Halkın Kurtuluş Partisi’nin (HKP), Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın üniversite diplomasının sahte olduğu iddiasıyla yaptığı başvuruya, savcılıktan tartışma yaratacak bir yanıt geldi.“Dilekçeyi İşleme Koymama” kararı veren Ankara Cumhuriyet Savcılığı, kararda Erdoğan’ın İstanbul Üniversitesi’nden mezun olduğunu iddia etti.Halkın Kurtuluş Partisi’nin yaptığı şikayete takipsizlik çıkınca olay yüksek mahkemeye gitti.HKP’nin bu başvurusunda avukatlığını Ömer Faruk Eminağaoğlu üstlendi. Ömer Faruk Eminağaoğlu tarafından yürütülen hukuki sürece dair şu bilgiler verildi:Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yükseköğrenim diplomasının sahteliği nedeniyle HKP’nin, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı suç duyurusuna İŞLEME KOYMAMA KARARI verilince, bununla ilgili olarak HKP tarafından 13.7.2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yoluna gidilmiştir.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının;
DİLEKÇEYİ İŞLEME KOYMAMA” kararı ve bu kararın gerekçesi,
Kararın tebliğ edilmeyeceğine karar verilmesi,
Karara karşı başvuru yolları belirtilmeyerek “KESİN OLARAK” karar verilmesi,
Karara karşı başvuru yolu yasal olarak kapatılmadığı halde soruşturma makamının bu yolu kapatması,
Karara karşı bir başvuru yolunun bulunmaması veya gösterilmemesi, durumları, tek tek ve bütün halinde;
AİHS’nin 13. maddesinde düzenlenen Etkili Başvuru Hakkı’nın ve Hakikatı Bilme Hakkı’nın, Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen Hak Arama Özgürlüğünün,
AİHS 1. madde ile düzenlenen İnsan Haklarına Saygı Yükümlülüğü’nün, Eşitlik ilkesinin, Anayasanın 40. maddesinde düzenlenen haliyle Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması ilkesinin,
Anayasa’nın aynı maddesinde düzenlenen “devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” kuralının, dolayısıyla hukuk güvenliği ilkesinin ve Etkili Başvuru Hakkı’nın,
AİHS 7 no.lu Ek Protokol’un 2. maddesinde düzenlenen iki dereceli yargılanma hakkının, bu nedenle Adil Yargılanma Hakkının,
Yasal koşulları taşımayan bir aday ile seçim yarışmasına girildiği düşünüldüğünde EK-1 no.lu protokolün 3. maddesi ile düzenlenen “serbest seçim hakkı”nın,
Başvurucunun siyasi parti olması nedeniyle talep ve suç duyurusunun işleme konulmaması ve dahi başvurucunun parti olması nedeniyle kararın tebliğ edilmemesi örgütlenme özgürlüğü/Dernek kurma hakkının (AİHS 11) ihlalini oluşturmakla
HKP adına Anayasa mahkemesi’ne bireysel başvuru yoluna gidilmiştir.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı dosyasında, soruşturma savcısı işleme koymama kararı vermiş ise de, bu kararda Erdoğan’ın üniversite mezunu olduğunu söylemekle, aynı zamanda yeni bir iddia getirmiş, dilekçeyi işleme koyup, işin esasına da girdiğini gösermekte, bu yönüyle kendisiyle bile çelişki yaratmıştır.
Yusuf Halaçoğlu; “Cumhurbaşkanı olmak için 4 yıllık fakülte mezunu olmak gerekir. Erdoğan’ın mezun oldum dediği Sultanahmet’teki İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi onun mezun olduğu zaman üç yıllıktı. Bu nedenle Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğu ortaya atılan Diploma sahtedir.” diyerek, R. Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı Seçilme Yeterliğine sahip olmadığını iddia etmişti. Bu seçimlerden sonra da Cumhurbaşkanı’nın diploması ile ilgili tartışmalar devam etmiş, seçim öncesindeki iddiaların sahibi Yusuf Halaçoğlu; “Ben, Cumhurbaşkanına diploman sahte diyorum beni mahkeme vermiyor. Normal başka bir şey olsaydı çoktan verirdi. Diyorum ki; 1981 yılında mezuniyet belgesi almışsın, mezuniyet belgende ne resim var, ne gizli damga var, soğuk damga var. Dekanın da mührü yok. İmza var, mühür yok. Kazıntı ve silinti yoktur diyor diğerlerinde resim var, soğuk damga var. Seninkinde niye öyle değil? Oraya not düşülmüş, ‘elden aldım’ diye. Mezuniyet belgenin sonrasında kurulmuş bir üniversiteden nasıl mezun olabilirsin? Marmara Üniversitesi’nin diplomasını nasıl alırsın diye soruyorum ve İşletme mezunu olarak nitelendiriliyor. Halbuki İşletme ile alakası yok.”diyerek ısrarla iddialarının arkasında durmuştur. Gerçekten de Halaçoğlu tarafından iddia konusu yapılan eksikliklerin tamamı, ekte bir örneğini sunduğumuz 3/4/1981 tarihinde verilen “Mezuniyet Belgesi”ndebulunmaktadır(EK-2).Dahası bu tarihte yani 1981 ve öncesinde adı geçen okulda öğretim süresinin üç yıl olduğu açık seçiktir.Diğer yandan, bu mezuniyet belgesine göre Tayyip Erdoğan’ın mezun olduğu okulun adı: İSTANBUL İKTİSADİ VE TİCARİBİLİMLER AKADEMİSİ’dir.
