30 Haziran Pazartesi günü Merhum KHK’lı Prof. Dr. Haluk Savaş’ın oğlu Bedirhan Savaş sosyal medya hesabından, “Sevgili annem Doç. Dr. Esen Savaş, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.” paylaşımı bir anda gündeme oturdu.
Malumunuz Haluk Savaş Hoca da bundan beş yıl önce aynı tarihte vefat etmişti. İşin doğrusu beş yıl sonra olsa bile Esen Hoca’nın aynı tarihte vefat etmesi herkes gibi bizleri de duygulandırdı.
Her ikisini de 15 Temmuz Kurgu Darbe tiyatrosundan sonra tanıdık. Esen Hoca’nın vefatı vesilesiyle eşi Haluk Savaş Hoca’yı ve hizmetlerini de hatırlatayım istedim bu yazıda.
Haluk Hoca zor zamanların adamıydı. Denizciler ‘durgun suların iyi kaptan yetiştirdiği görülmemiştir, iyi kaptan fırtınalı denizlerde kendini gösterir!’ derler.
Evet, gecenin zifiri karanlığında, oluşan devasa dalgalarla boğuşurken gemi yüzdürmektir esas marifet.
İşte, Prof. Dr. Haluk Hoca fırtınanın en sert zamanında devasa zulümlerle boğuştu. Her şeye rağmen durduğu yeri değiştirmedi. Kendisine yapılan onca zulme rağmen doğruyu haykırmaktan çekinmedi. Dahası son nefesine kadar mazlumun, mağdurun yanında yer aldı. Zaten kendisi de Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) mağduruydu.
Kendisi Tıp okumuştu. Ancak kültür ve sanatla ilgisi hayalindeki meslek ile at başıydı.
Pek çok sanat projesine danışmanlık yaptı. Hz. Mevlana’nın pergel metaforu misali bir ayağı sürekli mesleğinde, diğer ayağı ise yetmiş iki milletin içindeydi.
Antep’te üç katlı bir yazlık yaptırırken, binanın önünde durup şöyle dedi: “Hz. Peygamber böyle evde mi oturdu. Ben burada oturamam.” Fakat, hanımın ısrarıyla sekiz ay bu evde yaşayabildi.
Taşındığı yazlıkta gördüğü bir akrebi öldürmeden dışarıya atmak istedi. Fakat akrep akrepliğini yapıp onu zehirledi. Akreplerin bile hayat hakkı olduğu düşüncesiyle hareket eden bu insan terörist olarak damgalandı.
Haluk Hoca, çok büyük mağduriyetler yaşadı, çok büyük zulüm gördü. Fakat, kanser gibi amansız bir hastalığa yakalandığı zaman bile umutsuz olmadı. Aksine etrafındakilere umut dağıttı.
KHK ile mesleğinden ihraç edildiği gün Üniversitesindeki odayı taparlarken bile tebessüm ederek fotoğraf çektirdi. Kendisi hayat doluydu. Enerjisi tüm insanlığa yetecek kadardı.
Tıp fakültesi yıllığına Nefi’nin şu beytini yazmıştı:
“Ne dünyadan safa bulduk ne ehlinden recamız var,
Ne dergâh-ı Hüdâ’dan maada bir ilticamız var.”
Bu dizeler, onun hayat felsefesini özetler gibiydi. Hayatı zevkü sefa içinde yaşamadı. Fakat hiç minnet altında kalmadan ve Allah’tan başka kimseye de recada bulunmadan gitti.
Hastalığı zamanında teşhis edilebilseydi, belkide insanlığa daha fazla hizmet edebilirdi. Fakat, zalimler insanlığa değil kendilerine yaltaklanmasını istedi. Bu yüzden hapiste yapılan tahlilleri bilerek kaybedildi. Tekrar, doktora çıkma ve yeni tahliller derken hastalık ilerledi.
Teşhis sonrası hastanede kalması gerekiyordu. Ancak dikta rejiminin adamı Rektörün baskısıyla tekrar hapishaneye gönderildi.
Eşi ‘siyasetin köpeği’ durumundaki savcıya ‘Lütfen hocası olduğu Üniversite hastanesinde onu bir cani gibi eli kelepçeli dolaştırmayın’ dedi. Fakat, tam tersini yaparak zalim karşısında eğilmeyen başını eğmek istediler.
Suçlandığı ‘Terör örgütü üyesi’ yargılamasından beraat etti. Ardından yurt dışında tedavi için pasaport almak istedi. Ancak KHK’lı olduğu gerekçesiyle rejim Haluk Hoca’dan intikam almak için pasaport vermedi.
