“Albatros Fırtınası”, Hilal Nesin’in Albion Media tarafından yayıma hazırlanan ve Ocak 2025’te basılan, 360 sayfalık çarpıcı kitabının adı. 360 sayfa gözünüzü korkutmasın; kitap öylesine akıcı, öylesine sarsıcı ki, adeta bir vakum gibi içine çekiyor. Bir anda kendinizi bir girdabın ortasında, başka bir anda demir parmaklıklar ardında buluyorsunuz. Nefes alamıyorsunuz, boğuluyorsunuz. Kalbiniz sıkışıyor. Ölecek gibi oluyorsunuz. Bazen de kusacak gibi…
“Bir insan bu kadar kötü olabilir mi?” diye soruyorsunuz. “Biz ne zaman bu kadar kötüleştik?” diye hayretle kendinize dönüyorsunuz. Vicdan arıyorsunuz ama nafile. Buluyorsunuz belki ama Türkiye’de değil… Meriç’in ötesinde, Yunanistan’da, Almanya’da, Fransa’da. Zamanında ağzımızı doldura doldura “gavur” dediklerimizin ülkelerinde… Üzülmemek, ağlamamak mümkün mü?
Albatros; büyük kanatları, efsanevi yön bulma yeteneği ve okyanuslardaki asaletiyle bilinen bir kuş. Fırtına ise yalnızca bir hava olayı değil; mecazen sarsıcı, yıkıcı ve dönüştürücü olaylar zinciridir. “Albatros Fırtınası” tamlaması, Hilal Nesin’in elinde zulme uğrayan insanların varoluşsal mücadelesini simgeleyen çarpıcı bir metafora dönüşüyor.
Hilal Nesin, 300 göçmen kadınla görüşmüş ama yalnızca 18’inin hikâyesini alabilmiş kitaba. Türkiye’de özellikle AKP iktidarı döneminde; cemaat mensuplarına, Kürtlere, Alevilere, Ermenilere ve daha birçok muhalif kesime reva görülen zulümleri sayfalarına taşımış. İlk elden, doğrudan tanıklıklarla tarihe bir not düşmüş. Gonca Kara’yı yaşadıklarını anlatması için cesaretlendiren gazeteci Marianna Kakaounaki’nin sözlerini kullanmış birçok kadını ikna etmek için: “Sen anlatmazsan, kimse anlatmaz. Birinin senin çocukların öldü demesiyle, senin ‘benim çocuklarım öldü’ demen aynı şey değil.”
İlki, duygudan yoksun bir üçüncü şahsın hikâyesi; diğeri ise… üç nokta koyayım buraya. Destan yazabilirsin demek.
Kitabı okurken defalarca gözyaşlarıma hâkim olamadım. Yaşanmış acılar, yaşanamamış hayatlar, bastırılmış haykırışlar ve sessiz çığlıklar karşısında yer yer vücudum dondu. Öyle anlar oldu ki gözlerim de “Artık yeter!” dedi. Gözyaşlarım isyan etti. Lambası patlamış bir odada, boş ve donuk bakışlarla kaldım.
Bir örnekle devam edeyim. Hadiseyi yaşandığı dönemde yakından takip etmiştim: Ahmet Burhan Ataç’a yapılan zulüm ve annesi Zekiye Ataç’ın çırpınışları… Bir annenin evladına sarılmasına bile izin verilmediği bir zihniyetin hâkim olduğu utanç verici bir dünya… Bürokratik kadroların taş kalpliliği, devletin merhametsizliği… Kemik kanseri olan, her ayağa kalkışında kemikleri kırılan bir çocuğun Almanya’da tedavi edilmesine engel olunması… Yazıklar olsun dedim satır satır okurken, hatta açık konuşayım, lanetler okudum.
Zekiye Ataç’ın hikâyesi, yalnızca Gülen Cemaati mensuplarına yapılan zulüm diye geçiştirilecek türden değil. Kitap boyunca anlatılan her hikâye; farklı etnik, inançsal ya da ideolojik kimliklere sahip insanların aynı devlet aklı tarafından ezildiğini ortaya koyuyor. Kürt de var, solcu da, Ermeni de, Alevi de, başörtülüsü de, başı açığı da… Ortada tek bir sistem var ve o sistem, AKP iktidarına muhalif olan her kesimi aynı zulmün farklı tonlarıyla öğütüyor.
“Albatros Fırtınası”, Hilal Nesin’in yalnızca kalemiyle değil, yüreğiyle yazdığı bir kitap. Ne tarafsız bir gözlemci, ne de yalnızca bir gazeteci. Bir anne hassasiyetiyle, bir insan yüreğiyle kaleme almış. Acıya dokunmuş ve okuyucunun da o acıya temas etmesini sağlamış. Acıya dokunmak kolay değildir. Hele onu başkasına da dokundurmak… Bu yüzden bu kitabın her bir satırı, tarihin soğuk arşivlerine değil, insanlığın sıcak vicdanına kazınmalıdır. Çünkü bu kitap, ortak acının sessiz çığlığıdır.
Hilal Nesin’e teşekkür ediyorum. Zulüm karşısında susanlara ayna tuttuğu için. Ortak acımızı tarihe mal ettiği için. Zalimlerin ipliğini pazara çıkartan o uzun zincire bir halka daha eklediği için. Ve en önemlisi: Mazlumların, mağdurların, masumların sesi olduğu için…