Araştırmacı Yazar Ergun Poyraz; R. Tayyip Erdoğan’a ait olan diploma aslını yayımlamıştır(EK-3). Ekte örneğini sunduğumuz ve R. T. Erdoğan tarafından İstanbul 15. Noterliği’nin 13 Nisan 1994 tarih ve 0424 yevmiye numaralı işlemi ile onaylattırılan diploma ise yukarıda belirtilenden farklıdır. Buna göre Tayyip Erdoğan, MARMARA ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ MEZUNUDUR.
Marmara Üniversitesinden nasıl olur da sonradan kendisine bağlanan akademi diploması değil de Tayyip Erdoğan buradan mezun olduktan sonra kurulan Marmara Üniversitesi diploması verilir, anlamak mümkün değildir. Açıkça bir sahtelikler süreci örülmüştür.
Yineyalnızca sureti bulunup aslı bulunmayan diploma örneğinin, bu kez EK-2’deki suretinin fotokopisinin 2014 yılında yeniden bir başka notere onaylattırıldığını görüyoruz(EK-4). Bu onaylı suret ise Cumhurbaşkanlığı seçimleri için YSK’na verilmiştir. Aşağıda detaylı açıklamalarımız ayrıca yapılmak üzere, çıplak gözle ilk görülen, ilk suret onayındaki mührün, ikinci suret onayında daha sola kaydığıdır. Daha önce basılmış mühür nasıl olur da ikincisinde yer değiştirir. Bu açıkça bir sahtecilik işareti değil midir?
Diğer kuşkuları özetlersek, Tayyip Erdoğan’ın kendi açıklamaları da dahil olmak üzere basına yansıyan haberlerden:
Erdoğan’ın 1981 tarihli geçici mezuniyet belgesinde, resminin ve Dekan imzasının bulunmadığı; aynı tarihli başka öğrencilere ilişkin diplomalarda hem resim hem dekan imzasının bulunduğu; Erdoğan’ın diplomasında dekan olarak gözüken Doç. Dr. Sinan Artan’ın imzasının diğer öğrencilerin diplomalarındaki kendi imzasından farklı olduğu; 1981 yılında Erdoğan hakkında düzenlenen geçici mezuniyet belgesinde okul numarasının 2443 olarak gösterildiği, Marmara Üniversitesi tarafından verilen lisans diplomasında ise 8234 olarak belirtildiği, bu durumun söz konusu diplomanın sahte olarak düzenlendiğini ortaya koyduğu; wikipedia web sayfasında üniversiteye giriş bilgisinin de yer almadığı, ifade edilmiştir. Ayrıca, yine Erdoğan’ın Üniversiteye giriş tarihinin herhangi bir yerde bulunmadığı, Refah Partisi’nin 1994 seçimleri aday tanıtım evrakında Erdoğan’ın üniversiteye “1974-75” girişli olduğu ve 1979 yılında mezunu olduğu, sonradan ise Milliyet Gazetesi’nde mezuniyet tarihinin 1981 olarak yer aldığı; İstanbul İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi’nden alındığı iddia edilen Mezuniyet Belgesi’nde ise mezuniyet yılına 1981, mezuniyet dönemine ise Şubat yazıldığı, Akademide “Şubat” diye bir dönem olmadığı, bir döneme kadar “yaz ve güz” dönemleri varken, şu anki sistemde ise “bahar ve güz” dönemleri olduğu; Cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde diploma tartışmaları büyürken Marmara Üniversitesi Rektörü Zafer Gül’ün kamuoyuna yazılı bir açıklama yaptığı ve bir de duplikat diploma yayınladığı; Rektör’ün, yazılı açıklamasında diplomayı vermek için üniversite kayıtlarından hiç bahsetmediği, yalnızca mezuniyet belgesinin mevcut olduğunu söylediği, Rektör’ün yayınladığı diplomada da mezuniyet yılının 1981, mezuniyet dönemi olarak ise Şubat yazdığı; oysa 1981 yılı Şubat döneminin 1980-1981 eğitim ve öğretim yılı içerisinde olduğu; Marmara Üniversitesi’nin “bir diplomanın Marmara Üniversitesi tarafından verildiğini doğrulamak” -yani iş başvurusu yapıldığında, sunulan diplomanın gerçek olup olmadığının sorgulanabildiği resmi bir sistem- için kurduğu diploma doğrulama sisteminde Erdoğan’ın mezuniyet bilgileriyle sorgulama yapıldığında, herhangi bir kayıt bulunmadığı; ancak Erdoğan’ın kamuoyuna açıklanan diplomasından farklı bilgilerle sorgulama yapıldığında, yani mezuniyet tarihi 1981-1982 olarak sorgulandığında, kaydın çıktığı; Marmara Üniversitesi dönem rektörünün yayınladığı diplomada diploma numarasının “8345” yazdığı, yayınlanan diplomanın fotoğraflarına bakıldığında bu rakamın açıkça görüldüğü, internette basit bir aramayla ulaşılabilen TC Kimlik numarası girerek, Rektör’ün yayınladığı “8345” diploma numarası sorgulanınca, böyle bir diploma kaydının olmadığı; özetle Marmara Üniversitesi dönem rektörünün yayınladığı ve YSK’na da bildirilmiş olan diplomanın bilgileri Marmara Üniversitesi’nin kayıtlarıyla uyuşmadığı, Erdoğan’ın diplomasında dekan olarak ismi geçen Prof.Dr. Ömer Faruk Batırel’in 1981 yılında dekan olmadığı, Erdoğan’ın mezuniyet yılından bir yıl sonra 1982 yılında bu fakültenin kurulup ilk dekanının Ömer Faruk Batırel olduğu, diploma tartışması başladığında Marmara Üniversitesi’nin Erdoğan’a ait olduğu ifade edilen bir diploma yayınladığı, Marmara Üniversitesi web sayfasına göre, dekanlığının 1982 yılında başladığı ve 1992 yılına kadar devam ettiği, yani diploma gerçekse altında dekan bölümünde Prof. Dr. Batırel’in isminin bulunmamasının gerektiği, diplomadaki tarihi yalanlayan bir başka noktanın da Batırel’in Marmara Üniversitesindeki Profesörlük ünvanının başlangıcının 1982 olduğu, özgeçmişinde Batırel’in 1976-1982 yılları arasında Doç. Dr. olarak görüldüğü, Erdoğan’a verilen diplomada Prof.Dr. olarak imzası olan Batırel’in, diplomanın verildiği Şubat 1981 yılında Doç.Dr. olarak anıldığı anlaşılmıştır.
