Türkiye, bütün absürtlüklerin bir arada yaşandığı bir ülke.
Siyasetin kirlenmesi, doğrudan hukuk ve adalet mekanizmalarının çürümesine yol açtı.
Kanunların uygulanamaz hâle gelmesi, demokrasinin temel unsurları olan medya ve teşebbüs hürriyetini duvara çarptı.
ABD’de sosis satan bir müptezel dükkanının vitrinine “F.TÖ’cü değilim” yazdı.
Yetinmedi, sosyal medyada “Dün gece striptiz kulübe gittim. F.TÖ’cü striptize gider mi?” diye paylaştı bir zamanlar Anadolu insanının saflığını simgeleyen külahı bile kirleterek. Bu tür kirli mizansenler, bu süreçte suçun üzerini örtme aracı olarak kullanılıyor.
Rejimin aparatlarından biri, İçişleri Bakan Yardımcısı Bülent Turan, “Pişman olan F.TÖ’cü yok, pusuda bekleyen çok. Cumhurbaşkanımızın ‘yalnız kaldım’ sözü hepimiz için çok önemli” demiş.
El hak; peşinden sürüler gibi gittiğiniz liderinizin gayretiyle daha çok yalnızlaşacaksınız.
Trol kafayla “terörist” dediğiniz o insanlar, pudra partilerinize ya da striptiz kulüplerine gitmediği için mi pişman olsun.
Onlar pişman değil.
Çünkü:
*Tertemiz insanlar, sizler gibi sicilleri kirli ve kabarık değil.
* Suç işlemediler ki pişman olsunlar.
Suçlu insanlar ancak nedamet duyar, pişman olur.
“Pusuda bekleyen” yok; var olan, sizin zulmünüzden korunmaya çalışan insanlar.
Bu masum ve günahsız kitleye hangi alçaklığı yapmadınız ki?
İşkencenin, tacizin, tecavüzün her türlüsünü son 10 yılda uyguladınız.
İnsanları kaçırdınız, kaybettiniz, genç yaşta kanser ettiniz insanları.
İşkenceyle canları kıydınız, evlatlarını intihara sürüklediniz, gencecik insanları hayattan küstürdünüz, ailelerini dağıttınız.
Ankara’nın göbeğinden, transportlarla eşkıya gibi insanları kaçırdınız.
Yetinmediniz…
Kininiz dinmedi…
Afrika’dan Orta Asya’ya, Moğolistan’dan Kosova’ya, Azerbaycan’dan Malezya ve Miyanmar’a kadar kara operasyonlar düzenlediniz.
Bu ülkenin tertemiz insanları, sizin zulmünüz yüzünden gurbete gitti; onları tanıyan ülkeler, vatandaşlık kapılarını ardına kadar açtıkça, sizin ne kadar çamurlu bir zihniyete sahip olduğunuz daha iyi anlıyorlar.
Sandıkta yenemediğiniz rakiplerinizi ya kayyım atayarak ya da çakma mahkemelerinizde “Siyasete köpeklik” yapan yargıçlarınızın eliyle tasfiye ettiniz, sizin gibi düşünmeyenleri uyduruk gerekçelerle cezaevlerinde çürütüyorsunuz.
Ama sizin bu çirkef siyasetinizin sonu yakındır.
Siz ancak uyuşturucu partilerine, striptiz kulüplerine layıksınız.
Hem de her yerde suçüstü yakalanıyor veya Allah kendi dilinizle sizlere itiraf ettiriyor..
Yaptığınız bütün rezaletleri “F.TÖ.” sakızıyla örtmeye çalışıyorsunuz.
Ama unutmayın: “İnsanlar zulüm eder, kader bir gün mutlaka adalet eder.”
Bir zamanlar “Haşhaşi” dediniz; bugün çocuklarınız konteyner dolusu uyuşturucularla yakalanıyor.
“Virüs” dediniz; ama siz milleti sömüren asalaklara dönüştünüz.
“Sülük” deniz, keneler gibi milletin ensesinden kanını emiyorsunuz.
“Paralel” dediniz; torpille devletin kılcallarına yandaşlarınızı yerleştirip asıl paralel devleti inşa ediyorsunuz.
