[AKİF UMUT AVAZ-TR724.COM]
Madem başlığımız bir atasözünden mülhem öyleyse yazıya da bir başkasıyla devam edelim: Kör istemiş bir göz Allah vermiş iki göz…
Hakikaten her şey tam da Erdoğan’ın arzuladığı gibi ilerliyor. İşlediği insanlık suçlarının hesabını vermemek için Türkiye’de, bildiğimiz anlamda, hukukun kırıntısını bırakmamanın yanısıra angaje olunan uluslararası sözleşmeler, bağıtlar ve kurumsal ilişkiler üzerinden tanımlanan uluslararası hukukun etki alanının dışına ülkeyi taşıma amacına bir adım daha yaklaştı.
AP KARARI ÇOK ÖNEMLİ, ÇÜNKÜ…
Avrupa Parlamentosu (AP), şimdilik bağlayıcı bir sonuç üretmemiş olsa da, 37’ye karşı 497 oyla Türkiye ile müzakerelerin geçici olarak dondurulması yönünde bir tavsiye kararı aldı. Erdoğan rejiminin tartışmalı darbe girişimi bahanesiyle gerçekleştirdiği anti-demokratik uygulamaları gerekçe gösteren AP kararının somut sonuçlar doğuracak bir politikaya dönüşüp dönüşmeyeceğine ise Aralık ayında Avrupa Birliği Konseyi karar verecek.Ezici çoğunlukla kabul edilen AP kararı tavsiye niteliğinde de olsa Erdoğan rejimi tahakkümü altındaki Türkiye konusunda Avrupa’ya hâkim olan hissiyatı yansıtması açısından önemli. Neticede bu karar ne sadece bir ülkeye, ne de bir siyasi yaklaşıma mal edilemeyecek kadar Erdoğan rejimine karşı son derece güçlü bir hissiyatı ve çok geniş bir siyasal konsensüsü temsil ediyor.
Kararın şaşırtıcı olmadığını da hemen ifade etmeliyim. Çünkü, kişisel ilişkileri olan herkesin kolayca teyit edebileceği gibi, farklı ülkelerden ve farklı siyasi eğilimlerden AP milletvekilleri son 3 yıldır Erdoğan ve AKP’nin hukuk dışı ve anti demokratik uygulamalarının Türkiye ile ilişkileri dondurmak için fazlasıyla yeterli olduğuna inanıyorlardı ve bunu özel görüşmelerde dillendiriyorlardı. Ancak, Türkiye’ye ve halka onarılması güç zararlar vermekten çekindikleri içindir ki bu adımı atmayı hep ertelediklerini söylüyorlardı.
ZİNCİRLEME TEPKİLERİ TETİKLEYEBİLİR
Öte yandan, bu kararın oluşturacağı psikolojik iklimin sadece AB organlarını değil, Avrupa başkentlerini de Erdoğan rejimine yönelik yeni somut adımlar atmaya teşvik edeceği şimdiden öngörülebilir. AP kararının hemen ardından 6 partili Avusturya Parlamentosu’nda oybirliğiyle alınan “Türkiye’ye silah ambargosu” kararı da bu yöndeki eğilimin ilk somut örneği olarak değerlendirilebilir.
Popülizminin doruklarında gezinerek dünya gerçekleriyle bağlarını koparmış iktidar temsilcileri bu kararı önemsizleştirmek için saçmalamakta birbirleriyla yarışadursun, AP kararının hem dünyanın hem de halkın son derece umurunda olduğunu gözü, izanı olan herkes görebiliyor. Türkiye’yi tüm dünyaya rezil eden yalanlarıyla tanınan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “halkın umurunda değil” sözü de bahsettiği halkın döviz bürolarına hücum etmesiyle hemen yalanlanmış oldu.
Merkez Bankası’nın henüz açıkladığı faiz artırma kararıyla kısa süreliğine düşüş yaşayan doların AP kararı sonrası 3,50’leri test etmeye başlaması AKP’li Erdoğan goygoycularını anında tekzip etti.
ŞİÖ YALTAKLANMALARININ BEDELİ DE AĞIRLAŞACAK
Cereme sadece Batı’dan gelse yine iyi… Hırs körlüğüyle tüm potansiyel alternatifleri tek tek kendi elleriyle boğanlar nihayetinde can derdiyle sığınmaya can attıkları Doğu’da da pazarlık güçlerini yitirmiş durumdalar. Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) yönelik tek yanlı yaltaklanmalarının ulusal güvenlik ve milli çıkarlarımızdan verilecek bazı hayati tavizlerle bile sonuç alması pek imkan dahilinde görülmüyor.
