CENEVRE
1981 yılında İsviçre Hükümeti’nin burslusu olarak Cenevre Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz kliniğine gittim. Genel Kulak Burun Boğaz (KBB) konuları yanında, ayrıca işitme kayıpları ve baş dönmeleri ile ilgili otonöroloji denilen bölümde ekip olarak özel araştırma ve çalışmalar yaptık.
BOSTON
Cenevre’deki bu bölümün Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz bölümüyle çok yakın ilişkileri vardı.
Prof. Dr. Pierre Montandon, Türkiye dönmeden önce mutlaka Harvard‘a da gitmemin çok önemli olduğunu ısrarla vurguladı. 1983 yılında, kendi referanslarıyla, beni bu kliniğe gönderdiler. Prof.Dr.Harold Schukhnect ve Prof.Dr. Nelson Kiang’la tanıştım. Oradaki çalışmalara katıldım.
CENEVRE
Cenevre’ye dönerek bir müddet daha hocalarla birlikte çalışmalarımızı yürüttük. Ertesi gün artık ben ayrılıp Türkiye’ye döneceğim için, bir gün önceden birlikte çalıştığımız hocalara gideceğimi söyledim. Mevsim ramazandı.
Sabah geldiğimde toplantı salonunda yiyecek, içecekler hazırlanmıştı. Ben kendilerine bunları yiyemeyeceğimi ve oruçlu olduğumu söyledim. Görüşme ve konuşmalardan sonra kliniktekilerle orada vedalaştık. Programdan sonra Prof.Montandon bana “ aşağıdaki kafeteryaya gidelim” dedi. Oraya gidince bana “Ne içersin?” diye sorunca, ‘’Ben oruçlu olduğum için hiçbir şey yiyip içemem’’ dedim. ‘’Orucu bana anlatır mısın?’’ dedi. Ben de orucu ona kısaca anlattım. “Çok mükemmel bir irade terbiyesi” dedi.
ANKARA
Sonraki günlerden birinde Türkiye’ye döndüm.
Askerlik hizmetimi Ankara’daki Gülhane Askeri Tıp Akademisi KBB kliniğinde yaptım. İsviçre’de öğrendiğim, işitme potansiyellerini kullanarak, “objektif odiyometri’’ denilen, metodla işitme seviyeleri kaydediliyordu.Bu metot, hastaya bir şey sormadan, elektrotlar takılarak, kulağa verilen seslerin iç kulak ve beyinde oluşturduğu dalgaların kaydı idi. O zaman bunlar, Türkiye’de ilk defa kullanılıyordu. Gittiğim her KBB kongresinde bunları anlattım.
KAYSERİ
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz kliniğinde çalışmaya başladım.
Kayseri’de, Ege Üniversitesi Tıp fakültesi KBB kliniğindeki ihtisasım esnasında, Cenevre’de ve Boston’da öğrendiklerimin hem pratiğini yaptım, hem de asistanlarıma ve öğrencilerime bunları öğrettim.
Bir toplantı vesilesiyle Cenevre’ye gittiğimde, orada birlikte çalıştığımız klinik şefi Prof. Dr. Pierre Montandon‘u ziyaret ettim. Konuşmalarımız arasında hocaya, “Öncelikle Türkiye’de başlayıp, sonra da Orta Asya, Uzakdoğu ve Afrika olmak üzere dünyanın çok değişik ülkelerinde, Hizmet Hareketi tarafından, gönüllülerce, herhangi bir karşılık beklemeksizin eğitim müesseseleri açıldığını, bunların yanında, dini, dili, ırkı, milliyeti farklı da olsa herkesle çok güzel diyaloglar kurulduğunu, bu faaliyetlerin tamamen gönüllülük esasına dayandığını, siyasetin ve başka düşüncelerin olmadığını’’ anlattım.
Montandon, süratle odasından çıktı. Ben de herhalde unuttuğu bir hasta vardı, ona bakmaya gitti diye düşünürken, klinikteki bütün hocaları ve asistanları çağırdığını ve salona topladığını gördüm. Onlara; “Sizin de tanıdığınız Dr.Şerif Ali, çok güzel ve enteresan şeyler anlattı, size de anlatsın siz de dinleyin“ dedi. Ben onlara da bu güzellikleri anlattım, sorularını cevapladım. Sonra da müsaade istedim.
MOĞOLİSTAN
Bu ziyaretimden birkaç sene sonra, o yıllarda e-mail olmadığı için faksla hocaya, “İki hafta sonra bir grupla birlikte Moğolistan’daki açılmış olan Türk okullarını ziyarete gideceğimizi, kendisini de davet ettiğimizi’’ yazdım. Faksıma ertesi gün yine faksla cevap geldi ve hoca, “Peki geliyorum’’ dedi.
