Selim Çağlayan
Her türlü baskı ve şiddet sonrası şimdi de sessiz ve ince bir işçilikle karşı karşıya Hizmet hareketi.
Her yerde kendince şefkatli nasihler çıkmaya başladı. Bugüne kadar aşkın dalgalara karşı mücadele etmiş, “üslubumuz namusumuzdur” deyip çizgisini değiştirmemiş bir hareketi vicdanından vurmaya çalışarak mağdur ve mazlum binlerce insan “kurtulacak” müjdesi gibi kulağa hoş gelen sözlerle af dilemeye zorlanıyor.
Önşart ise Hizmetin kendini fesh etmesi…
Bunu yapanlar argümanlarını da akla mantığa yatkın ve duygusallığı iyi işleyerek veriyor. Onlara göre binlerce mağdur bu adım için umutla bekliyor!
İsterseniz süreci kısaca tekrar bir bakalım; 20 Temmuz’da değişen rejim ile birlikte milyonlarca insan mağdur edildi. Her türlü vatandaşlık haklarından ve insan haklarından mahkum bırakıldı, medya ise gözünü, kulağını kapattı. Öyle bir hava oluşturuldu ki bu mağdur insanlar kendi aralarında dahi iletişim kurmaya korktu.
Geriye tek bir mecra kalıyordu sosyal medya. Eski adıyla Twitter’da açılan mor odalarda konuşmaya başladı insanlar. Duygusal etkileşimler, dayanışmalar oldu. KHK platformları bu odalarda başlayan diyaloğun sonucu.
Sonra bu KHK’lılar içerisinde bazılarının itirazları çıkmaya başladı, sesleri gittikçe çoğaldı. Lütfen şu kısma dikkat kesilelim, Onlara göre devlete karşı bir yanlış yapılmıştı. Ülkesini, devletini seven! herkes gidip hatasını! söylemeli, af dilemeli ve Etkin Pişmanlıkçı olmalı.
Şükür ki KHK’lı olan bu insanlar okumuş ve bilgili ve bilge insanlar.
Kurulan tuzağı çok çabuk farkettiler. Yapılan teklif, itiraf değil iftiracılık olduğu, masum birçok insanın daha hayatına sebeb olacağı anlaşıldı. EP’çi olmayı tercih etmiş insanların durumunun ise daha beter olduğu örnekleri ile anlatıldı.
Bu teklifi yapanların bilmedikleri yada bilerek gizledikleri ise, her şeyin kendi kontrolünde olmasına alışmış bir rejimin uyguladığı taktikleri yeniden masum insanlara sunmalarıydı. Birçok sol örgüt ve dini cemaat için bu teklifler bilindik taktikler.
Yaşanılanlar, siyah elbiseyle dayak yiyen fil yavrularının beyaz elbiseyle gelen aynı kişilere sevgiyle bağlanması hikayesine benziyor. Eskisi siyah bir araçla kaçırıyor işkence ediyor öldürüyordu, yenisi ise beyaz bir araçla, karakteri, kişiliği, haklı olmanın vermiş olduğu vicdani rahatı kaçırmak istiyor. Tarihin eleştiri okları arasında fikirlerin ezilmesini, fikir dünyasında ölmesini istiyor. Yaptıkları aynı şey sadece kullandıkları renk farklı.
Bu taktiğe, tuzağa bilerek veya naifliği sebebiyle teşne olmuş akademisyenler var. Mesela ön önde olanlarından akademisyen arkadaş bu işlere bu kadar kafa yoracağına, vakit ayıracağına eski cemaati olan Menzil cemaatinin düştüğü durumu anlamaya çalışabilirdi. Oğullara devredilmiş, bin bir türlü oyunlarla en az üçe bölünmüş ve herkesin gözü önünde kavga eden arkadaşlarını uyarabilirdi. Zira bu tabloya bakan binlerce insanın kalbi mahsun, inancı sarsıldı. Tabi bu onlar için önemliyse…
Bu teklifi yapanlar, hala içerde kalan insanların, “Biz suç işlemedik ki af isteyelim. Biz af değil sadece hukuk istiyoruz”çığlığını duymalıydı.
Bu teklifi yapanlar, sahte diplomalar ile avukat olmuş, hakim olmuş kişilerin hukuku düşünmediğini bilmeliydi.
