Enes Cansever-
Muharrem…Kerbela…Yezid…Hz.Hüseyin ve Aşure…
Muharrem ayı, Kerbela’yı, Kerbela ise zalim Yezidi ve zulüm yaptığı Peygamberimizin (sas)
sevgilisi Hazreti Hüseyin’in şahadetini bize hatırlatıyor. Muharrem ayı, çok anlamlı, lakin
tarihî kara bir günle bir o kadar da hüzünlü… Güzelliklerin vukua geldiği,
zifiriliklerin resmi geçit yaptığı bir mevsim…İki zıddı cem eden; aşure gibi,
alaca bir ay. İslâm dünyasının
hemen her tarafında bu zıtlığıyla muharrem yapılır, muharrem farklı gelenekler
ile yeniden kuşanır, karşımıza çıkar. Güzel bir ay. Peygamberlerin lütuflarla
sarmalandığı bir ay, çok acı ve elim bir hadiseyle adeta karalar bağlamıştır.
Karaları bağlayan yalnız Peygamber sevdalıları olmamış, muharrem de
tertemizken, kirliliklere bulanmıştır.
Gül Peygamber’in torunu İmam Hüseyin
Kerbela’da şehit şerbeti içince; matem, hüzün, bürümüş her yanı. Yezidler ve
Yezidi düşünce o günden bugüne, yaslı dillerle lanetlenmiştir. Tabii ki bu
Yezidi düşüncenin ilk icraatı değildi. Dünya var oldukça bu düşünce de acıyla
uç verecekti. Ama bu kara gün, Yezidi düşüncenin azgınlaştığı, feleklerin yüzü
suyu hürmetine yaratıldığı Nur Nebi’nin, insanlığa emanet ettiği sevgili
torununa kıyılmıştı. Emanete ihanetin de zirveleştiği bir aydı aynı zamanda
muharrem. Peygamber emanetleri için yas tutmak ve Yezidi
düşüncelerin yeniden boy vermemesi için dualarla dile gelmek lazım bu mevsimde.
Haksızlık ve zulmün geçmişten bugüne
yer yer zaman zaman uç verdiğini, bazı dönemlerde azgınlaştığını Kerbela
acısıyla çok daha iyi biliyoruz. Ebu Cehil, cehaletiyle kıtalar aştığı gibi,
Yezidi düşünceler de, dünyanın dört bir yanında arz-ı endam ediyor. Bu kara
düşünce, coğrafya, sınır tanımıyor elbet. Bir yanda, güç devşirip, kendi
halklarına, dindaşlarına hayatı zindan etmeye çalışanlar; diğer yanda, dünyanın
çeşitli coğrafyalarında inim inim inleyen Müslümanlar…Zulüm urbalarıyla sahne
alan; insanlığın yüz karası Yezidler, taşkın Yezidi düşünceler…İnsanlığın onuru
için şefkatle dillenenler, Hüseyni düşüncenin varisleri, kâinat var oldukça Kerbela’yı
unutmaz, Yezidler’e boyun eğmezler. Zira İmam Hüseyin, zalim Yezid’e boyun
eğmemiştir, zulüm karşısında sessiz kalmamıştır.
Yezid zulmüyle arz-ı endam ettiğinde,
konuşması gerekenler, dur demesi gerekenler, lâl kesilmişlerdi. Bugün de
Hüseyni düşüncenin taşıyıcıları, Hakk dostları eziyete maruz kaldığında,
konuşması gerekenler, yine derince sessizliği tercih etmektedirler ne yazık ki.
Yani, zulüm karşısında, ’dilsiz şeytana’ dönme vaziyeti. Tabii ki bu ayla
Hakk; Peygamberine ve sevgili kullarına
iltifatlarda bulunmuştur. Acının yanında bunu da dile getirelim: Nice
kurtuluş mucizesi, Aşure ile renklendirdiğimiz günde cereyan etmiştir. Mesela, yeryüzü ve göğün bu
mevsimde yaratılmış olması, ilk yağmurun yağması, Hz.
Âdem’in tövbesinin kabulü bu mevsimde gerçekleşmiş. Rabbimiz, İbrahim’i (as)
ateşten, Yunus’u (as) balığın karnından bugün kurtarmış. Hz. Eyüp’ün (as)
hastalığının şifası, Yusuf’un (as) kuyudan çıkarılması da bu mübarek mevsimde
vuku bulmuş hadiselerden…
Daha bitmedi: Yine Hz. Musa, mucizesiyle denizi yararak Firavun ve ordusunu
sulara gömmüş bu ayda. Hz. Nuh’un gemisi de yine
bu ayda tufan sularından kurtularak Cudi Dağı’na oturmuş. Nuh Nebi, kurtuluş
şükranı olarak, gemideki tahıllarla özel bir tatlı yapmış, yol arkadaşlarına
dağıtmıştır. İnsanlık, böylesi bir kurtuluşun neticesi, aşure diye
isimlendirdiğimiz tatla buluşuyor. Muharrem’i diğer aylardan ayıran bu kadar hikmetleri olduğu gibi
Aşure tatlısını da diğer tatlılardan ayıran çok önemli özellik, birçok değişik
kuru gıdadan yapılıyor olmasıdır. Nohut, fasulye, buğday, üzüm, kaysı, incir,
kuş üzümü, portakal, şeker, tarçın, nar, ceviz, fındık, baharat…Renk, desen;
kardeşlik, eriyip bir potada erime hali sanki…Daha önemli tarafı, yukarıda
saydığımız birçok farklı kuru yiyecek bir arada saatlerce kaynamasına rağmen
hiç biri kendi tadını kaybetmeden, hem de her gıda özelliğini muhafaza
ederek…Aşure tatlısı, sosyal dokuyu, farklı etnik, dini ve kültürel
pozisyonu, toplumların bir arada yaşaması ve herkesin birbirini ‘olduğu gibi
kabul etmesi’ bakımından çok çarpıcı karışımdır esasında. Bu pencereden
olaylara keşke bakılabilse… Bakıp da, nefret duygularının dal-budak saldığı
‘Yeni Türkiye’nin iç burkan tablosuna seyirci kalmasaydık.
Avustralya
Alevi Cemaatinin önde gelenlerinden biri bana birkaç yıl önce şöyle demişti: ”İlk Alevi kafilesi, 1969’larda
Sydney’e yerleşti. Kafilede Alevi, Sünni, Kürt, Türk hep beraber aynı uçağı ve
aynı evleri paylaştılar. Arasında bir sıkıntı o zamanda yoktu, bugün de.
Türkiye de 2000’in üzerinde Cem evi yapıldıysa, Sünni arkadaşlarımızın da bunda
büyük katkısı var. Yeter ki devlet ve siyasetçiler engel olmasın” diyor.
Keşke, eski Türkiye’nin alışkanlıkları‘Yeni Türkiye’ ambalajıyla yeniden piyasaya sürülmese! Siyasi oluşumlar, tarihten
derslerle yol almalı daha çok, dersler çıkarmalı.Hüseyin bugün yok, ama Hüseyni
düşünce insanlık nefes aldıkça var olacaktır. Gelin, Yezidî düşünceleri el
birliğiyle toprağa gömelim, bir daha dirilmesin. Ve dahi Hüseynî düşüncelere
kıymayalım, hiç şüphesiz tüm insanlık, bu ılık nefese muhtaç…e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au