Kur’an-ı Kerim, göklerde ve yerde her şeyin Cenab-ı Hakk’ı tesbih ettiği ve zaten O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şeyin olmadığını İsra Suresi’nin (17/44.) âyetinde ifade ediyor. Fıtratın fıtrî olarak her zaman baharda ayrı, kışta ayrı şekilde celâlî ve cemâlî Esmâ-i İlâhiye’yi ilan ettiği elbette bir gerçek… Üstad Bediüzzaman Hazretleri, eski eserlerinden Lemaat’ta bu hususta şöyle diyor:
“Dinle, havadaki demdeme (nağme, tınlama), kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme (ezgi, ritimli nağme), denizdeki gamgama (dalgaların sesi), ra’dlardaki rakraka (gök gürlemesiyle çıkan şiddetli ses), taşlardaki tıktıka, birer mânidar nevaz (ruhu okşayıp rahatlatan ifade)… Eşyada olan sesler, bir varlık sesidir: ‘Ben de varım!..’ derler. O susan kâinat, birden söze başlıyor: ‘Bizi câmid (donuk, cansız) zannetme, ey insan-ı boşboğaz!.”
Yirmi Dördüncü Söz’ün Birinci Dalı’nda ise şöyle diyor:
“Deniz içinde ve yer yüzünde merhamet ve şefkatte terbiye edilen küçük hayvanattan ve yavrulardan sor. ‘Ne diyorsunuz?’ de. Elbette, ‘Yâ Cemil! Yâ Cemîl! Yâ Rahîm! Yâ Rahîm!’ diyecekler.” Bu son cümlenin hâşiyesinde ise diyor ki: “Hatta bir gün kedilere baktım. Yalnız yemeklerini yediler, yattılar. Hatırıma geldi: Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübarek denilir? Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden biri geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi. Sarih (açık, net) bir surette ‘Yâ Rahîm, Yâ Rahîm, Yâ Rahîm, Yâ Rahîm!’ diyerek, güya hatırıma gelen itirazı ve tahkiri, kediler tâifesi namına reddedip yüzüme çarptı. (…) Sonra sabahleyin başka kedileri dinledim. Gerçi onun gibi sarih değil, fakat farklı derecede aynı zikri tekrar ediyorlar. Başlangıçta hırhırları arkasında ‘Yâ Rahîm’ fark edilir. Gitgide hırhırları, mırmırları aynı ‘Yâ Rahîm!’ olur. Mahreçsiz, fasih bir zikr-i hazîn olur. Ağzını kapar, güzel ‘Yâ Rahîm!’ çeker.”
1980’li yıllarda İzmir’den Kayseri’ye giderken akşam vakti bir yemek ve namaz molasında arabanın başında ağabeyleri beklerken, lokantadan süzülüp çıkan Van Kedisi’ne benzeyen güzel bir kediye, “Sen de Yâ Rahîm, çekiyor musun, bakalım!…” diye lâf attım… Yanıma gelip ayaklarıma sürtünmeye başladı. Bunu gören sahipleri koşup geldiler. Kedi onları görünce kaçtı gitti. Biraz sonra yine geldi. Uzaktan görünce yine koşuştular… Kedi tekrar yanımdan uzaklaşıp gitti. Ben ağabeyleri çağırmaya gittim. Gelip arabaya bindiğimizde, kediyi arabamızın içinde bulduk. Sonra bu sevimli kediyi kucaklayıp indirdik. Mehmet Ali Hocam, Yusuf Pekmezci ve arabayı kullanan Şengün Sonbahar Ağabeylerim bunun şahididir…
Bu mevzuyu konuşurken, bu hususta yapılmış tıbbi araştırmalardan da bahsedildi… Kedinin bu sesinin içinden geldiği ve bazı hastalara iyi gelip şifa ve devâ olduğu da tesbit edildiği söylenildi. En azından rahatlatıcı bir özelliği varmış… Bunları duyunca beş-altı sene önce Almanya’da tanıştığım İtalyan asıllı ekonomist Prof. Dr. Francesco Rizzo’nun ‘Yâ Rahîm’ ile ilgili şu sözlerini hatırladım:
“Ben Sicilya Adası’nın karşısındaki bir kasabada doğdum. Memleketimde Müslümanlardan kalma bir hamam ve tarihi bir bina vardır. Babaannem şifâ konusunda bir ocak gibiydi. Bende de öyle bir özellik var. Bu husus için Kazakistan ve Siri Lanka’ya kadar gittim. Şifa üzerine çalıştım. Müslüman olmadan önce, bir Türk’ü tedavi etmiştim. Bir müddet sonra gelip bana ‘Tam iyileşemiyorum. Çünkü sen Müslüman olmadığın için, neler okuyup neler söylüyorsun bilmiyorum. Duaların içime yatmıyor. Sen tedavi ederken ne diyorsun?’ dedi. Ben de, ‘Yâ Rahîm, diyorum. Mânâsını bilmiyorum ama, içime bu söz doğuyor’ dedim. Türk, ağlamaya başladı: ‘Bu söz, bizim Bismillahirrahmanirrahîm, dediğimizde, Besmele içindeki Allah’ın Rahîm ismidir’ dedi. Ben de şaşırdım. Daha sonra Oğuzhan Beylerle tanıştım. Onlarla İstanbul’a geziye gittim. Onlarla Sultan Ahmed Camii’ne girdim. Orasının altı yaşında gördüğüm yer olduğunu hatırladım. Babaannem rüyada burasının çok sevdiği bir yer olduğunu söylemişti. Ama caminin içinde kendimi kırk yaşımda görüyordum. Tam da orada kırk yaşımda Müslüman oldum.”
Üstad Hazretleri’nin söyledikleriyle bunları birleştirdiğimizde az-çok bir şeyler hissediyor ve doğru iz üzerinde olduğumuzu anlıyoruz.