Tayyip Erdoğan’ın talebiyle açıklama yapan Marmara Üniversitesi Rektörünün açıklamasından sonra ise kuşkular daha da artmıştır. Şöyle ki:
1. Erdoğan, DİPLOMASINI kaybetmesi/okunaksız hale gelmesi nedeniyle, bunun yerine 2011’de DUPLİKATA alırken, diploma konusundaki önceki belgeler iade edilir. Duplikatada, diploma üstündeki isimlerin, imzasız olarak yer alması esastır. (Mevcut 2013 sonrası yönerge md. 12/3)
2. Rektörlük, açıklamasında “2011’de duplikata verildi” der.
3.Duplikata varken, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde bu duplikatanın kullanılması gerekirken (1512 Sayılı Noterlik Yasası md. 94 dolanılarak) aslı olmayan diplomanın 1995’teki noterdeki onaylı örneği üzerinden 2014’te noterden bir daha örnek çıkartılarak, bu örnek YSK’na verilir.
4. Diploma ve duplikata üstünde Marmara Üniversitesi ve “dört yıl” öğrenim ifadesi yer almaktadır.
5. 1981 Şubat’ta öğrenim bitirildiği ifade edilmesine rağmen, 1982’de kurulan Marmara Üniversitesi ve 1983’de kurulan İktisadi İdari Bilimler Fakültesi (Rektörlük açıklaması, sy 2, prg 8) diploması/duplikatası verilmiştir.
6. 1973 yılında İHL mezunu olmasına rağmen, 1973 sonbaharında Eyüp Lisesi’nde fark dersi verildiği ifade edilmektedir. Bu konuda hiçbir belge bulunmamaktadır.
7. Eyüp Lisesi’nden 1973 sonbaharında fark dersi verilmesi durumunda, 1974 yılı için üniversite merkezi sınava girilmesi ve aynı yıl yerleşme söz konusu olmaması gerekirken, 1974 yılında kayıt yaptırıldığı ifade edilmektedir. Fark dersleriyle, hangi bölümlere kayıt yaptırılabildiği de açıklığa kavuşturulmamıştır.
8. 1973 tarih ve 1750 sayılı (4.11.1981 tarih ve 2547 sayılı Yasa öncesindeki) Üniversiteler Yasası’nın 54’ncü maddesine göre, öğrenim süresine ek olarak yarısı kadar bir süre içinde bitirme durumu olmazsa ilişik kesilmesi söz konusudur.
9. 14.6.1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası’nın 31, 32, 36’ncı maddelerinde, İHL bitirenlerin girebileceği alanlar konusunda hüküm getirilmiş, yüksekokullarının sürelerinin yasa ile düzenleneceği ifade edilmiştir.
10. “Aksaray Yüksek Ticaret Okulu” (1974 yılındaki adı ile Aksaray İktisadî ve Ticarî İlimler Yüksekokulu)’nun, giriş tarihindeki öğrenim süresi ortaya konulmamıştır.
11. Yüksekokul öğrenim programına tabi tutulup, 1980-1981 Şubat döneminde öğrenimin bitirildiğinin belirtilmesi karşısında, (okul 4 yıllık olmamasına rağmen, 4 yıllık olsa bile, yarı süre de eklenince, eğitim öğretim yılı üzerinden süre hesabı yapıldığında) normalde 1750 SY md 54’teki süre aşılmıştır.
12. Mezuniyet belge tarihindeki isim, sıfat ve ünvanlar, o tarihte görevde olan kişilerle ilgili isim, sıfat ve ünvanlarla çelişki taşımaktadır.
13. Sınıf arkadaşı olduğu söylenen rektör, kendisinin 1978’de mezun olduğunu söylemektedir. Mezun olduğu okul için, bugünkü adıyla değil, o günkü adıyla İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler AKADEMİSİ ifadesini kullanmaktadır.
14. 2809 Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu Geçici madde 3/1 ve geçici madde 4’e göre, “Yükseköğretim Teşkilat Yasası’nın yürürlüğünden önce öğrenimlerini bitirenler, artık kendi okullarının değişen yeni isimlerini değil, eski isimlerini taşıyan belgeleri kullanmaları gerekmektedir. Buna rağmen Tayyip Erdoğan’a ait olduğu öne sürülen diplomada bitirdiği söylenen okul değil, Marmara Üniversitesi yazması açıkça yasaya aykırıdır.
Aydın Ayaydın, 1978-1981 arasında dört yıl boyunca hocası olduğunu, dört yıllık İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne bağlı İktisat ve Ticaret Yüksekokulu’nu bitirdiğini söylemektedir.
