Afrika’ya gönüllü sağlık hizmetleri için giden doktorlarımızın hatıralarını anlatan Metin Toprakğolu Bey şöyle diyor: Dr. Hayrünnisa Hanım sağlık ekibine yeni katılanlar arasındaydı.
Gidiş hazırlıklarının tatlı telaşı yaşanırken motivesini pekiştiren bir hadise yaşamıştı:
“Yolculuk öncesi pasaport işlemleri için Emniyet Müdürlüğü’ne gittiğimde işlemimi yapan memur nereye gideceğimi sordu. Ben de Etiyopya dedim. Memur şöyle bir geri çekildi, iç çekti ‘Yaa demek Habeşistan’a gidiyorsunuz, Necâşî;’nin ülkesine.. O ki Allah Resulü’nün ayaklarını gül suyu ile yıkarım demiş, ben de onun ayaklarını gül suyu ile yıkarım, rica etsem benim adıma gül suyu alıp Necâşî;’nin kabrine döker misiniz?’ dedi. Sesi titremiş benim de gözlerim dolmuştu. ‘Oralara yardıma giden hocalarımızı biz başımızın üzerinde taşırız, siz pasaportu almaya gelmeyin ben adresinize getiririm.’
Dr. Hayrünnisa Hanım AIDS, tüberküloz, sıtma ve birçok bulaşıcı hastalığın kol gezdiği bazı bölgelerde 40 bin kişiye bir doktorun düştüğü bir ülkede hasta muayene etmenin kolay olmadığını biliyordu. Ama yapılan işi bir fedakârlık değil vazife addediyordu.
Necâşî;-Türk okulunun sınıfları doktorların branşlarına göre paylaştırılmış, okulun giriş katı adeta küçük bir hastaneye dönüştürülmüştü. Veliler ve öğrenciler haberdar edilmiş, sevginin, şefkatin her renginin yaşandığı okula akın ediyorlardı.
Dr. Hayrünnisa Hanım verilen emaneti Necâşî;’nin şehrine gitmek üzere bindikleri uçak arıza yapınca ulaştıramamıştı. Emniyet Müdürlüğü’ndeki memurun verdiği para ile satın aldığı iki şişe gül suyunu Necâşî; -Türk okulunda görevli Emre Bey’e kendi yerine kabre dökmesi ricası ile teslim etmişti. İçi buruk, gözü yaşlı Etiyopya’dan ayrılmıştı.
Türkiye’ye döndükten sonra Emre Bey’in gül sularını kabristana döktüğü haberi ve zarfın içindeki fotoğrafları emanetin sahibine verirken ne o bir söz söyleyebilmişti ne de Dr. Hayrünnisa Hanım, öylece buğulu gözlerle birbirlerine bakmışlar ve her ikisi de ne demek istediklerini anlamışlardı…
“Necâşî;’nin ülkesine yardıma gidebilmeyi ve dualarımızla onların yanında olduğumuzu hissettirebilmeyi Rabb’im nasip etti. Gördüğüm her Etiyopyalıyı Resulullah’a sahip çıkan Hükümdarın has torunları olarak seyrettim, sarıldım, çocuklarının başını okşadım, öptüm, kokladım… İçimden onlardan özür diledim, Allah’tan da mağfiret…” sözleriyle dillendiriyordu hislerini.
Gönüllü doktorlara muayene olanlardan biri de 70 yaşındaki Hal Muhammed İbrahim dedeydi. Osmanlı torunu İbrahim Dede, sevinçle gönüllü doktorların fedakârlıklarını “Maşallah, maşallah” sözleriyle takdir ediyordu. Arnavut kökenli olduğunu ve dedelerinin bir süre İstanbul’da yaşadıktan sonra bir zamanlar Osmanlı vilayeti olan Harar’a geldiğini anlatıyor, “Ben de Türk’üm” diyordu.
Muayene sonrası okuldan gözyaşları içerisinde ayrılırken sağlık gönüllülerini eğitim gönüllüleriyle kıyaslayarak hislerinden damıttığı şu sözler dökülmüştü dudaklarından; “Bu doktorlar da sizin gibi…”