir yapının eğitime yatırım yapması teşvik edilir. Sosyal sorumluluk projelerine omuz verilmesi bir vatandaşlık görevi olarak görülür. Bir grup insanın, kendi inançları doğrultusunda hem kendilerini hem de toplumu geliştirmek için seferber olması takdirle karşılanır. Oysa bizim geldiğimiz coğrafyada, bu hizmetlerin “niçin yapıldığı” değil, “kimler tarafından yapıldığı” sorgulandı. Kim olduğunuz, ne yaptığınızdan daha önemli hale geldi.
Bir günde hain ilan edilenler, on yıllarca bu toplumun vicdanına ve geleceğine yatırım yapmış insanlardı. Geriye dönüp baktığımızda, aslında yaşadıklarımız sadece siyasi bir operasyonun değil, aynı zamanda bir toplumsal körleşmenin de göstergesiydi.
İşin rasyonel yönü burada başlıyor: Eğer bir hizmetin sonucu topluma fayda sağlıyorsa, bunun kimden geldiğine değil, neye vesile olduğuna bakılır. Ancak popülizmin hüküm sürdüğü toplumlarda duygular, aklın önüne geçer. Suçlama kolaydır, delil zordur. Damgalamak kolaydır, anlamak zaman ister. Ama zaman, bazen kimseye verilmez.
Öte yandan, bu yaşanmışlıkların duygusal yönü de ağır. Herkesin bir hatırası, ardında bıraktığı bir sınıfı, bir yetimi, bir komşusu, bir duası vardı. Göç etmek sadece coğrafya değiştirmek değil, hayallerini ve hizmet niyetini de valize sığdırmak demektir. Ama bir gün hiç tanımadığınız bir memurun gözlerinde “takdiri” görmek, insanın içindeki inadı pekiştiriyor: Demek ki yanlış yolda değilmişiz.
Bugün binlerce Hizmet gönüllüsü, farklı ülkelerde aynı kararlılıkla yeni nesillere umut aşılamaya devam ediyor. Artık ne alkış bekliyorlar, ne de madalya… Onlar sadece hakikatin bir gün anlaşılacağına dair sessiz bir inancı taşıyorlar yüreklerinde.
Ve belki de en anlamlı madalya, bir yabancının gözlerinde beliren saygıdır.
—
Not: Bazı konular vardır onlarca yüzlerce defa yazılsa sezadır. Bu yazıda bazılarına ‘kabak tadı verdirdi’ denecek türden olsa da tekrarında ve tarihe mal olmasında yeri olan bir konuyu işliyor. Umarım sıkılmadınız…