“Vaiz lobisi” dediniz; vaaz kürsülerini, camileri hırsızlığa kılıf yapan siyasi karargâhlara çevirdiniz. Vatandaşın vergileriyle milyonlarca dolar dünyadaki lobicilere aktardınız.
“Telekulaklar”, dediniz; başkalarının mahremiyetini gizli kameralarla ihlal ettiniz.
“Kaset kumpasları” diye masum insanları töhmet altında bıraktınız ama meydan meydan “Ne özeli, bunlar genel, genel..!” diye höykürürdünüz, yaptığınız komploları itiraf ettiniz.
Siyaset ve dili kirlenince, mülkiyet hakkı ve özel teşebbüs zulmün postalları altında can çekişiyor.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Sayıştay ve diğer kurumlar can çekişiyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’den her gün yeni bir mahkûmiyet kararı geliyor; hukuksuzluk yüzünüze çarpılıyor.
Ülkenin güvenlik kurumları istediklerini fişliyor, dilediklerini izliyor.
Hasılı milyonlarca insanı aldatıp kandırarak bu çakma rejimi inşa ettiniz.
Aslında Hizmet Hareketi Camiasına karşı bu kirli kampanyalar yeni değil.
Sadece bu dönemde daha gaddar ve daha pespaye bir baskıyla karşı karşıya kaldı.
1990’larda dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Zaman Gazetesi’ni “ordu düşmanlığı” ile suçlamıştı.
Oysa gazete aylarca orduyla ilgili tek satır haber bile yapmamıştı.
Sonradan anlaşıldı ki, karargâhta hazırlanan basın dosyalarına başka gazetelerin aleyhte çıkan haberleri “ZAMAN” logosuyla ekleniyor, kara propaganda fabrikası bu şekilde çalıştırılıyordu.
Bugün ise; Saray rejimi “F.TÖ.” iftirasıyla her pisliğini örtmeye çalışıyor; bu oyunun yalnızca aktörleri değişti.
23 yıl önce de,
88 yıl önce de benzer filmier, benzeşen senaryolar hep aynı.
Bu coğrafyanın kaderi midir nedir?
Devletin tunç eli, kırbacı bir türlü vatandaşının ensesinden inmedi.
Zulümler birbirini takip etti, yaralar sarılmadan yenileri eklendi.
Dersim’deki zulümlerin yıl dönümündeyiz.
15 Kasım 1937.
88 yıl önce Dersim’in dağları feryadıyla inliyordu; Munzur’un suları adeta kan revan olmuştu.
O günlerin görüntüsü, bugünün zulümlerinin sessiz yankısı gibi kulağımızda çınlıyor.
İdam sehpasına götürülen Seyit Rıza’nın son sözleri tarihin vicdanına kazınmıştır:
“Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz.”
Bu dünyevî isteğe verilen cevap, insanlığın ne denli karardığını gösterir:
“Oğlunu da asacağız!”
Seyit Rıza, oğlunu kurtarmak için yalvarmaz; onurla şu cevabı verir:
“O zaman beni oğlumdan önce asın!”
Ancak o dönemin gaddar yargıcı bu son isteği bile insanlık kuralı saymaz; daha büyük bir acı yaşatır ve Rıza’nın oğlu Resik Hüseyin’i, babasının gözleri önünde asarlar.
O anın sözcüsü olan dizeler tarihe düşmüştür:
“Bizim alnımızda kara leke yok.
Başını dik tut ciğeramın.
Varsın buğday meydanı,
bugün bize Kerbela olsun…”
Pusuda bekleyen rejim aparatlarına, Amerika’daki Striptiz Kulübü’ndeki külahlı ‘ETÖ’cü ve rejimin tüm paydaşlarına, ortaklarına, Seyit Rıza’nın 88 yıl önceki cevabıyla karşılık verelim:
“Sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun.”
Bu sözler yalnızca geçmişin acısı değil; baskıya, zulme ve vicdansızlığa karşı insan onurunun teslim olmama çağrısıdır.
Tarih, hatırlamak için değil; aynı hataları tekrarlamamak, adaleti ve insanlığı yeniden tesis etmek için var.
Ders almayan bugünkü muktedirler de yarın, dünküler gibi; hep lanetle ve nefretle anılacaklar.
Not: Seyit Rıza’yı ve zulümle hayatını kaybeden tüm masumları rahmetle anıyorum.
e.cansever@zamanaustralia.com.au