“En iyi bildiğin şeyi yap ve diren baba. Benim için değilse torunun için. Senin ona anlatacaklarını ben anlatamam. Elime yüzüme bulaştırırım. Gecenin bir yarısı “Mavra yapalım mı?” diye mesaj at bana. Sen benden başka kaç kişinin daha babasısın direnmek zorundasın.”
16 Nisan 2025 tarihinde böyle yazmıştı Sırrı Süreyya Önder’in kızı. Kızının çağrısına
Önder’in yaralı kalbi 18 gün direnebildi…
Keşke direnebilseydi… Doktorlar ‘çoklu organ yetmezliği’ dedi. Dolayısıyla ‘dünya
sürgününü’ 4 Mayıs’ta bitirdi. 1962 yılında dünyaya gözlerini açmıştı. İlginçtir 62 yaşında son noktayı koydu…
İşleri yarım kaldı. Hiç değilse barış sürecinin ete kemiğe büründüğünü görebilseydi. Onu anlatanlar hep ‘barış güvercini’ demeyi yeğledi.
Sevginin barışın ve hoşgörünün adamıydı. Yüzünden tebessüm hiç eksik olmadı. Sadece
kendisi gülmedi, güldürdü de… Neşesini yitiren siyasete nükteyi geri getirdi. Asâbı bozuk, asık suratlı adamların içinde ‘esprileriyle’ sivrildi.
Ankara’nın gülen yüzüydü. Tebessümü çalınan bir ülkenin son temsilcisiydi. Onun ölümüyle Meclis ve siyaset en başta ‘tebessümünü’ yitirdi. Zira mecliste yaptığı sert, ama esprilikonuşmalarıyla geniş bir kitle tarafından sevildi. Cenazeye katılan kalabalık bunun göstergesiydi…
Sanatının yanında kişiliği ve hikayesi de oldukça renkliydi. Gülen ve güldüren yüzünün
arkasında trajik ve dokunaklı bir aile öyküsü vardı. Hapisten çıkınca ihtilalcileri hiciv yoluyla eleştiren “Beynelmilel” filminin hem senaryosunu yazdı hem de yönetmenliğini yaptı. Ayrıca filmde oyuncu olarak yer aldı. Otobiyografik özellikler taşıyan bu film çok büyük bir beğeni topladı.
Aslında ‘Beynelmilel’ filmi onun ve ailesinin hayatından izler taşıyordu. Bu yüzden TBMM çatısı altında bir gün şöyle diyecekti: “O senin halkın var ya halkın… Ben onun tokadını doğduğum gün yedim!”
Kendisi solcu bir baba ve Risale-i Nur talebesi bir annenin çocuğuydu… Risale okuyan
dayılarını Nuriye Akman’a anlatırken şunları söyledi: “Dayılarım Said-i Nursi’nin
talebeleriydi. Ve ben memleketin ahvalini o yaşta anladım: Ya dayım sürgünde ya da hapiste ya babam cezaevinde ya da değişik mahrumiyetlerde. İkisini birden dışarıda olduğu hiçbir zaman dilimi olmadı bu ülke…”
Ne acıdır ki, yıllar geçti, iktidarlar geldi gitti, dünya değişti ama devletin zulüm politikasında hiçbir değişme olmadı. Hapishaneler yine ‘siyasi suçlularla’ dolu. Üstelik ağzına kadar…
Hapishanelerde Sırrı Süreyya’nın dayılarının dostları da var, babasının yoldaşları da…
Sırrı Süreyya siyasi tercihini babasından yana yaptı. Sosyalist ve devrimci oldu. Daha lise yıllarında hapisle tanıştı. Üniversite yılları ülkede anarşinin kol gezdiği dönemlere denk geldi.
Mülkiyede okurken 12 Eylül’ül gaddar pençeleriyle göz altına alındı, işkenceden geçti ve
Mamak’ta tam 7 yıl hapis yattı. Dile kolay, yaşayan bilir ancak. Yaşamının en güzel yılları çalındı.
Yıllar sonra milletvekili olarak işkencecisiyle yüzleşti… Sorular sordu, psikolojisini anlamaya çalıştı. Nasıl devletin zulüm yüzü değişmediyse Mamak işkencecisi de aynıydı. En ufak pişmanlık emaresi bile göstermedi.
2013’teki Gezi Parkı eylemleri sırasında diğer göstericilerle biber gazına maruz kaldı, hatta omzuna biber gazı kapsülü isabet edince hastaneye kaldırıldı. Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmemesi için iş makinalarının önünde durup, “Ben ağaçların da vekiliyim” dedi.
Son hapsini de AKP döneminde 10 ay cezaevinde kalarak yattı. AYM’nin kararıyla tahliye edildi…
Bugün arkasından timsah göz yaşı döken AKP’liler o gün onun tutuklanmasına karşı hiç tepki vermediler…
Rahatsızlanmadan bir gün önce Saray’daydı. Erdoğan, “Kaç çocuğun var?” diye sormuş.
Önder ‘bir’ diye cevap vermişti. Erdoğan, “Az değil mi?” deyince, “Hapishanelerde
yatmaktan çocuk yapmaya fırsat bulamadım!” karşılığını vermişti.
Sonrası sessizlik… Zira onun hapis yatmasının en büyük sebebi Erdoğan… Bunu herkes
biliyor olsa da kim sesini çıkarabilecek ki…
Sırrı Süreyya yıllardır milletvekilliği yaptı fakat siyasetin zenginleştirmediği ender
adamlardan biriydi. Başını sokacağı bir evi bile olmadı. Annesine aldığı ev de depremde
yıkıldı. “Bu hayatta yetemediğimiz şeyler oldu elbet. Evladım bir de torunum var. Onlar
‘Acaba babamız, dedemiz bizi utandıracak bir şey yaptı mı?’ diye ilerde bakarlarsa
yapmadım, yapmamaya çalıştım!” dedi.
Siyasette derin izler, gök kubbede hoş sadâ bıraktı giderken. Mazlumların sesi oldu.
KHK’lılara yapılan zulmü anlattığı Meclis konuşmasında; “Mazlumun âhı, indirir şahı, …
Nesiniz siz milletin ekmeğiyle bu kadar oynuyorsunuz?” çıkışı Meclis’in duvarlarında hala yankılanmakta…
Mazlumun rengine kimliğine bakmadı. Laf ebeliği hiç yapmadı. Yürekten konuşuyordu. Onun için söyledikleri herkesin kalbine dokundu ve hüsnü kabul gördü…
Sırrı Süreyya’nın siyasi mirası neydi? Çözüm süreci, KHK sorunu ve mazlumların derdi…
Arkasından ahkam kesenler, güzellemeler düzenler acaba bu mirasa sahip çıkar mı? Keşke…
Hassas, zarif ve ince bir kalbi vardı. Bu yüzden olsa gerek narin yüreği daha fazla
dayanamadı. Zira bu dünya yufka yürekliler için bir cehennemdi…
Dayanabilmesi için yüzbinler dua etti… Fakat, o işi tadında bırakmayı seçti…