Erdoğan ise 1981 yılında, Marmara Üniversitesi İktisadî ve Ticarî Bilimler Fakültesi’ni bitirdiğini ifade etmektedir.
YSK’na ise, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, noter onaylı diploma örneği sunulmaktadır.
TAYYİP ERDOĞAN, HANGİ ÜNİVERSİTEDEN MEZUN OLMUŞTUR sorusuna, kendisinden, rektörlükten, hocalığını yaptığını iddia ettiği kişiden, ve YSK’dan 4 farklı cevap geldiği görülmektedir.
Rektörlüğün açıklamasından sonra Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği (ÜNİVDER) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tartışma konusu olan üniversite diploması için açıklama yapmıştır. Açıklamada, Erdoğan’ın üniversite değil, yüksek okul mezunu olduğu ifade edilmiştir. Açıklama ve her biri soruşturmayı gerektiren tespitler şöyledir:
“* Cumhurbaşkanı 1991 yılında geçici mezuniyet belgesini teslim etmiş ve diplomasını üniversiteden almıştır. Yani diploma rektörlükte değil cumhurbaşkanının kendisindedir.
* Dolayısıyla sorumlu rektör değil bir birey olarak cumhurbaşkanıdır. Cumhurbaşkanı böyle bir durumda diplomasını ortaya koymalıdır.
* Aslında geçici mezuniyet belgesi veya diploma ilk işe girdiği kurumlarda, askerlik şubelerinde ve hatta daha sonra milletvekili olduğu ve sonrasında cumhurbaşkanı olduğu dönemlerde Yüksek Seçim Kurulu’nda da bulunmalıdır.
* Bu kurumların hepsine aslının verilmesi söz konusu olamayacağına göre noter tasdikli geçici mezuniyet belgesi veya 1991 de almış olduğu diplomasının noter tasdikli hali bulunmalıdır.
* Buradaki belgelerin hepsinin aynı belgeler olması gerekmektedir. Bu kadar polemik konusu yapılan bu durum, şimdi içinden daha da çıkılmaz bir hal almıştır. Marmara Üniversitesi soruna tam yanıt verememiştir.
“Marmara Üniversitesi 1982’de kuruldu”
* Marmara Üniversitesi, askeri darbe sonrası 1982 yılında 2547 sayılı yükseköğretim yasası ile kurulan bir üniversitedir ve tarihsel geçmişi 1982 yılına dayanmaktadır.
* Aşağıda 28.03.1982 tarihli KHK’nin 13. maddesi M.Ü. kuruluşunun dört fakülte ile gerçekleştiğini ancak bu kanunun (d) şıkkı ile de o dönem var olan bazı akademi ve yüksekokulların üniversiteye bağlandığını görmekteyiz.
* Bu tarihten önceki akademi, yüksekokul ve meslek yüksekokulu olarak anılan kurumların arşivleri de Marmara Üniversitesi bünyesindedir ve kurumsal belgeler özellikle kişisel bilgiler mutlaka korunmuştur.
* 1982 öncesi var olan ve rektörün de sözünü ettiği yüksekokulların, meslek yüksekokulları ve akademilerin kiminin iki yıllık, kiminin üç yıllık, kiminin de dört yıllık yükseköğretim kurumları olduğunu biliyoruz.
1983’te Marmara’ya katılan ve fakülte olan okullar
* Cumhurbaşkanının mezuniyeti ile ilgili iki okulun adı geçmektedir. Birincisi İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi, diğeri Aksaray Yüksek Ticaret Okulu’dur. Cumhurbaşkanının kendisi de bu okuldan mezun olduğunu söylemektedir.
* Bu her iki okul ile ilgili olarak rektörün yapmış olduğu açıklama ile Vikipedi’deki Marmara Üniversitesi ve Marmara Üniversitesi Mezunlar Derneği’nin web sitelerinden 19.08.2011 tarihinde alınan kaynaklardaki bilgiler çelişmektedir.
* Vikipedi’ye göre, 1977-1978 eğitim ve öğretim yılında Akademi bünyesinde “Ekonomi”, “İşletme” ve “Siyasal Bilgiler” bölümleri açıldı. Oysa rektör bunların ayrı ayrı fakülte olduğunu belirtmektedir.
* 2547 sayılı yasada fakülte, yüksekokul, meslek yüksekokulu ve bölümler açık biçimde tanımlanmaktadır. Yani bu okullar 1983’te çıkarılan KHK ile Marmara Üniversitesi bünyesine katılmışlardır ve fakülte olmuşlardır.
“Marmara Üniversitesi mezunu olarak gösterilemez”
* Cumhurbaşkanı 1981’de (rektörün de belirttiği gibi) Aksaray Yüksek Ticaret Okulu mezunudur. Bu okulun Marmara Üniversitesine kabulü 28.03.1983 tarihindedir.
* Yani Cumhurbaşkanının Marmara Üniversitesi mezunu olarak gösterilmesi akademik bir yanlıştır. Bu kurumlar Marmara Üniversitesi’ne bağlanmış olsa da geçici mezuniyet belgesi veya diploması Aksaray Yüksek Ticaret Okulu Müdürlüğü’nce veya dekanlığınca (rektörün ifadesi) verilmiştir.
* Bu okul 1983’te Marmara Üniversitesi’ne bağlanmıştır. Bu tarihten sonra kaybolan veya çalınan, hasar gören mezuniyet belgesi veya diploma yerine duplikat diplomayı Marmara Üniversitesi verebilir. Ancak Marmara Üniversitesi mezunu olarak gösterilemez.
