Türkiye hafta sonu yolsuzlukların gölgesinde mahalli seçimlere gidiyor. Her ne kadar Başbakan bu seçimleri kendi açısından millete ‘İstiklal Mücadelesi’ gibi lanse etmeye çalışıp, 30 Mart’ı da ‘milat’ gibi algılatmaya çalışsa da, mahşeri vicdan, bunu istikbal mücadelesinin çırpınışı olarak görüyor. Seçim maratonu yaklaştıkça Başbakan’ın nefret söylemleri ile halkı ayrıştırma, toplumu bölme ve kin tohumları ekme çalışmalarına, birde twitter yasağı ile ifade özgürlüklerini kısıtlama geldi. Yazık oluyor memleketimize.
21.Yüzyılda yasaklara alıştırılmaya çalışılan insanımıza, toplumumuza büyük haksızlık yapılıyor. Bu durum, özellikle de Türkiye’de yaşamadığı halde her fırsatta ülkemizin menfaatleri adına yapılabilecek çabalara destek olmayı, çirkin karalamalara, yanlış ve önyargılı fikirlere geçit vermeyip, doğrusunu anlatmaktan da çekinmeyen gurbetçiler olarak, bizleri derinden yaralamaktadır. Ülkemizin, twitter yasağıyla düştüğü duruma, hep beraber şahit oluyoruz. G20 ülkeleri arasına giren, AB standartlarını yakalamaya çalışan Türkiye hakkında, hiç hak edilmeyen ifadeleri duyuyoruz. Zaten 17 Aralık’tan itibaren tüm dünya, olup bitenleri şaşkınlıkla izliyordu. Twitter’la bu şaşkınlık ‘şok’a dönüştü. Birde Tayyip Erdoğan’ın, sosyal medya ile uğraşması ve uluslararası toplumu da görmezlikten gelmesi, bunun üzerine tuz-biber oldu. Acaba Cumhuriyet tarihinden bu yana şöyle seçim takvimimizi bir inceleyebilsek, uluslararası camia tarafından hiç bu kadar küçük düşürüldüğümüz, İran, Kuzey Kore ve Çin gibi özgürlüklerin kısıtlandığı ülkeler arasında sayıldığımız bir dönem olmuşmudur? Uluslarası arena da ve yurt içinde ‘Ödlek, hırsız, yalancı, başçalan ve diktatör’ gibi ağır ithamlara maruz kalmış bir başbakan, siyaset sahnesinde yer almış mıdır?
Halkın gözünün içine baka baka, yolsuzluk batağına saplanan dört bakanın fezlekeleri, ’yangından mal kaçırırcasına’ parlamentodan kaçırıldı. Şimdi ise sandık üzerinde bazı çirkin oyunlar oynanmak isteniyor. Hatta seçimin ertelenmesi için, Suriye ile bir çatışma çıkarma söylentileri bile ortalıkta dolaşıyor. Ankara’nın Şam’a sınırlı bir müdahale yapmakla, aslında yerel seçimleri iptal etme gibi minik bir operasyon niyeti olduğu bile konuşuluyor.
Geçmişte değişik vesilelerle düzenlenen, programlarda yan yana oturduğumuz farklı inanç ve kültürden dostların, ülkemizle ilgili bilmedikleri veya eksik bildikleri bazı sorularla muhatap oluyorduk. Bizlerde, ülkemizde meydana gelen ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeleri memnuniyetle cevaplandırıyorduk. Ama şimdi ise, Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile sosyal medyayı yasaklama gibi akıl almaz durumlarla ilgili sorulan sorulara cevap vermede zorlanıyoruz. Yolsuzluklar tabii ki, sadece Türkiye’de olmuyor. Avustralya’da da olmuyor değil. Ama Avustralya’da meydana çıkması değil, sadece kötü kokular gelmesi bile yeterli. Yolsuzluğa adı karışmış veya ucundan, kıyısından kim geçmişse hemen o gün ya istifa eder ya da partisi tarafından ihraç edilir. Hatırlayalım, Federal Milletvekili Craig Thomson’un adının yolsuzluklara karıştığının duyulması ile birlikte dönemin Başbakanı Julia Gillard, mahkeme sonuçlanıncaya kadar İşçi Partisi’nde ‘siyaset yapamazsın’ deyip ihraç edilmişti. Daha sıcak bir gelişmeyi paylaşmak istiyorum. Geçen hafta da yolsuzluğa adı karışan Liberal Parti Federal Senatörü Arthur Sinodinos’un, soruşturmanın selameti için tüm hakları askıya alındı. Hem de Sinodinos’un kendi rızasıyla. Hatta soruşturma sonuçlanana kadar, görev yaptığı ofise bile uğramayacak, maaşını dahi almayacak ve tüm yetkilerini de kullanmamaya razı oldu. 17 Aralık’ta başlayan ’yolsuzluk ve rüşvet’ kirliliği, inşaallah seçmenin oyuyla 30 Mart’ta temizlenecek. Dolayısıyla yerel seçimler, iktidarın söylemi ile ‘İstiklal mücadelesi’ değil, ‘temiz siyasetin’ miladı olacaktır.
z.polat@yepyeni.zamanaustralia.com.au