15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin üzerinden 9 yıl geçti. Ancak bu sürede, darbe teşebbüsüne doğrudan katılanlarla sınırlı kalmayan gözaltı ve tutuklama dalgası, Türkiye tarihine “hukuksuzlukla anılan bir cadı avı” olarak kazındı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ise son yıllarda peş peşe verdiği kararlarla bu sürecin hukuka aykırı yönlerini tescilledi.
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Dairesi verilerine göre, Gülen Cemaati ile irtibatlı olduğu iddiasıyla bugüne kadar 390 bin 354 kişi gözaltına alındı. Bu kişilerden 113 bin 837’si tutuklandı. Gözaltına alınanlar arasında sadece asker ve polis değil; öğretmenler, akademisyenler, gazeteciler, memurlar, esnaflar ve ev kadınları da yer aldı.
Toplu gözaltıların çoğu somut delil yerine “örgüt üyeliği şüphesi”, ByLock kullanımı, Bank Asya hesap hareketleri, sendika üyeliği, gazete aboneliği ve sosyal medya paylaşımları gibi gerekçelerle yapıldı.
AİHM, bu süreçte Türkiye aleyhine verdiği kararlarla adil yargılanma hakkının sistematik olarak ihlal edildiğine hükmetti.
YÜKSEL YALÇINKAYA/TÜRKİYE DAVASI (2023)
AİHM, yalnızca Bank Asya hesabı, ByLock kullanımı ve sendika üyeliği gibi yasal faaliyetlerin örgüt üyeliği için delil sayılmasını Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı buldu. Kararda, Türkiye’deki yargılamaların “önceden belirlenmiş kalıplara” göre yapıldığı ve yargı bağımsızlığının ciddi biçimde zedelendiği belirtildi.
AKGÜN/TÜRKİYE KARARI (2024)
Başvuru sahibi Enver Akgün’ün yalnızca ByLock kullanıcısı olduğu gerekçesiyle tutuklanmasının hukuki bir temele dayanmadığına hükmeden AİHM, “ByLock kullanımının örgüt üyeliğine delil oluşturduğu yönündeki resmi söylemin mahkemelerce sorgusuz sualsiz kabul edildiğini” vurguladı.
TÜZEMEN VE DİĞERLERİ KARARI (2025)
AİHM, Temmuz 2025’te açıkladığı bu kararında, toplu halde gözaltına alınan ve tutuklanan 117 kişinin haklarının ihlal edildiğine karar verdi. Özellikle tutuklama gerekçelerinin şablon cümlelerle açıklandığını, delillerin kişiye özel ve yeterli nitelikte olmadığını tespit etti.
YARGI BAĞIMSIZLIĞI ZEDELENDİ, KHK MAĞDURİYETİ KURUMSALLAŞTI
OHAL döneminde çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile on binlerce kamu görevlisi mahkeme kararı olmaksızın ihraç edildi. Bu kişilerin büyük kısmı ne zaman, neye göre suçlandıklarını bilmeden mesleklerinden oldu. Yargılanmadan cezalandırılan bu bireyler hakkında AİHM’e binlerce başvuru yapıldı. AİHM’in birçok başvuruyu kabul edilebilir bularak incelemeye alması, yargısız infaz benzeri bir sürecin uluslararası hukukta karşılık bulduğunu gösteriyor.
Cemaat mensubu olduğu iddiasıyla yürütülen ankesörlü telefon operasyonlarında 1923 ayrı dosya kapsamında 28 binden fazla kişi hakkında işlem yapıldı. Ancak hukukçular, bu yöntemin bireysel isnatlara dayanmadığını, daha çok algoritmik analizlerle yapılan geniş çaplı suçlamalara dönüştüğünü savunuyor.
DELİLSİZ YARGILAMALARA TEPKİ
Sadece İstanbul’da, Gülen Cemaati ile bağlantılı olduğu iddiasıyla 13 bin kişi tutuklandı. Bu yargılamaların çoğu, gizli tanık ifadelerine, şüpheli dijital verilere ve önceden hazırlanmış şablon gerekçelere dayandırıldı. AİHM kararlarında da özellikle bu tutuklama gerekçelerinin, kişiye özel değil sisteme özel olduğu eleştirisi dikkat çekiyor.
Yüz binlerce insan hakkında yürütülen soruşturmaların birçoğu hâlâ sonuçlanmadı. Bazı davalar delil yetersizliğiyle düşerken, bazı sanıklar beraat etti, bazı dosyalar ise yeniden açıldı. Bu da hukuki öngörülebilirlik ve güvenlik ilkesinin ağır biçimde sarsıldığını gösteriyor.
ZULMÜN RESMÎ BELGELERİ ARTIK STRASBOURG’DA
Türkiye’nin darbe girişimini soruşturma hakkı elbette meşrudur. Ancak cezalandırmanın kişiye özel, delile dayalı ve adil yargılama güvenceleriyle yapılması esastır. AİHM’in peş peşe verdiği kararlar, 15 Temmuz sonrası sürecin yargı eliyle işlenen kitlesel bir zulme dönüştüğünü ortaya koyuyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları, artık sadece birer mahkeme hükmü değil; Türkiye’nin yakın tarihine düşülen utanç notlarıdır.