Rektörün açıklamaları
* Rektörün açıklamalarında cumhurbaşkanına “Mezuniyetleri nedeniyle, 03.04.1981 tarihinde düzenlenen ve dönemin dekanı Doç. Dr. Sinan Artan tarafından imzalanan 440-678 numaralı geçici mezuniyet belgesi kendilerine verilmiştir” denmektedir.
* Yani rektör cumhurbaşkanının dönemin İstanbul İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi’ne bağlı Ticari Bilimler Fakültesi mezunu olduğu ve geçici mezuniyet belgesinin bu kurumca kendisine verildiğini belirtmektedir. Oysa Cumhurbaşkanı bile Aksaray Yüksek Ticaret Okulu mezunu olduğunu televizyondan tüm kamuoyuna açıklamıştır.
* Daha sonra Rektör aynen şöyle devam etmektedir: “Diploması, talepleri üzerine, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Lisans Diploma Defterinin 4694 kütük numarası kaydına bağlı 8345 diploma numarası ile İşletme Bölümü mezunu olarak düzenlenmiş, zamanın dekanı ve rektörü tarafından imzalanarak, 01.11.1991 tarihinde, geçici mezuniyet belgesi teslim alınmak suretiyle kendilerine verilmiştir”.
* 31.03.2011 tarihinde duplikata talebinde bulunulması üzerine, kendilerine daha önce verilmiş olan diplomasının duplikatası, 01.04.2011 tarihinde düzenlenerek teslim edilmiştir.
Sorular
* Cumhurbaşkanı, 31.03.2011 tarihinde duplikata talebinde bulunmuş ve 01.04.2011 tarihinde de kendisine duplikata diploma verildiği belirtilmiştir. Ancak hangi şarta dayanarak verildiği belirtilmemektedir. Duplikata diplomanın hangi şartlarda verilmesi yönergede açık olarak belirtilmektedir. Dolayısıyla diploma ya yırtık olacak, kullanılmayacak kadar hasar görecek veya zayi olması yani kaybedilmiş olması gerekecektir. Bu hükümlerden yırtık ve hasarlı ise teslim edilmesi gerekir. Kayıp ise kayıp olduğuna dair gazete ilanı verilmesi ve bunun ibraz edilmesi şarttır. Hangi gazetede hangi tarihte zayi ilanı çıkmıştır? Bu durum açıklanmalıdır.
* Rektörün yukarıdaki açıklamalarına dayanarak Marmara Üniversitesi, başvuru üzerine diploma verebilmesi için ilgili yönergede belirtildiği gibi geçici mezuniyet belgesinin teslim edilmesi gerekmektedir. Rektör de açıklamasında 01.11.1991 tarihinde geçici mezuniyet belgesinin teslim alındığını ve Cumhurbaşkanına Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü mezunu olarak diploma verildiğini belirtmektedir. Bu hatalı bir uygulamadır. Çünkü Cumhurbaşkanı Marmara Üniversitesi mezunu değil “Aksaray İktisadî ve Ticarî İlimler Yüksekokulu” mezunudur ve diploma bu şekilde düzenlenmelidir. Ayrıca rektör, 3.04.1981 tarihinde düzenlenen ve dönemin dekanı Doç. Dr. Sinan Artan tarafından imzalanan Cumhurbaşkanının geçici mezuniyet belgesinin diploma verilirken yasa gereği alındığını da belirtmiştir. İşte bu belgeyi rektör arşivden çıkarıp kamuoyuna sunmalıdır.
* Duplikat diploma düzenlenmesi şartları ilgili yönergede açıkça belirtilmiştir. Bu şartlara göre 01.11.1991 tarihinde geçici mezuniyet belgesi teslim alındığına göre bunun kopyası tarzında düzenlenmelidir. Bu durum duplikata basımı madde 13’te açık biçimde belirtilmiştir. Yani cumhurbaşkanı Marmara Üniversitesi mezunu değil
“Aksaray İktisadî ve Ticarî İlimler Yüksekokulu” mezunudur şeklinde olmalıdır. Bu belge 01.04.2011 tarihinde görevli olan yöneticilerin imzaları ile hazırlanır (Duplikata basımı madde 13’te belirtildiği gibi) ve talep edene verilir.” (http://www.adaletbiz.com/m/?id=73332)
Akademisyenler örgütlenmesinden, bilim insanlarından, hukukçulardan, dönemin milletvekillerinden gelen bunca açıklama ve tespite rağmen, bizce “diplomaları”ndaki sahteliği ortaya çıkan Recep Tayyip Erdoğan hakkında hiçbir işlem yapılmadığı gibi, müvekkil partinin başvurusu hakkında işleme dahi koymama kararı verilmiştir.
ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞININ İHLALE KONU KARARI:
Savcılığın başvuru konusu kararında pek çok hukuksuzluk mevcuttur. Şöyle ki:
Recep Tayyip Erdoğan’ın mezun olduğu okul hakkında bir kafa karışıklığı da savcılık yaratmıştır. Savcılığa göre Tayyip Erdoğan İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ İKTİSADİ VE TİCARİ İLİMLER AKADEMİSİ TİCARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ’nden mezun olmuştur.