Moğolistan’a giderken, oradan dönerken, orada yaptığımız yolculuklar esnasında, kendi aramızda çok değişik konuları konuştuk. Ben de şahsen gerek bu konuşmalardan, gerekse ziyaretlerimiz esnasında, Montandon’la birlikte diğer misafirlerimizden, değişik konularda çok şeyler öğrendim. Halen de değişik vesilelerle bir araya geldiğimiz, farklı kültürlere ve dinlere sahip insanlardan faydalı ve güzel şeyler öğrenmeye devam ediyorum. Onlar da herhalde bizlerdeki güzel davranış ve sözlerden istifade ediyorlardır.
Montandon da Moğolistan’a giderken bu ziyarete çok kısa bir sürede nasıl karar verebildiğini anlattı. Bana; “Senden böyle bir faks gelince, öncelikle içimden hemen benim gelmem çok zor, randevular var, yapacak işlerim var gibi düşünceler’’ geçti. O esnada klinik sekreteri gelerek; “Hocam siz bu daveti kabul edin. Ben bütün randevuları sizin dönüşünüze göre tekrar ayarlarım’’ dedi. Ona da bir şey demedim.
Akşam mesaiden sonra eve gelince televizyonda bir belgesel izliyordum. Bu belgeselde bir aslan yavrusu bir ceylan yavrusunu kovalıyordu. İki kere kovaladı ve yakalayamadı. Bir üçgenin iki dik kenarı gibi olan güzergahta yorulmuştu. Üçüncü sefer denemesinde, bu sefer o iki kenarı dolaşma yerine daha kestirme olan hipotenüsden, yani kestirmeden, bypass yaparak koştu ve ceylan yavrusunu yakaladı.
Tam o esnada benim de beynimde bir kıvılcım belirdi. Kendi kendime; “Acaba ben de hayatım boyunca hep bu şekilde aynı güzergahları mı takip edeceğim, yoksa arada bir hayatta bypasslar yapamaz mıyım diye kendi kendime sordum. Hemen o esnada, ben de bu şekilde uygulayıp Moğolistan’a gideyim kararını verdim ve ertesi gün sana faksla onu bildirdim” demişti.
Demek ki hayatta hep aynı yollar, aynı metotlar, aynı tarzlar değil, bazen daha faydalı olabilecek, yeni yol ve yöntemler de kullanılabilmeli.
Birlikte Hizmet Hareketi’nin açmış olduğu okulları, resmi kurumları, devlet adamlarını, Cumhurbaşkanını ziyaret ettik. Orada bu okullarda hem belletmenlik yapan, hem de o ülkenin üniversitelerinde okuyan gençlerle sohbet ettik. Bir okulun mezuniyet törenine katıldık.
Gelen misafirlerimizle birlikte hoca da törende konuşma yaptı.
Özellikle ilk gittiğimiz bu Moğolistan ziyaretimizde, Montandon, tanıştığı insanlarla fikir alışverişlerinde bulundu. Onlarla gözlemlerini ve intibalarını paylaştı. Oradaki arkadaşlarımız da Türkiye’den gidip o ülkede üniversite okuyan ve aynı zamanda okullarda belletmenlik yapan ve İngilizceyi de iyi bilen gençleri, sırayla her gün birisi olmak üzere bu hocamıza kılavuz yaptılar. Bu gençler, hem tercümanlık yapıyorlar, hem de hocanın sorularını cevaplandırıyorlardı.
, “Bu gençlerin hepsi de çok mükemmel. Kendilerini ne kadar güzel yetiştirmişler. Bugünkü genç de aynen diğerleri gibi mükemmeldi“ dedi. Hoca böyle söyleyince, bu genç ağlamaya başladı. Hoca da, “Niçin ağlıyorsun?“ diye sorunca genç de anlatmaya başladı; “Biz Bingöl’lüyüz, ben ilkokulu Bingöl’de bitirdim. Sonra İstanbul’a göç ettik. Babam inşaatlarda çalışmak üzere geldi. Ben de onunla birlikte çalışacaktım. O sene kiraladığımız evin hemen yanında, sonradan öğrendiğim Hizmet Hareketi’ne ait bir öğrenci yurdu açıldı. Yurt müdürü, beni yurda davet etti. Sonra bana “sen gel bu yurtta kal, aynı zamanda ortaokula da buradan gidersin“ dedi. Babam da kabul etti.
