İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Klinikliğinde asistandım. 1978 yılında, Bozyaka yurdunda kalan Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyarete gitmiştim.
Dişlerindeki bazı problemlerden dolayı diş hekimi, alt ve üst çenedeki dişlerin hepsinin birden görüntülendiği ve adına da panoramik radyografi denilen bir tetkik istemişti. O günün şartları altında da bu teknik sadece Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde yapılabiliyormuş. Hocaefendi bana, “Size zahmet olmazsa, Diş Hekimliği Fakültesinden bana bir randevu alabilir misiniz?” dedi. Ben de ertesi gün için çalıştığım hastanenin yakınındaki Diş hekimliğinden randevuyu aldım ve telefonla hoca efendiyi aradım. “Yarın saat 10:00’da hastanedeki acil servisin önünde buluşalım, oradan birlikte gideceğiz ”dedim. Kendileri de “Peki, orada olalım“ dediler.
Benim arabam yoktu. Arabası olan bir doktor arkadaşımdan arabasını istedim ve anahtarını aldım. Sözleştiğimiz saatte hastanenin önünde beklemeye başladım. Hocaefendi gelince de, “Buyurun efendim, arabamız burada” dedim ve arabaya oturduk. Ehliyeti yeni almıştım. Arkadaşımın arabası Renault idi, ben de ehliyeti Murat marka arabayla almıştım ve hiç Renault kullanmamıştım. Arabayı çalıştırdım. Geri vitese bir türlü getiremedim, epey uğraştım. Hocaefendi bana, “Renault‘larda herhalde geri vitesi, vitese bastırıp sağ öne doğru itiliyordu“ diye tarif etti. Ben de öyle yapınca, geri vitese takabildim ve otoparktan çıkıp diş hekimliği fakültesine doğru hareket ettik.
Ben çok heyecanlıydım. Fakültenin önüne geldiğimizde, önümüzden bir öğrenci yoldan karşıya geçiyordu. Ben de içimden bir an önce bu öğrenci geçse diyordum. Frene basmak aklıma hiç gelmiyordu. Neticede öğrenciye çarpmamak için sol taraftaki kaldırıma çıktım ve araba stop etti. Hocaefendi hiçbir şey demedi. Arabayı çalıştırıp yola indim, Fakültenin otoparkına park ettik. Arabadan inerken Hocaefendi sadece, “Yerli arabalar da biraz hızlı“ dedi.
İşlemler bittikten sonra tekrar arabanın yanına geldik. Arabanın yanında Hocaefendi ile devamlı beraber dolaşan arkadaşımızı gördüm ve ona; “Hayrola sen burada ne yapıyorsun” dedim. O da bana, “Biz Bozyaka’dan hastaneye otobüs veya dolmuşla gelmedik ki, benim arabayla geldik, sen araba hazır deyince Hocaefendi nezaketinden, ‘Bizim arabamız var onunla gidelim’ demedi ve senin arabaya bindi” dedi. Ben de hakikaten bu nezakete çok şaşırmıştım. Hocaefendi yine benim arabaya bindi ve çalıştığım hastanenin otoparkına kadar birlikte geldik. Sonra bana teşekkür etti, arabadan inip, arkadan bizi takip eden arkadaşımızın arabasına binip ayrıldılar.
Ben bu harekete ve nezakete çok şaşırmıştım. Herhalde bir nezaket ancak bu kadar olabilirdi. Aradan yıllar geçti, ben bu hadiseyi noktası virgülüne hiç unutmadan hâlâ hatırlıyorum.
Hocaefendi’yi tanıdığım ilk günden, vefat ettiği son güne kadar, hemen her konuda, herkese karşı, kendisinde o kadar farklı nezaket örnekleri gördüm ve yaşadım ki, bunları kaleme alsam herhalde birkaç kitap meydana gelir. Sadece benim gördüklerim değil, daha başka büyüklerimizin ve arkadaşlarımızın da benzeri örnekleri bunları ilave edince, insan, “Edepli ve nezaketli insan ancak bu kadar olabilir” diye düşünmeden edemiyor…
Demek ki diyorum hâlâ kendi kendime; “Hangi konuda, nerede, ne zaman ve kiminle olursa olsun daima nezaket kurallarına uyma’’ ne kadar önemli bir meziyettir.
Bütün bu dikkatlere rağmen yine de kimbilir diyorum kendi kendime, bu güzel örneği görmeme rağmen, farkına varmadan, o günden sonra bile bu konuda ne çamlar devirmişimdir, ne nezaket kuralları çiğnemişimdir diye düşünmeden de edemiyorum.
Konuşma ve davranışlar esnasında, özellikle alışkanlık haline getirilmesi gereken bu şekildeki saygı ve nezaket kuralları, okuyarak, görerek, dinleyerek edinilmeli ve daha sonra da bunların pratiklerini, nefsimiz tersini de istese, yaşamamızın bir parçası haline getirmeliyiz.
Bunlar yerine getirilince, karşıdaki insanlar da işte benim yukarıda yaşadığım örnekte olduğu gibi, bu güzel davranışları asla unutmuyorlar, ve dolayısıyla da bu davranışları sergileyenleri hayırla yâd ediyorlar. Aksine, nezaket kuralları dışında konuşan ve davrananlar ise o halleriyle hep hatırlanıyorlar ve onlara karşı bakış bulanıklıkları meydana geliyor.
Bu davranış ve hareketlerin çocukluktan itibaren eğitimin her safhasında verilmesi gerektiği gibi, anne babaların ve yaşça büyük insanların bunları yaparak ve uygulayarak, belki de bir şey demeden güzel örnekler olması işin en tabii yanı. Ama bazen de bunları karşıdaki insanları -çocuk bile olsa- kırmadan, utandırmadan, nezaketle hatırlatmak gerekebilir.
Bu şekilde, bu kuralları bilen ve uygulayan insanlardan oluşan toplumda da huzur ve güven oluyor, karşılıklı itimat gelişiyor. Bunların yapılmadığı ortamlar ve toplumlarda da insanlar, birbirlerini sanki cansız varlıklarmış gibi görüp ona göre davranabiliyorlar. Bu durumda da karşılıklı irtibat ve diyalog gelişemiyor.
İnsanın tabii ki öncelikle aile içinde annesine babasına, dedesine, ninesine, kardeşlerine olmak üzere, sonra da akrabaları, arkadaşları ve diğer insanlar nezdinde de bu davranışları bir refleks haline getirip uygulaması insanlığın bir gereği olmuş oluyor.
Bu güzel davranışların yaşandığı devirler hiç unutulmuyor, hep o günlere referanslar veriliyor. Bütün bunlardan dolayı da, insanların yeniden kendilerine bir çeki düzen vererek, sadece insanlara karşı değil, Allah’ın insanlar için yaratmış olduğu kainat içindeki her türlü hayvanlara, bitkilere, ekolojik dengeye dikkat etmesi, gelecek nesiller için en önemli ve en değerli yatırım elde edilebiliyor.
Her türlü nezaketin bir an önce bütün dünyada yaygınlaşıp, o güzel günlerde dini, dili, rengi, düşüncesi ne olursa olsun insan olma ortak paydasından hareketle, herkesle birlikte kardeş gibi yaşama dilek ve duasıyla.