Savcılık her ne kadar konunun esasına girme yetkisinin olmadığını ve bu nedenle dilekçeyi işleme koymama kararı verdiğini ifade etse de, “incelenen belgeler ve yapılan işlemler” başlığında olayın esasına girdiği, Cumhurbaşkanlığı internet sitesine girdiği, basında çıkan haberleri incelediği savcının kararda geçen KENDİ BEYANLARI ile sabittir. Nitekim nasıl tespit ettiğini anlayamadığımız bir şekilde yukarıdaki okuldan mezun olduğu tespitini yapmıştır. Bu tespitini şöyle tamamlamıştır savcılık: “DOSYADA MEVCUT DELİL DURUMU NAZARA ALINDIĞINDA OLAYDA UNSURLARI İTİBARİYLE OLUŞMUŞ SUÇ BULUNMADIĞI ANLAŞILMIŞTIR.” Ancak bu hükmün hemen altında, savcılık olarak “savcılığımızın bu sıfata (cumhurbaşkanlığı sıfatına) sahip kişiler haklarından soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisinin bulunmadığı…” şeklinde hüküm kurulmuştur. Bu durumda:
Savcılık sunduğumuz belge ve beyanlar konusunda hiçbir inceleme yapmamıştır.
Savcılık, yalnızca kendi basından derlediği bilgilere ve Cumhurbaşkanlığı sitesine atıf yapmıştır. Yani, şikâyetli aleyhine delil incelememiş, ancak lehine olduğunu düşündüğü yanlış delillerden bahsetmiş ve kararında belirtmiştir.
Madem savcılık, esasa girecekti, neden “soruşturma yapma yetkisi bulunmadığı” gerekçesiyle hüküm vermiştir?
Şayet soruşturma yetkisi yoksa savcılık, nasıl esasa girip, sözde delil inceleyip, “SUÇ OLUŞMAMIŞTIR” diyebilmiştir. Bu tespit, usulü bir engel bulunmadığı düşüncesindeki savcının ancak esasa girdikten sonra verebileceği bir karar değil midir? (CMK 160-171)
Esasa girilip, bir “suçsuzluk” kararı verilmesi, esasen kovuşturmaya yer olmadığı niteliğinde iken, neden DİLEKÇEYİ İŞLEME KOYMAMA kararı KESİN OLARAK verilmiştir? Görülmektedir ki bu karar açıkça itiraz yolunu (iki dereceli yargılanmayı ve etkili başvuru hakkını) kapatmak için verilmiştir.
Kaldı ki savcı, dilekçeyi işleme koymamış değildir, esasa girmiş, ancak ne sunduğumuz delilleri, ne de yukarıda anlattığımız delilleri hiç incelemeden, SUÇSUZLUK kararı vermiştir. Suçsuzluk kararı, bir İŞLEME KOYMAMA kararı DEĞİLDİR.
Sonuç olarak savcılık, şikâyetli lehine bir hüküm verebilmek için, bu kısma dönük olarak esasa girebilirken, şikâyetli aleyhine delil incelememesinin yolunu ise “yetkisizim, inceleyemem, dilekçeyi işleme koymuyorum” formülüyle kurgulamıştır. Ancak bu açıkça şikayetli yanında taraf olmak sebebiyle yaratılan çelişki, Hukuk Güvenliği ilkesiyle, ADİL YARGILANMA HAKKI ile, ve ETKİLİ BAŞVURU HAKKI ile açıklanamaz.
Savcının kararını, müvekkilin “suçtan zarar gören olmadığı” gerekçesiyle tebliğ etmeme kararı vermesi de hak ihlalidir. Bu yolla, müvekkilin aylarca haberdar olamadığı karar sonucuna karşı itiraz yollarına başvurulması engellenmiş, geciktirilmiştir.
Belirtmek gerekir ki suç duyurusuna konu olayın zarar göreni, BÜTÜN BİR TOPLUM, BÜTÜN BİR HUKUK DÜZENİDİR. Cumhurbaşkanı olmaya yeterliği bulunmayan bir kişinin o makamda olması bütün bir toplumsal düzeni ve hukuksal ilkeleri yok eder. Yetkin olmayan bir cumhurbaşkanı, örneğin “ben anayasaya uymuyorum”, “anayasa mahkemesi kararına uymuyorum”, “ülkede rejim değişmiştir, anayasayı ona uydurmak gerekir”, “ben yargının da cumhurbaşkanıyım” diyebilir, ve işlem, eylem ve kararlarını bu çerçevede “hukuk”sallaştırabilir. Böyle bir durumda, şekli bir yorumla, Türk Ceza Kanunu’ndaki doğrudan bireylere yönelen eylemlerin “zarar gören”i olma kıstası, böylesi toplumsal-kamusal olaya uyarlanamaz. Burada “kamu düzeninden” (ordre republic) soruşturma ve yargılama ilkeleri hayat bulmalıdır. Ya da kıyasen uyarlandığında, bütün bir “toplumsal sözleşmenin” dolayıyısıyla tüm toplumun, tüm ülkenin zarar gördüğü yorumu yapılabilir. Öğretide bu duruma da “dolaylı zarar” denmektedir.
Bir siyasal parti, ülkede hukukun, demokrasinin, hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi amacıyla kurulur. Bu minvalde, aslında bu kurum ve kavramları temsil etmesi gereken cumhurbaşkanının aynı mezuniyete ilişkin 3 farklı diploması (dolayısıyla sahte diploması) var ise, siyasal parti çok doğaldır ki bunun hukuksal araştırmasını yapacaktır. Siyasal partinin, devletin en tepesindeki makamda bulunan kişinin bu eyleminden zarar görmediğini savunmak, onun siyasal amaç ve eylemlerini, temsil kabiliyetine dönük amaç ve eylemlerini, hasılı parti olma/örgütlenme hak ve eylemlerini engellemek anlamına gelir. Bu kıstas ile siyasal parti hiçbir ETKİLİ BAŞVURU yapamaz. Hiçbir İTİRAZ yolunu kullanamaz.