Ben ortaokul ve liseyi bu yurtta kalarak bitirdim. Bu abilerimden çok şey öğrendim. Ailemi, vatanımı, milletimi sevmeyi, insanlara hürmetle davranma gibi güzel alışkanlıkları burada edindim. Bütün bu güzel davranışları yurttaki büyüklerimden öğrendim. Liseyi bitirince bu abilerim bana, ‘Sen Türkiye’de de üniversiteye gidebilirsin ama, Moğolistan’da bizim okullarımız açıldı, belletmenlere ihtiyacımız var. Belletmenler, hem bu okullara gelen gençlerle ilgilenecekler, hem de oradaki üniversitelere gidecekler. Önümüzdeki hafta bir grup oraya gidecek. Seni de gönderelim, orada hem belletmenlik yap, hem de üniversiteyi orada bitir’ dediler. Babama sordum, babam da ‘O abilerin ne diyorlarsa sen onu yap, git, çünkü şimdiye kadar ben onların hiçbir yanlışını görmedim’ dedi.
İşte ben Türkçeyi bile zor konuşabilen birisi olarak, İstanbul’da gittiğim yurtta Türkçemi geliştirdim, ortaokul ve lisede İngilizce öğrendim. Moğolistan’a geldim, burada da Rusça ve Moğolca öğrendim. Bunlar benim kabiliyetimden ileri gelmiyorlar. Bana bu konularda kılavuzluk yapan ve bu imkanları sağlayan, öğretmen, idareci abilerimiz ve işadamı büyüklerimiz oldular. İşte esas takdir edilecek ve teşekkür edilecek insanlar bunlar’ dedi.
Hoca bana dönerek, “Evet, ben şimdi Hizmet’i daha iyi anlamaya başladım. “ demişti.
İSTANBUL
Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyaret ettik. Montandon, Hocaefendi’ye izlenimlerini anlattı. Daha sonra da değişik konularda sorular sordu. Fethullah Gülen Hocaefendi, bütün soruları cevaplandırdı. Çok güzel ve verimli bir görüşme oldu. Ayrılıp asansörden inerken hoca bana “Sen hiç tercüme etmeseydin de ben hoca efendinin dediği her şeyi anlardım, tahmin ediyorum o da beni anladı” demişti.
Bu ziyaretten sonra, Lozan’da hocayı 29 Ekim kutlamaları çerçevesinde bir kuruluş, yemeğe çağırmış. Masada yanında bir Türk gazeteci varmış. Hoca, bu gazeteciye, Fethullah Gülen’i tanıyıp tanımadığını sormuş. Gazeteci, “O, tehlikeli bir insan, onunla tanışmam’’ deyince, hoca da ona “Onun hiçbir kitabını okudun mu?’’ diye sorunca, gazeteci de “Hayır’’ demiş. Hoca da “Hem kendisiyle konuşmamışsın, hem hiçbir kitabını okumamışsın, tehlikeli olduğu kanaatine nasıl vardın?’’ diye söyleyince, gazeteci masadan kalkıp gitmiş.
‘’The Economist’’ dergisinde Fethullah Gülen’le ilgili, Türkiye’de bazı çevrelerin ona ‘’terörist’’ dediklerini okumuş. Çok üzülmüş. Bana “Asla moralinizi bozmayın, Hocaefendi’ye benim de selam ve hürmetlerimi ilet, canını sıkmasın. Tarih boyunca değerli insanlar benzer şekillerde hep suçlanmışlar. Benzeri olaylar, Cenevre tarihinde de çoktur’’ demişti.
KAZAKİSTAN
Yine bir Orta Asya ziyaretine kendisini davet edince hoca, İsviçre’li arkadaşı, Time dergisinin baş editörü Henry Muller’i de davet etmişti. Ziyaret çok verimli geçti. Müesseseleri, yerli insanları, oralara gitmiş olan işadamları ve öğretmen arkadaşlarımızı okullarında, evlerinde ve işyerlerinde ziyaret ettik.
Kazakistan’a gitmek için İstanbul’a geldiklerinde, birlikte Zaman gazetesini de ziyaret ettik. O ziyarette Prof. Dr. Suat Yıldırım Hocam ve rahmetli Prof.Dr. İbrahim Canan Hocam da vardı.
Ayrı bir Moğolistan ziyaretimize, Montandon hocanın emekli olmasından sonra yerine klinik şefi olarak gelen Prof. Dr. Willy Lehmann ve eşi Marie-Christine de katılmıştı. Onlarla da Moğolistan’daki arkadaşlarımızı, eğitim müesseselerimizi, oradaki devlet yetkililerini ve oralı iş adamlarını ziyaret ettik. Bu ziyaretler de çok verimli geçmişti.