Yaşananları sosyal medya hesabından, “Eğer sağ kalırsam, önce CİMER’e, olmadı idari mahkemeye, başarılı olamazsam bölge idare mahkemesine, o da olmazsa Danıştay’a, orada da olamazsa, AYM’ye, eğer o da olmazsa AİHM’e başvuracağım. TR’de ceberut devletle uğraşmak mı daha zor yoksa Azrail’le mi bilemedim? Eğer bana yurt dışında tedavi hakkı tanınmaz ise burada bağıra bağıra öleceğim ve herkes bu zulmü kimin yaptığını bilecek” demişti. Bundan bir gün sonra Adana Valiliği ‘ikna’ olup pasaport vermek zorunda kaldı.
Fakat çok geç olsa da yurt dışında gördüğü tedavi az da olsa fayda verdi. Bu da en çok KHK’lıların işine yaradı. Zira, KHK mücadelesinin sembol isimlerinden biriydi.
AKP rejimine, KHK’lılara yaptığı zulümler ve yaşattığı mağduriyetler nedeniyle kızgındı. Hiçbir zaman dikta rejimine boyun eğmedi, doğru bildiklerini söylemekten geri durmadı. Yüzbinlerce KHK’lının sesi olabilmek için KHK TV’nin kurulmasına öncülük etti. KHK TV şimdilerde salih bir evlat gibi arkasından mazlumlara hizmet eden bir kanal haline geldi… Ayrıca Türkiye genelinde KHK platformlarının kurulması için şehir şehir dolaştı. Bütün bunları yaparken 130 kilodan 65’e kadar düşse de son 2 yılını dolu dolu yaşadı.
Vefatından önce verdiği bir röportajda, “Ben burada ev sahibiyim. Meriç’te boğulmayacağım, Türkiye’de öleceğim!” dedi ve dediği gibi de vefat etti.
Vefat ettiğinde 54 yaşındaydı. Onun ölümünü gözü yaşlı eşi Doç. Dr. Esen Savaş şöyle duyurdu: “Elim birine değsin, ısıtayım üşüdüyse. Boşa gitmesin son sıcaklığım zihniyeti ile yaşamış, herkese iyilik yapmaya çalışan, melek kalpli eşimi kaybettim.”
Haluk Hoca, tüm bu mücadelesinde yalnız değildi elbet. Meslektaşı ve 26 yıllık eşi Doç. Dr. Esen Hoca ona son anına kadar destek oldu, dik durdu. Onun mücadelesine, sesine, davasına yaraşır yoldaşlık yaptı. Ancak bu mücadelenin elbette bir bedeli olacaktı. Bunca stres, üzüntü, hayal kırıklığı, Esen Hoca’yı da yıprattı. O da ayrılmak için çok sevdiği eşinin ölüm yıldönümünü seçti. 30 Haziran artık bu iki değerli bilim insanının anısının yâd edileceği, belki de tüm KHK zulmünün sembol tarihi olarak anılacak.
Bu süreç birçoklarının zannettiği gibi bir rejim veya bir çetenin marifeti değildi. Zira göz yummaktan planlamaya kadar birçok kişi bu zulümlerin arkasında durdu. Bu yüzden zulmü planlayanlar ve icra edenler cesaretlendi.
Suçun bireyselliği ilkesi, söz konusu KHK’lılar olduğunda işletilmedi. Haydi, adını daha da net koyalım: Hizmet Hareketi Camiasıyla “irtibat” ve “iltisak” suçlamasına maruz kalanlar, maraba yerine bile konmadı.
Efkan Ala’nın “kırın kapıyı, girin alın!” talimatından sonra hukuk sona erdi ve yürütme yargının ırzına geçti.
Kim bütün bunların faili?
Bugün Ekrem İmamoğlu ve CHP’lilerin kapasını çalan adaletsizlik ve Saray beslemeli yargıçları…
Haluk ve Esen Hocaları karı-koca taammüden öldüren asıl mesele de budur.
Senaryo yazarı Ayşe Saşa der ki; ‘insan için asıl önemli olan Allah’ın huzuruna çıkarken onurlu ve anlamlı bir hikâye ile çıkabilmektir.’
Haluk ve Esen Hocaların her ikisi de bu dünyadan giderken onurlu ve anlamlı bir hikâye bıraktılar. Allah’ın huzuruna da o şekilde çıkacaklarında şüphe yok.
Ne diyelim? Geride kalan omurgasızlar utansın…