Esasen, anayasal ve yasal koşulları taşımayarak anayasayı ve yasayı ihlal ederek cumhurbaşkanlığı seçilen bir kişi, müvekkilin SERBEST SEÇİM, EŞİT YARIŞMA haklarını da ihlal etmektedir. Müvekkil, Cumhurbaşkanı seçim sürecine dönük seçim propaganda ve faaliyetlerinde ve dahi muhtemel aday çıkarma koşullarında hukuka aykırı bir eşitsizlik durumunda bırakılmaktadır. Bu nedenle de müvekkil parti hem suçun zarar göreni, hem de serbest seçim hakkı ihlal edilenidir.
İHAS 7 nolu protokol 3 ncü madde, yasama seçimlerine özgü olarak düzenlenmiş ise de, İHAM bu sözleşmedeki kavramları iç hukuktaki anlamları dışında yorumlamaktadır. Bu sözleşmedeki kavramlar, iç hukuktan farklı ve özerk kavramlardır. Kavramların yorumu da, özgürlükler lehine yapılmaktadır. Anayasa’nın 104/2-a maddesinde Cumhurbaşkanına iç hukukta, yasama ile ilgili yetki ve görev yüklendiği gözetildiğinde, yapılan Cumhurbaşkanı seçimi, İHAS anlamında yasama organı ile ilgili bir seçim niteliğindedir. Bu nedenle işlem İHAS 7 no.lu protokolün de ihlalini oluşturmaktadır.
CUMHURBAŞKANI’NIN CEZAİ SORUMLULUĞU
Savcılık kararındaki bir diğer hak ihlali, kararda “CUMHURBAŞKANININ GÖREVİ SÜRESİNDE İŞLEDİĞİ İLERİ SÜRÜLEN FİİLLER HAKKINDA SORUŞTURMA YAPILMASININ VE YARGILANMASININ HUKUKEN MÜMKÜN BULUNMADIĞI”nıifadeederek etkili başvuru hakkını ihlal etmesidir. Zira şikayete konu olay, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmeden önceki eylemine yöneliktir. Bilakis, kendisinin cumhurbaşkanı seçilme yeterliği taşımadığı, seçilmeden önce sunduğu diploma örneklerinin sahte olduğu şikayeti vardır. Dolayısıyla henüz Cumhurbaşkanlığı görevi başlamamıştır, diplomada sahtecilik yapılması ve YSK’ya sunulması anında. Öyle ki, diploma sahteciliğinin ilk olarak 1994 yılındaki noter onaylaması zamanında yapıldığı anlaşılmaktadır. O tarihte ise Tayyip Erdoğan’ın hukuken yargılanmasını/soruşturulmasını engelleyecek hiçbir sıfatı yoktur. Buna rağmen savcılık, nasıl “cumhurbaşkanının görev sırasında işlediği ileri sürülen fiil” diyebilmiştir, anlaşılmazdır. Kaldı ki suçlamaya konu eylem, görev suçu değil, kişisel suçtur.
Bu konuda, Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı SabihKANADOĞLU’nun makalesi yol göstericidir:
“Cumhurbaşkanı Seçilmeden Önce İşlenen Suçlardan Sorumluluk
Konuyu, Cumhurbaşkanı seçilmeden önceki göreviyle ilgili suçlar ve yine Cumhurbaşkanı seçilmeden önceki kişisel suçlar olarak iki başlık halinde irdelemek gerekmektedir.
a- Cumhurbaşkanı seçilmeden önceki göreviyle ilgili ve o görevi sırasında işlenen suçlar, önceki görevin gerektirdiği soruşturma ve kovuşturma usulüne tabidir. Bu konuda Anayasada bir hüküm yer almamaktadır. Ancak İçtüzüğün 107/1 maddesi uyarınca görevinden ayrılmış Başbakan ve Bakanlar hakkında da meclis soruşturması hükümlerinin uygulanacağının belirtilmesi ve uygulamanın da bu yönde olması karşısında, Cumhurbaşkanı seçilen ve dolayısıyla görevinden ayrılan bir başbakan ve bakanın, Başbakanlığı veya bakanlığı döneminde işlemiş olduğu göreviyle ilgili suçlarının soruşturulabilmesi için, TBMM üye tamsayısının onda biri olan en az 55 milletvekilinin soruşturma önergesi vermesi gerekmektedir. Bu konuda Anayasanın meclis soruşturmasına ilişkin 100 ncü maddesi hükümleri uygulanacaktır. Yüce Divana sevk kararı için TBMM üye tamsayısının salt çoğunluğu olan 276 oy yeterlidir.
b- Cumhurbaşkanı seçilmeden önce işlemiş olduğu kişisel suçlarda ise, Anayasada ve İçtüzükte bir hüküm yer almamaktadır. Dolayısıyla genel hükümlere göre işlem yapılması gerekmektedir.
c- Son olasılık, seçilmeden önce işlediği kişisel suçlarından dolayı, yasama dokunulmazlığı nedeniyle, kovuşturulması dönem sonuna bırakılan bir milletvekilinin Cumhurbaşkanlığına seçilmesi halidir.
Her üç olasılıkta da, hukuki sorumluluğunun olmadığı yolundaki bir hukuk mahkemesi kararının, maddi gerçeği arayan ve delilleri serbestçe değerlendiren ceza mahkemesini bağlamayacağı unutulmamalıdır.