Doğal olarak Türkiye’ye musallat olan mütahhakkim zihniyetin bu ezik vaziyeti ŞİÖ’nün büyük abilerinin iştihasını kabarttıkça kabartıyor. Çin, Türkiye’ye sığınmış muhalif Uygurları çantada keklik gibi teslim alırken, Rusya, Suriye sınırında bir yıl önce düşürülen uçak konusunda “Türkiye gereken dersleri aldı” diyebiliyor. İçeride şahin, dışarıda ezik Erdoğan rejimi Rusya’dan hangi “gereken dersleri aldığını” kamuoyuna açıklamalı ki “alınan dersin” başka hangi tavizlere gebe olduğunu herkes görebilsin.
RUSYA’NIN AVRASYACILIK KILIFINDA ‘BÜYÜK GÜÇ İDEOLOJİSİ’
Aslında olup bitenleri görebilmek için buna bile gerek yok. Çünkü, Erdoğan’ın Maoculuk’tan PKK’cılığa oradan da Ulusalcılık ve Ergenekonculuğa savrulan Doğu Perinçek’in peşine takılarak Türkiye’yi sürüklediği Avrasyacılığın ne menem bir şey olduğuna sadece şöyle bir bakmak bile başımıza gelecekler konusunda fazlasıyla fikir verebilir.
İsim babalığını Alman dilbilimci Aleksander von Humboldt’un yaptığı Avrasyacılık fikri 20. yüzyılın başlarında bir teori olarak ortaya atılmış, zaman zaman uygulanmaya da çalışılmıştır. Roma-Germen Avrupasını düşman olarak gören Eski Avrasyacılığın aksine, düşman olarak Anglo-Sakson Atlantikçiliği hasım belleyen Yeni Avrasyacılık politikaya dönüşme imkanını daha fazla bulmuştur. Yine Türkleri Avrasyacılığın önemli bir parçası olarak gören Eski Avrasyacılığın aksine geniş bir bölge boyunca uzanan Türk varlığı da Yeni Avrasyacıların hasım hanesindedir. Doğrusu, Slav milliyetçiliğinden beslenen “büyük güç ideolojisi”ni Avrasyacılık kılıfında farklı bir kimyaya sahipmiş gibi sunabilmek Rus teorisyenlerin büyük bir başarısıdır.
AVRASYACILIĞIN YENİ NEFERİ…
Avrasyacılık 1980’lerin ikinci yarısından itibaren Aleksandr Dugin ile birlikte yeniden hayata dönmüş ve Yeni Avrasyacılık kimliğiyle farklı ve hatta karşıt ideolojik kapıları ardı ardına çaldıktan sonra “büyük güç ideolojisi”nin yeni neferi Vladimir Putin’de karar kılmıştır. Dugin’in 2002’den bu yana “Avrasya” isimli bir siyasi partinin lideri olmasına rağmen aynı zamanda “Evimiz Rusya” isimli partinin lideri Putin’e danışmanlık yapıyor olması da Avrasyacılığın Rusya için herhangi bir siyasi eğilimden öte bir şey olduğunu ispatlar nitelikte.
Dugin’in Avrasyacılığı, Roma-Germen düşmanlığının yerine ABD ve Atlantik düşmanlığını koyar. Bu yüzden de Avrasyacılık için Paris-Berlin-Moskova-Pekin kuşağında bir ittifaklık ilişkisi öngörür. Yeni Avrasyacılar için her ne kadar toprak kanın gerisinde yer alsa da (bölgecilik milliyetçiliğin önünde prensibi) hep Ruslar ve Rusya temel alınarak planlar oluşturulmaktadır. Rusya’nın önderlik etmediği bir Avrasya birliği söz konusu bile değildir. Yeni Avrasyacılık Rusya’yı asıl, onun dışındakileri ise teferruat olarak görür.