AFRİKA
Prof.Dr. Rudolf Hausler, daha sonra İsviçre’nin başkenti Bern şehrindeki Bern Üniversitesi Tıp fakültesi KBB bölümünün şefi oldu. Arkadaşlarımızla onu kliniğinde ziyaret ettik. Bir arkadaşımızın evinde akşam yemeği yedik. Bir vesileyle Afrika’ya giderken onu da davet ettik. Ve Afrika’daki dört ülkeyi birlikte ziyaret ettik. Oralardaki arkadaşlarımızı, okullarımızı, resmi makamları, bakanları, daha önce cumhurbaşkanlığı yapmış olan insanları ziyaret ettik.
Oralardan ayrılıp dönerken bana; “Bu işler sadece bu ülkeler için değil, tüm dünya için çok önemli ve çok güzel işler, ne olur bunları devam ettirin, benim de bir katkım olursa hazırım” demişti. Şu anda emekli ve Cenevre’de oturuyor. Kendisi ile de düzenli görüşüyoruz.
Montandon’un annesini de evinde birlikte ziyaret etmiştik. Bu ziyarette, hocanın annesine karşı olan nezaketine ve saygısına hayran kalmıştım.
GÜNEY AFRİKA
Güney Afrika’nın başkenti Johannesburg’da rahmetli Ali Kervancı Abinin, başından itibaren emek vererek yaptırdığı, içinde çok mükemmel bir cami, poliklinik, okul, alışveriş merkezi, kafeterya ve yurtların olduğu kampüsün açılışına, Montandon Hoca’yı davet ettim. Oraya gelince, Ali Kervancı Abiyle tanıştırdım. Program bitinceye kadar rahmetli Ali Kervancı Abi, hocanın elini hiç bırakmadı. Açılışa Cumhurbaşkanı, bakanlar ve bu şehrin tanınmış önemli şahsiyetleri de katılmıştı. Hoca da bunların hepsiyle tanışmış oldu. İsviçre’ye döndüğünde de bana “Güney Afrika izlenimlerim’’ diye bir rapor göndermişti.
ANTALYA VE AFYON
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Antalya’da tertip ettiği bir programa Montandon, eşi Patricia ile birlikte katılmışlardı. Bu programda, kendisi katılımcılara, Hizmet’le ilgili Türkiye’de ve yurtdışında gördüğü ve yaşadığı izlenimleri anlatmıştı. Buradaki programdan sonra arabayla, benim ilçem olan Sandıklı‘ya uğradık. Oradaki okulu ve öğretmen arkadaşları ziyaret ettik, daha sonra da bizim köyümüze gittik. Rahmetli annem köyün mahalle fırınında kendi elleriyle misafirlerimize börek yapmış. Köydeki evimize çıkınca, annem misafirlerimize bu böreği ikram etti. Ayrıca bizim cember dediğimiz, ince, etrafı güzel oyayla süslenmiş bir fular’ı hocanın eşi Patricia ablaya hediye etmişti. Misafirlerimiz bundan çok etkilenmişlerdi.
Montandon Hoca ve eşi Patricia, Ankara’ya kızımızın düğününe de gelmişlerdi ve nikah şahidi olmuşlardı.
CENEVRE,SON YOLCULUK VE EBEDİYET
En son olarak da bir yıl önce bir toplantı vesilesiyle Cenevre’ye gittiğimde, hocayla bir araya geldik. Yanımda bir işadamı arkadaşımız da vardı. Onunla tanıştırdım. Ona heyecanla Hizmet’i ve nereleri ziyaret ettiğini, kimlerle tanıştığını anlatmıştı.
Bundan on gün önce Prof. Dr. Willy Lehmann’dan bir mail aldım. Montandon Hoca’nın 20 Mart’ta vefat ettiğini yazıyordu. Ne kadar üzüldüğümü ifade etmem çok zor. Çünkü kendisi, eşi, çocukları aynen bizim akrabalarımız gibi olmuşlardı.
Çok arzu etmeme rağmen, ciddi bazı meşguliyetlerimden dolayı cenaze törenine katılamadım. Zürih’deki ve Cenevre’deki arkadaşlarımızı aradım. Sağ olsunlar, onlar hem benim adıma ve benim yerime hem de kendilerinin yerine cenaze merasimine katıldılar. Ailemizin üyeleri ile tanıştılar. Ben de hepsine tek tek mesaj gönderdim. Oğulları Jean Michel, Avusralya’daki avukat olan oğlu Marc, avukat kızı Therese, erkek kardeşi plastik cerrah Prof. Dr. Deny Montandon ve kız kardeşi Laurence’e arkadaşlarımız, benim taziyelerimi ilettiler.