Bu teklifi yapanlar, mevcut rejimin Anaysayı Mahkemesini, AİHM’i, BM’yi takmadıklarını bilmiyor mu? Ötede Hakkın divanında büyük buluşmayı unuttu mu?
Yada bile isteye hakkın ve hukuk dışına çekmeye çalışıyorlar…
Ülkeyi bilen aklı başında herkes Hizmet hareketine yapılan bu teklifin yanlış olduğunu ifade etti.
Hatta Hizmete olan öfkesiyle bilinen Ahmet Şık bile bu teklife tepki göstererek, bunun tüm suçlamaları kabul manasına geleceğini söyledi. Hemde, kendilerine ev sahipliği yapan Ruşen Çakır’ın gözlerine bakarak.
Ayrı bir komedi ise tüm bu tartışmalarına gölgesinde dine, insana hizmetin ıskalanmış olması.
Mesela ne olacak, fesih olunca!?
Marketten arayıp, “Abi bu ürün caiz mi?” diye soran arkadaşa, yada çocuğunu getirip “Aman hocam buralarda kayıp gitmesin bizim çocuklar. Lütfen bir yer açın ilgilenin. Dil ve entegrasyon problemini çözmelerine yardım edin” diyenlere, telefon açıp, “ Çok bunaldım. Buluşup biraz muhabbet edelim, çay içelim” diyen insanlara karşı, kusura bakmayın biz kendimizi fesh ettik mi denilecek?
Sahi sizce Hizmet ne?
Eğitimden mahrum bırakılmış Anadolu insanın okuyup bir yerlere gelmesi değilmiydi? Orta Asya ülkelerinde yaşanan karmaşa sonrası oradaki çocuklara okul açarak el uzatma değilmiydi?
Sonra Afrika ülkeinin kara bahtlı, siyah tenli çocuklarına aydınlık bir gelecek hazırlama gayreti değilmiydi?
Afrika da su kuyuları açma fikri ancak dünyayı gülistana çevirmek isteyen bahçevanların yüreğinden çıkan Hizmet sevgisi değil miydi?
“Aç açabildiğin sineni, ummanlar gibi olsun” cümlesinin sonundaki mahzun gönüllere el uzatma değil miydi?
İnsanlığa Hizmet etme hedefi ile oturup kalkanlar yine aynı şekilde davranmalı. Kendi üslubundan taviz vermemeli. Geçmişin sayfalarını karıştırmalı ve bugünler terin tabandan çıktığı çileli günleri yeniden anlamalı.
Örnekleri kendinden olan bir harekete yakışan yine kendi içindeki örneklere bakmak ve rol modeli olarak almak olmalı.
Hocaefendi 1989 yılının Mayıs ayında İstanbul Fatih Camiinde, vaaz kürsüsünde yine o dertli sinesiyle anlatıyordu tufan peygamberi Hz. Nuh’un kısasını. Tufan devrinin cemaatine aktarıyordu Kamer süresinde geçen Hz. Nuh’un, رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَغْلُوبٌ فَانْتَصِرْ duasını ve sonra kendisi de yüzünü o çok sevdiği cemaatine, ellerini semaya yönelterek, Rabbena innana mağlubun!
Fentasir! Yenildim Allah’ım! Yenik düştüm Allah’ım! Fentasir! diyordu.
Her yönden gelen saldırıların, anlaşılmamanın, garipliğin, en yakınlarının hatta ailenin senden kaçmasının, dayanılmaz ağırlığı karşısına kendini yenik görenlerin semaya yükselen imdat çığlığıydı “Fentasir”.
Kendini yenik görenler ama Hakkın kapısından bir lahza ayrılmayanların duasıdır “Fentasir”.
O vaazı izleyenler bilir kurdaki kelimelerin kifayetsizliğini izlemeyenlerde ancak izleyince anlar o Fentasir çığlığının asırlar sonra bile nasıl arşa yükselen bir dua olduğunu.
Çile aynı çile, yol aynı yol, hatta topraklarda aynı topraklar… İyisimi gelin biz yine kendi örneklerimize bakalım. Onlar gibi yapalım. İmdat çığlığımızı semaya yollayalım. Elimizden geldiği kadar yanan kalpler için sevgi pınarı kan abı hayat kuyuları açalım.
İbrahim Hakkı gibi aşka gelelim neylerse güzel eyler vallahi güzel eyler, billahi güzel eyler, Yaradan dileyince her şeyi asan eder halk eder esbabı bir lahzada ihsan eder, diyelim…