Washington’daki kilit gazetecilerden Jeffrey Goldberg’in Başkan Barack Obama ve danışmanlarıyla aylarca görüştükten sonra hazırladığı araştırma dosyası geçen hafta The Atlantic dergisinde yayınlandı. ‘Obama Doktrini’ başlıklı geniş dosyaya baktığımızda bir de ne görelim? Meğer Obama, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili kanaatlerini şimdiye dek hiç olmadığı derecede netlikle Goldberg’e açıklamış.
Arap Baharı’nın ilk evrelerindeki ümit havası yerini ‘gaddarlık’ ve ‘işlemezliğe’ terkettikten sonra Obama’nın hayal aleminden çıktığını ifade eden Goldberg, Başkan’ın en derin hayal kırıklıklarından birinin ise bizzat Ortadoğulu liderler olduğunu kaydediyor. Bu bağlamda önce Obama’nın İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’yla sorunlu ilişkisini anlatıyor. ABD başkanının ‘sinirlerini aşırı derecede bozan’ başka liderler de bulunduğundan bahsederken sözü Erdoğan’a getiriyor: “Obama başlarda Türkiye’nin cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Doğu ile Batı arasındaki bölünmüşlüğe köprü oluşturacak bir çeşit ılımlı Müslüman lider olarak gördü. Ancak şu anda onu -Suriye’ye istikrar getirmek üzere devasa ordusunu kullanmayı reddeden- bir fiyasko ve otoriter olarak telakki ediyor.”
Beyaz Saray sözcüleri, Goldberg’in dosyasında yeralan İngiltere Başbakanı David Cameron’u incitebilecek bazı ifadelerde geri adım attılar. Ancak Obama’ya atfedilen olumsuz Erdoğan tasvirlerini yalanlayan olmadı. Obama’nın özellikle son birkaç yıldır Erdoğan’dan rahatsız olduğu Washington’u yakından takip edenlerce biliniyordu. Ancak o kanaatlerin bu denli açıkça kamuoyuna yansımasına ilk kez imkan verildi. Halbuki Erdoğan ve Türkiye’yle ilişkide şu ana dek Obama genelde iyi polisi oynamıştı. Erdoğan’ı gerek dış gerek iç politikadaki beğenmediği tutumlarından dolayı doğrudan eleştirmekten kaçınmıştı. Belli ki Erdoğan’la ilgili gerçek kanaatlerini tarihe not düşmeden görevini tamamlamak istemiyor ABD başkanı.
ZAMAN GASPIYLA DİBE VURAN İMAJ
Türkiye’nin en çok satan ve en büyük muhalif gazetesi Zaman’a 4 Mart’ta polis baskınıyla el konulması ve barışçı protestoculara orantısız güç kullanımı, Washington’da Erdoğan’ın zaten çok bozuk olan imajının iyice dibe vurmasına vesile oldu. Amerikan medyasının büyük tepkisini çeken bu demokrasi, özel teşebbüs ve basın özgürlüğü cinayeti, reelpolitik güdülerle Ankara’yla bir şekilde iyi geçinme ihtiyacı hisseden Beyaz Saray üzerindeki baskıyı da artırdı. Washington Post, New York Times, Wall Street Journal, Los Angeles Times, Chicago Tribune…Amerika’nın en muteber gazetelerinin yayın kurulları, Zaman gaspını kınayan başmakaleler yayınladı. ABD ve Avrupa Türkiye’deki otoriterleşmeyi durdurmak için daha aktif çaba içine girmeye davet edilirken, tüm eleştirilerin odağında tek bir isim vardı: Recep Tayyip Erdoğan. Amerikan anaakım meydası Erdoğan için artık ‘despot’ ve ‘tiran’ gibi son derece ağır ifadeler kullanıyor. NATO üyesi ve Avrupa Birliği adayı hiçbir ülkenin lideri Batı medyasının diline böylesine düşmemiştir. Basın meslek kuruluşları ve diğer insan hakları gruplarının feveranı da cabası.
Başta Beyaz Saray ve Kongre olmak üzere siyasetçiler, böyle bir kamuoyu dalgasına kayıtsız kalamaz. Nitekim ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Samantha Power ve çok sayıda Kongre üyesi twitle Zaman’a destek verirken, Amerikalı gazetecilerin sıkıştırmasıyla iyice bunalan ABD Dışişleri Sözcüsü John Kirby de, Ankara’daki anti-demokratik eğilimi daha sitemkar ifadelerle eleştirmek durumunda kaldı. Obama, yardımcısı Joe Biden ve Dışişleri Bakanı John Kerry’den henüz doğrudan bir yorum duymadık. Ama onlardan aldığı yetkiyle konuşan ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass, gerekli mesajları verdi. Etliye sütlüye karışmayan tarzı olan John Bass bile insan hakları ve demokrasi konularında artık sesini yükseltiyorsa, Washington’daki havanın ne kadar kötü olduğunu tahmin edebilirsiniz.
WASHİNGTON’DA ZERRE KADAR İTİBARI KALMADI
Bütün bu tepki dalgasında Ankara’nın yüksek rakımlarındakileri en çok rahatsız edenlerden biri, ABD’nin eski Ankara büyükelçileri Morton Abramowitz ve Eric Edelman’ın Washington Post’taki oldukça sert makalesi oldu. Abramowitz ve Edelman, Zaman’a baskın fotoğrafıyla sayfa manşeti olan makalelerinde Erdoğan’a ‘ya reform yap, ya istifa et’ çağrısında bulundular. Bir kısım iktidar yanlıları her zamanki anti-semitik ve ırkçı tavırlarıyla müelliflerin dini kökenini nazara vererek Erdoğan’a tabanlarından yeni siyasi puanlar devşirme gayretine girdiler. Oysa büyükelçiler o makaleye sol ve sağ eğilimleri temsil eden iki önemli uluslararası ilişkiler uzmanı sıfatıyla imza atmışlardı. Orada serdedilen görüşlere ABD’nin diğer eski büyükelçilerinin ve Türkiye uzmanlarının da çoğunlukla katıldığına kuşkum yok. Bir zamanlar gerek demokratik reformlar gerek yapıcı bölgesel politikalar açısından büyük ümitler bağlanan Erdoğan’ın Washington’da artık zerre kadar itibarı kalmadı desem, abartmış olmam.
Yurtta ‘Amerika’ya bile meydan okuyan adam’ imajını pompalamasına rağmen, Erdoğan gerçekte temel uluslararası meşruiyet odağı olarak gördüğü ABD’den oldukça çekiniyor. Özellikle Obama’yla şahsi ilişkisini sağlam tutmayı pek önemseyen Erdoğan, hakkındaki ‘fiyasko’ ve ‘otoriter’ yorumlarını sineye çekme pahasına, bu ay sonunda bir uluslararası nükleer zirve için geleceği Washington’da ABD başkanından özel randevu koparmaya çalışıyor. Amerikan kamuoyundaki olumsuz hava, o muhtemel görüşmenin diplomatik rayiç bedelini artırıyor. Erdoğan’ın Amerika’ya dış politikada yeni tavizler vermeksizin randevuyu alması zor görünüyor. Kendini ve ülkesini dünyada böylesine kötü durumlara düşüren siyasetçiler ancak paralel evrende ‘dünya lideri’ olabilir. Tam bir fiyasko…