“Komadan uyandı ve Çince konuşmaya başladı!” türünden haber başlıklarını görmüşsünüzdür. Şehir efsanesi mi yoksa gerçekten böyle örnekler var mı bilmiyorum. Lakin biz canlı örneğini yaşıyoruz: Devlet Bahçeli yoğun bakımdan çıktı ve bir anda barışın dilini konuşmaya başladı.
Kimisi “Suriye’deki yeni yapılanma çerçevesinde, Kürtler ve Öcalan’la birlikte hareket etmenin zekice bir manevra olduğundan” dem vurdu; tam tersini savunan kimileri ise, “Kürtler Suriye’de ikinci plana itilmiş bir güçtü artık onlarla bu saatten sonra ortaklık mantıklı değil” diye itiraz etti.
‘Ortağını köşeye sıkıştırmak için yaptı’ diyenler, Erdoğan zayıfladığı anda Bahçeli’nin de zayıflayacağını gözden kaçırıyordu. ‘Amerika’nın yeni oyun planı’ tezinin cevabı ise ‘Neden Erdoğan değil de Bahçeli başrolde?’ Kısacası herkes normal Bahçeli’nin bu olmadığı konusunda hemfikir ama gerekçe bulunamıyor.
Bahçeli, Kürtlerin önce kalbine sonra oylarına mı talip?
MHP’nin böyle bir derdi, çabası hiç olmadı, bugün olması için de bir sebep yok. Ama AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın var. Seçilebilmek için 50+1 oy almak zorunda olan o.
Artık daha önemli bir sorunun cevabı aranıyor: Süreç sonuna kadar götürülebilecek mi? MHP liderinin çıtayı her seferinde daha yukarı çıkarmasına mukabil, ortağı ikircikli tavrını sürdürüyor. ‘PKK’nın kurucu önderi’ ile ‘İmralı’daki hükümlü’ arasındaki mesafe kolay kapanacak gibi görünmüyor. AKP, MHP ve DEM Parti’nin oluşturduğu heyetin İmralı ziyareti de sürece güç katmadı, aksine AKP’deki tereddütleri belirginleştirdi, görünür kıldı.
“Ben gitmedim, kim gitti onu da bilmiyorum!” ortaoyunu, sadece Hüseyin Yayman’ı değil, AKP ve Erdoğan’ı anlatan bir kare olarak toplumun önüne düştü. Yakın dönemlerdeki sabıkası Erdoğan’a güvensizliği haklı çıkarıyor. Umduğunu bulamadığı, iktidarını sürdürecek kaldıracı elde edemediği her masayı dağıtabilir, her süreci bitirebilir. Bunu en iyi ve tecrübeyle sabit, Kürtler biliyor.
DEM’liler ve Öcalan ise su akıyorken testiyi doldurma kaygısında. “Ne koparsak kardır!” düşüncesi çok da gerçekçi değil. Çünkü Erdoğan vazgeçtiğinde testiyi de kırıp muhatabının eline veriyor.
Önceki açılım süreciyle şimdinin farkı Bahçeli. Erdoğan, Dolmabahçe Mutabakatını tanımadığını hatta haberi bile olmadığını açıkladığında, Ahmet Davutoğlu başbakandı. Gücü ve zoru gördüğünde geri adım atan Davutoğlu, ne kendi alanını ne de süreci savunabildi. “Biz hükümet olarak sonuna kadar götürme kararlılığındayız!” açıklaması yapan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ı da ortada bıraktı.
Yeni sürecin garantörü Devlet Bahçeli, Erdoğan’a kaçış noktası bırakmıyor. Tavrını net biçimde ortaya koyup, pazarlığı çok yüksekten başlatıyor. “Gelsin Meclis’te konuşsun!” çağrısı Öcalan’ın bile beklentilerinin üzerindeydi. Gerçekleşmedi ancak Meclis onun ayağına gitti. MHP liderinin eskisi gibi ülkeyi seçime götürme gücü yok, fakat Erdoğan’ın seçilmesini hatta seçime girmesini engelleyebilir. Buna güveniyor, bir de oy kaygısı yaşamamasına.
Trene hareket ettikten sonra binmek için peronda bekleyen kaçak yolcu gibi Erdoğan. Trenin hareket ettiğinden ve bedel ödemeyeceğinden emin olmak istiyor. CHP’nin İmralı manevrasıyla zor durumda kaldı. Kalabalıkta araya kaynamayı planlıyordu, ters ayakta yakalandı. Biletli yolcu haline geldi.
Demokrasi treninde işine gelen durakta inmişti, bakalım barış treninde sonuna kadar gidebilecek mi?