15 TEMMUZ AVRASYACILARIN KİRLİ BİR OYUNU MU?
Eski Avrasyacılarda görülen Makyavelist felsefe Yeni Avrasyacılarda had safhaya ulaşmıştır. Öyle ki Dugin, Rusya’nın bir Avrasya devi olarak yeniden doğmasını gerçekleştirmek amacıyla – belki de 15 Temmuz’da Türkiye’de olduğu gibi – bölge ülkelerinde kirli oyunlar oynamayı sakıncasız görmektedir. Yeni Avrasyacılık görüşünün esasta yeni bir Rus İmparatorluğu’nun oluşumu için etkili bir araç olduğunu Dugin’in kendisi de bazı yazılarında itiraf etmiştir.
Öte yandan, Rusya Atlantik kültürü aleyhtarlığını öne sürerek özellikle Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan gibi ülkelerde Avrasyacılığa zemin hazırlama çabalarına hız vermiştir. Dugin’e göre, Atlantik çizgisindeki Ankara vasıtasıyla onun etki alanında bulunan eski Sovyet bölgesindeki cumhuriyetler de dolaylı olarak Atlantik çizgisine çekilmiş olacaktı. Atlantik yanlısı bir Türkiye, özellikle bu açıdan, Yeni Avrasyacıların amaçlarına ulaşmasının önündeki en büyük engellerden biri olarak görülmekteydi.
‘TÜRK HANÇERİ’ VE SÜREKLİ TÖKEZLETİLECEK BİR TÜRKİYE
Bu yüzden olsa gerek, Türk-Slav işbirliğinin geliştirilmesi fikrini savunan Eski Avrasyacıların aksine Yeni Avrasyacılar, Atlantik yanlısı bir Türkiye’yi Moskova merkezli Avrasyacılığın en büyük rakibi olarak görmüşlerdir. Bu yüzden de Dugin, “Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım” isimli kitabının ilk baskısında, Turgut Özal’ın ”Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” ifadesini hatırlatır şekilde, Türkiye’nin soydaşlık ve kültürel akrabalık ilişkisi içerisinde bulunduğu Balkanlar’dan başlayarak Anadolu, Kafkaslar ve Orta Asya üzerinden Doğu Türkistan’a uzanan Türki coğrafyayı Rus Avrasyacılığını ortadan bölen bir “Türk hançeri” olarak tanımlamıştır.
Dugin, Türk varlığını bir hançere benzetmekle kalmaz, bunu Rus jeopolitik hedefleri açısından her zaman ve her türlü araç kullanılarak tökezletilmesi gereken bir düşman olarak işaretler. Bunun tek istisnası Türkiye’nin 180 derecelik bir dönüşümle yönünü tam tersine döndürerek politikalarını Rusya’nın emrine amade haline getirmesidir. Yani Dugin’e göre Türkiye’ye biçilen rol ya sürekli tökezletilmesini ya da Avrasyacılık çizgisinde koşulsuz Moskova’nın emrine girmesini öngörmektedir.
Birinci durumda Dugin, Türkiye’yi tökezletmek çabası doğrultusunda İran’ı Rusya’nın doğal bir müttefiği olarak görür. Türkiye yanlısı bir çizgiye girme meylinde olan cumhuriyetlere karşı Tacikistan, Pakistan, Afganistan’ı etkisine alacak İran’ın yayılmacı ideolojisini destekler. Ona göre, Moskova’nın planları dâhilinde Avrasyacı çizgiye gelmeyen Ankara’nın terör örgütü PKK’nın hareketlendirilmesi ve özellikle İran yanlısı radikal İslamcı terör örgütlerinin desteklenmesi vs sayesinde yola gelmesi sağlanmalıdır.
ERDOĞAN, DUGİN’İ BİLE ŞAŞIRTTI
Perinçek ve Ergenekoncu çevrelerle ilişkisini saklamayan Dugin, yazdığı makale ve kitaplarda Türkiye’nin, ŞİÖ üyeliği için önüne gelene yaltaklanacak şekilde, eksen değiştirmesine pek şans tanımıyordu. 15 Temmuz tartışmalı askeri darbe teşebbüsü öncesi ve sonrasındaki gelişmeler, fazlasıyla memnun edecek şekilde kendisini şaşırtmış olmalı. Bu memnuniyetinden dolayı Ankara’yı ve AKP’yi su yoluna çeviren Dugin’in sanırım en büyük öngörüsüzlüğü, Erdoğan ve ekürisinin işledikleri suçların hesabını vermemek uğruna ruhlarını satarak Avrasyacı Ergenekon’un ve Perinçek’in eteklerine tutunmak zorunda kalmaları oldu.