TR724 sayfalarında birlikte yazıyoruz. Alanlarımız farklı ama olsun, ‘sütundaşız.’ Ne zaman bir yazısı yayınlansa susuz çöllerde vaha bulmuşçasına o yazıya doğru koşuyor ve hemen okuyorum.
Ne bulacağımı biliyorum çünkü. Orada ülkeme ait siyasi bir analiz değil aynı zamanda doğru istikameti gösteren ince ayarlı pusula bulacağım.
Necip F. Bahadır’dan bahsediyorum. Çok yazıyor ve çok iyi yazıyor. Köşe yazarları bilir; ‘iyi yazmak’ yetmez. Bir de nereye yazdığını, kimin için yazdığını, neden yazdığını bilerek yazmak gerekir. O da bunu yapıyor. Uzaktan da olsa Ankara’nın nabzını sadece elini değil, yüreğini de koymuşçasına damarından ölçüyor.
Kuru bilgi aktarmıyor. Açık istihbarat dediğimiz kamuya açık veri okyanusunda yüzerken, satır aralarındaki siyaseti, suskunluklardaki niyeti, kelime seçimlerindeki yönü görebiliyor. Yazarken bir “haberci” gibi değil, bir “şahit” gibi davranıyor.
Dedim çok yazıyor diye. Çok yazmak onun için bir kusur değil tam aksine üretkenlik emaresi. Haftada bir yazıp köşesine çekilenlerden değil. Velûd bir kalem. Yazmaya aşık desem ayıp olur belki ama yazmakla nefes alıyor sanki. Ya da yazmak onun için bir varoluş biçimi. Yazdıklarının hiçbiri tekrar değil. Her yazısı ayrı bir arayış, ayrı bir teşhis, ayrı bir iz bırakıyor okuyucunun zihninde.
Yazılarında zaman zaman bir kırgınlık havası hissediyorum. Öyle yüzeysel bir hayal kırıklığı değil bu. Derin, kişisel, içselleşmiş bir kırıklık. AKP’ye yönelik burukluk. Yazıları bir zamanlar içten içe umut beslediği AKP’nin artık o umudun tabutuna son çiviyi çaktığını görmenin onda uyardığı ses. Ben o sesi duyuyorum o yazılarda. Bazen de sözü öyle bir yere getiriyor ki tam konuşacak şimdi diyorsun sükut ediyor. Ama o sükûtu bile çok çok şeyler anlatıyor.
Daha açık yazayım: Erdoğan ve şürekasının oluşturduğu rejimin onun gibi düşünen, yazan, konuşan insanlara reva gördüğü muameleye maruz kalmışçasına bir hüzün var kaleminde. Sanki yıllarca hapis yatmış gibi, sanki bir sabah gözaltına alınmış gibi, sanki sevdiklerini ardında bırakıp gitmek zorunda kalmış gibi yazıyor.
İşin en ilginç yanı ise şu: Her şeye rağmen ümitsiz değil!
Bunu çok yüksek sesle söylemiyor belki ama kelimelerin altını eşeledikçe ortaya çıkan bir direnç var. Sessiz ama derin bir umut. Sarsılmış ama yıkılmamış bir inanç.
Türkiye’nin siyasi hafızasını çok iyi bildiği belli. Arşivi çok sağlam. Bugünü anlamak için dünü unutmamak gerektiğini bilen bir kalem onunki. Yazılarında sadece bugünkü manzarayı değil, bu manzaraya hangi patikalardan gelindiğini de anlatıyor.
Bu, yazarlıkta kıymetli bir meziyettir. Hele ki bugünün Türkiye’sinde, olayların peşinden koşmakla yetinmeyip, o olayların köküne inmek isteyen az sayıda isim kaldı. Necip F. Bahadır, onlardan biri. M. Ahmet Karabay bir diğeri…
TR724’te yazan biri olarak, onun varlığını bir zenginlik olarak görüyorum. İyi ki yazıyor. Kelimelerin hakkını veren, satır aralarına hikmet serpen yazarlara az rastlanır. Necip F. Bahadır, işte o nadir yazarlardan biri. Her yazısı, hem bugünü anlamaya hem de yarının pusulasını elimize almaya davettir. Sadece haberin peşinde değil; hakikatin izindedir. Bu yüzden onun varlığı, bir yazardan öte bir hafıza, bir duruş, bir vicdan değerindedir.
Bana göre onun yazıları sadece gündemi değil, zihnimizi ve vicdanımızı da diri tutuyor. Kalemi, zamanın ruhunu kayda geçiriyor. Bu yüzden onun yazıları sadece gazetecilik değil, aynı zamanda bir direniş biçimi. Kalemi kırılmasın, sözü yarım kalmasın.