Hiç bir ülke, yargı önünde aklanmadan,mahkumiyeti halinde milletvekili seçilme yeterliliğini ortadan kaldıran zimmet, rüşvet, irtikap, sahtecilik, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma vs. gibi suçlarla itham edilenlerin Cumhurbaşkanlığına aday olacağını ve seçileceğini tahmin ve tasavvur etmediği için Anayasalarına bu yolda bir düzenleme getirmemiştir. Bizim Anayasamızda da bu olasılığın gerçekleşmesi öngörülmemiştir.
Ancak Anayasanın 101/4 maddesi uyarınca, Cumhurbaşkanı seçilen milletvekilinin TBMM üyeliği sona ereceğinden, yapılması gereken, ilgili yargı mercilerinin TBMM’nde bekleyen dosyayı istemesi ve TBMM Başkanının da -böyle bir istem olmasa bile-, o üye hakkındaki dosyayı ilgili yargı merciine göndermesidir. Bu işlem, meclis oluşumu ve yukarıda ikinci bölümde açıklanan üçüncü görüşe itibar edilmesi nedeniyle yapılmamışsa, Mecliste yenilenen seçimlerin oluşturacağı 276 oya dayalı çoğunluğun, dosyanın ilgili yargı merciine gönderilmesi yolunda alacağı TBMM kararı sorunu çözmeye yeterli olacak ve TBMM Başkanı da bu doğrultuda işlem yapmak durumunda kalacaktır. Bu karar, Cumhurbaşkanının görevine son vermese dahi, yargılanmasını sağlayacaktır. Belirtilen suçlardan yargılanmakta olan Cumhurbaşkanının, görevine devam etmekte direnmesi çağdaş bir demokraside düşünülemez. Demokrasi etiği, bu düşünceye engel olmalıdır.” (http://www.hukuki.net/printthread.php?t=25765&pp=40)
Tüm bu nedenlerle, Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmadan önceki eylemi hakkında, salt kendisi sonradan cumhurbaşkanı olduğu için soruşturma yapılamayacağı gerekçesi de bir başka “etkili başvuru hakkı”, “adil yargılanma hakkı”, hukuk güvenliği ve eşitlik ilkelerinin ihlalidir.
HAKİKATİ BİLME HAKKI
Birleşmiş Milletler insan hakları ve olağanüstü hal Özel Röportörü tarafından düzenlenen olağanüstü hal ve istisnai koşullarda askıya alınmayacak haklar üzerine uzmanlar Toplantısında hakikati bilme hakkının “uluslararası teamül hukukunun bir normu” olduğu kararına varılmıştır (Birleşmiş Milletler Belgesi, E/CN.4/Sub.2/1995/20, EK I, par. 40, s. 57.).
“Hakikati bilme hakkı sadece mağdurlar için değil toplumun kendisi için de gerekli olan bir haktır. Cezasızlıkla Mücadele için Eylem yoluyla İnsan Haklarının Korunması ve Desteklenmesine ilişkin Prensipler Seti taslağında belirtildiği gibi bu hakkın “tam ve etkili bir şekilde yerine getirilmesi […] gelecekte ihlallerin tekrar gerçekleşmesini önlemek için zaruridir.” (Birleşmiş Milletler Belgesi, E/CN.4/Sub.2/1997/20/rev.l, EK II, s. 19, Prensip 1.)
Dolayısıyla, Hakikatı Bilme Hakkı, Etkili Başvuru Hakkı’nın da bir parçasıdır. Başvuru konusu savcılık kararı ile Hakikatı Bilme Hakkı da ihlal edilmiştir.
Başvuru konusu Ankara Cumhuriyet Savcılığının DİLEKÇEYİ İŞLEME KOYMAMA” kararı; Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmadan önceki eylemi hakkında, salt kendisi sonradan cumhurbaşkanı olduğu için soruşturma yapılamayacağı gerekçesi; kararın tebliğ edilmeyeceğine karar verilmesi; karara karşı başvuru yolları belirtilmeyerek “KESİN OLARAK” karar verilmesi, karara karşı başvuru yolu yasal olarak kapatılmadığı halde soruşturma makamının bu yolu kapatması, bir başvuru yolunun bulunmaması veya gösterilmemesi, tek tek ve kül halinde AİHS’nin 13. maddesinde düzenlenen Etkili Başvuru Hakkı’nın,ve Hakikatı Bilme Hakkı’nın, Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen Hak Arama Hürriyeti’nin; AİHS 1. madde ile düzenlenen İnsan Haklarına Saygı Yükümlülüğü’nün, Eşitlik ilkesinin, Anayasanın 40. maddesinde düzenlenen haliyle Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması ilkesinin; aynı maddeyle düzenlenen “devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” kuralının, dolayısıyla hukuk güvenliği ilkesinin ve Etkili Başvuru Hakkı’nın, AİHS 7 no.lu Ek Protokol’un 2. maddesinde düzenlenen iki dereceli yargılanma hakkının, bu sebeple Adil Yargılanma Hakkının; yasal koşulları taşımayan bir aday ile seçim yarışmasına girildiği düşünüldüğünde EK-1 no.lu protokolün 3. maddesi ile düzenlenen “serbest seçim hakkı”nın; başvurucunun siyasi parti olması sebebiyle talep ve suç duyurusunun işleme konulmaması ve dahi başvurucunun parti olması sebebiyle kararın tebliğ edilmemesi örgütlenme özgürlüğü/Dernek kurma hakkının (AİHS 11) ihlalidir.
KAYNAK: HABERDAR