Hepsi de bana teşekkürlerini bildirdiler. Montandon Hoca’nın, bizleri ne kadar sevdiğini ve kendisi ve Patricia ile birlikte yaptığımız her ziyareti, onlarla en detayına kadar paylaştığını anlattılar. Eşi Patricia da uzun bir e-mail göndererek bana teşekkürlerini bildirdi.
İsviçre’de yaşayan ve hocanın cenaze merasimine katılan arkadaşlarımız, benim, hocanın akrabaları ve arkadaşlarının da katıldığı bir anma günü tertip etmeyi konuştuk. İlerde,ilgililerle konuşup, herkese uyan bir zaman diliminde, kendisiyle ilgili hatıraların, çekilen fotoğrafların paylaşıldığı bir “Prof. Dr. Pierre Montandon’u anma günü’’ tertip edeceğiz.
HAYATIN ANLAMI
Demek ki hayat böyle bir şey. Her şeyin bir sonu var. Hepimizin bir sonu var. Önemli olan dini, dili, milliyeti, rengi, ne olursa olsun hemen herkesle insan olma ortak paydasından hareketle bir şekilde tanışılabiliyor, dost olunabiliyor, unutulmayacak arkadaşlıklar kurulabiliyor, kurulmalı da. Burada önemli olan aslında, bir taraftan bu dünyadan göç etmiş Montandon dostumuza dua etme, bir diğer yandan da başta eşi Patricia abla olmak üzere, Montandon’un çocukları, torunları, diğer akrabalarıyla kurulan bu güzel köprüleri işleterek, ilişkileri devam ettirmek. Allah’a şükür, onlarla da bu köprüler kuruldu, tanışıldı. Hem ben, hem bizim aile fertlerimiz, hem de arkadaşlarımız kurulan bu güzel ilişkileri devam ettireceklerdir inşallah.
BİTİRİRKEN…
Bazı konuları detaylı bir şekilde yazmamdaki amaç, dünyanın değişik yerlerine giden arkadaşlarımızın değişik vesilelerle tanıştıkları insanlarla diyaloglarını, insani münasebetlerini, işte bunların benzerleri şekilde ve hatta daha da mükemmellerini yapmaları ve devam ettirmeleridir. Böylece bu uluslararası dostluklar, nesiller boyu sürdürülmelidir.
Allaha şükür gittiğim yerlerde de bunların benzerlerini arkadaşlarımızın yapmaya gayret ettiklerini gördüm. Çünkü içinde yaşadığımız çağda, insanların bu şekilde, karşılıklı birbirlerini tanımalarına, sevmelerine, birbirlerini aramalarına, birbirlerini kardeş gibi kabul etmelerine, her şeyden daha fazla ihtiyaç vardır. Bu en önemli bir insani vazife. İnsanların, bunları yapmamak için mazeretler aramalarına gerek yok. Herkes, Allah’ın kendilerine verdiği farklı ve güzel kabiliyetleri, bu çerçevelerde her zaman, her yerde, her vesileyle kullanabilir, geliştirebilir ve devam ettirebilir.
Bu ve benzeri yaklaşımlar arttıkça, dünyadaki toplumların problemleri de o kadar azalacak, kimse kimsenin hakkını yemeyecek, savaşlar olmayacak. Onun için bu güzel, faydalı, hayırlı diyalogları başlatıp, nesiller boyu devam ettirmek gerekiyor.
Geleceğin dünyasının savaşsız, kavgasız, barış içinde ve barış adacıklarına dönmüş bir şekilde devam ettirilmesi, ancak bu şekildeki beklentisiz, samimi duygu ve gayretlerle gerçekleşebilecektir.
Bizim bu dostluğumuz da işte bu adacıkların kurulabileceğine ve devam ettirilebileceğin güzel bir örnek olarak alınabilir.
Allah (cc), hepimizi rızasından ayırmasın.
Allah (cc), dostum, kardeşim, ağabeyim, hocam, Pierre Montandon’a da öbür alemde rahmet eylesin. İnsanlık için yaptığı güzel çalışmalardan dolayı onu cennetle mükafatlandırsın. Başta değerli eşi Patricia abla olmak üzere,oğulları Marc, Jean-Michel, kızı Therese, kardeşleri Denys, Laurence ve ve diğer bütün aile fertlerine de başsağlığı dileklerimi gönderiyorum. Allah (cc) onlara da sabır, sağlık ve afiyetler versin.
Amin….