Samanyolu Haber yazarı Zeynep Zahide iki çocuğunu
dışarıda bırakıp hapse giren 7.5 aylık hamile genç kadının ağzından zalime ve
destekçilerine seslendi.
Hey dışardakiler! Sesim geliyor mu? Sahi; sizin
haberiniz var mı? Biri üç diğeri beş yaşında çocuğunu eşine bırakıp, kendisinin
de yedi buçuk aylık hamile haliyle; “Fakir öğrencilere burs için kermes
düzenlemekten, komşular arasında düzenlenen günlerde kendisinin payına düşen
parayı Bank Asya’ya yatırmaktan” suçlu bulunup hapis yatan otuz üç yaşındaki
bir bayanın varlığından haberiniz var mı?
Sizin hiç haykırmak isteyip de haykıramadığınız
oldu mu? Haykırsanız da sesinizi duyan yoksa neye yarar yırtınmanız. Çünkü
burada duvarlar sağır tavanlar kör, çığlık sükutun peşinde, gam yüklü yürekler.
Avluda ağır aksak ayaklar, bilmem ne kadar yürüyebilirsiniz. Bilinmezlerin
içinde kıvrandıkça daralıyorsunuz. Teselli faydasız, hasret insafsız. Dört bir
yandan çocuklarımın ağlama sesleri. “Kim ağlatır bu
çocukları? Susturun ne olur. Ne isterlerse verin yavrularıma” diye
çığlık atmak istersiniz bazen. Ama susmak hakkınızda en hayırlı olur bazen.
Korkudan değil, zalimin neşesini artırma endişesinden.
Şimdi fikirler mayalıyorum burada hayalin
potasında. Sahil-i selamet olsa da kararın rotasında, duvarlara çarptıkça
kırılıp dağılıyor teşbih taneleri gibi. Ben yine diziyorum görünmez ve sağlam,
bir ucu yavrularıma bir ucu mutluluğa bağlı iplere. Sancılanıyorum yavrum
kımıldadıkça karnımda. Okşayıp teselli veriyorum. Nasihat ediyorum kendime,
karnımdakine konuşarak. Ahh! Bir de uysam kendi verdiğim bu nasihatlere.
Duydukça hakkımızdaki suçlamaları, en âteşin
mısralarla sökün ediyor fikirler gırtlaktan. Neylersin sözler köze dönmüş
dökemiyorum dudaktan. Anlasalar affetmem amma, ahmağın anlayacağı en etkili
nasihattir sükût. Ama zor şeymiş dostlar hoşt dememek hav hava. Elif gibi
kametimiz olsa da haksızlık karşısında, bazen “DAL” gibi kırılıyor insan
burada. Hele o gönülleri kanatan sırtlan gibi bakışlar. Zavallılar
korkacağımızı zannediyorlar çatılan kaştan. Anlamışlar belli ki bizi;
korkmadığımız için buradayız atılan taştan.
Şimdi burada çalısız çırpısız otsuz ağaçsız bir
dünya çölünü adımlıyorum. Gönlümde Nevbahar uçsuz bucaksız. Demlenmiş hicranlar
yudumluyorum, zalime inat ekşitmeden yüzümü. Ye’is’in her darp izine fikrin en
yücesi Kur’an merhem oluyor. “Hasbunallahu ve niğmel vekil” Evet,
bakıma muhtaç yavrularımın hasreti ve “Teröristlik” gibi hayasızca suçlamalar
kırsa da ince yanımı; Korkmuyorum, yalın kılıç adım adım gonk vuran peşimdeki
ecelden. Ama senin cesaretin var mı ey zalim. Tahammül edebilir misin gönül
aynasına bakmaya. Sana herkes bunu diyemez; zira dünyaperestler o ışıltılı
dünyalarını kaybetmek istemediklerinden sana bu hakikatleri söylemeye cesaret
edemezler. Ama gel benden duy. Sen de her fani gibi bu aleme üryan geldin üryan
gideceksin. Nâle u efkan ile giryan geldin giryan gideceksin. Şimdi sen;
kaldırıp kuyruğunu diktin akrep misali, kalplerimizi kırdın, hatırımızı yıktın.
Kazanma kuşağında kaybettin hem dünya saadetini hem ahiretini. Dünya saadetini
diyorum, zira huzurunun olmadığını biliyoruz.
Bak şimdi sana hep “Eyvallah” çekenler. Bugün
yedirdi sözünü, eğdirdi başını. Düştün zulmet ağına oldun ye’is’in kölesi.
Dinleseydin nasihat sende parlayacaktı bin yıldızın şulesi. Sahi; sen hiç merak
ediyor musun bize nasıl baş eğdiremediğini. Bak anlatayım.
İsterse canı dava, mal kaçırmayız pazardan. Al
götür deriz o da senin. Bizim kârımız zarardan. Rızka kanaat etmişiz Rezzak’a
itimat. Nağbudu’yu laf olsun diye demiyor namazda. Hasbiyiz, gözümüzde ne
cennet sevdası ne cehennem korkusu var. Biz “Rıza makamına” dikmişiz gözümüzü.
O bize kulum desin yeter. Lütfunu da kahrını da hoş karşılarız. Kefen bile lüks
bize ki; kenarına bir de dantel isteyelim…
Hıı! Duyamadım bi şey mi dedin… Zeynep ZAHİDE