Bediüzzaman Hazretleri, Kur’an-ı Kerim’in iki yüz çeşit mucizelik yönü bulunduğunu Yirmi Dokuzuncu Mektup’ta söylüyor. Bunlardan kırk çeşidini Yirmi Beşinci Söz’de beyan etmiştir.
Bunlardan birisi de Kur’an-ı Kerim’in anlattığı Peygamber kıssalarındaki mucizelerin günümüze bakan yönleridir… Bu husus hem İşarat-ül İ’caz tefsirinde hem de Yirminci Söz’ün İkinci Makam’ında genişçe ele alınmıştır. Bunlardan, sadece Belkıs’ın tahtını getirmekle ilgili âyetlerin işaret ettiklerini aktarmaya çalışacağım:
“Daha sonra Süleyman, onların, itaatlarını bildirmek üzere huzuruna geleceklerini öğrenince yanındaki danışmanlarına: ‘Değerli danışmanlarım, onların itaat üzerine huzuruma gelmelerinden önce, içinizden kim onun (Kraliçe Belkıs’ın) tahtını bana getirebilir?’ dedi. Cinlerden mağrur ve iddiacı bir ifrit: ‘Ben, dedi, sen makamından kalkmadan, onu sana getiririm. Benim onu taşımaya gücüm yeter, hem de zâyi etmeden güvenilir bir tarzda getirecek emin bir kimseyim.’ Ama yanında kitaptan ilim olan bir zât da ‘Ben, sen gözünü açıp kapamadan onu getirebilirim’ der demez, Süleyman, Kraliçe’nin tahtının yanı başında durduğunu görünce, ‘Bu; Rabb’imin lütuflarından, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlerden mi olacağım diye, beni sınamak içindir bu nimet.’ dedi.” (Neml Sûresi, 27/38-40) âyetler işaret ediyor ki; uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sûreten (görüntü olarak) hazır hâle getirmek mümkündür. Hem vâkidir ki, peygamberlikle beraber, saltanatla şereflenen Hz. Süleyman Aleyhisselam, hem masumiyetine, hem de adâletine vesile olmak için pek geniş olan memleketinin her tarafında bizzat haberdar olmak ve halkının ahvalini görmek ve dertlerini işitmek, bir mucize sûretinde Cenab-ı Hak ihsan etmiştir. Demek Cenab-ı Hakk’a itimat edip Süleyman Aleyhisselam’ın masum diliyle istediği gibi, o da istidat ve kabiliyetiyle Cenab-ı Hak’tan istese ve âdet ve inayet kanunlarına uygun hareket etse; ona dünya bir şehir hükmüne geçebilir. Demek; Belkıs’ın tahtı Yemen’de iken, Şam’da aynıyla veyahut sûretiyle hazır olmuştur, görülmüştür. Elbette taht etrafındaki adamların sûretleri ile beraber sesleri de işitilmiştir. İşte, uzak mesafede, sûretleri ve sesleri celbetmeye haşmetli bir sûrette işaret ediyor ve mânen diyor:
‘Ey saltanat sahipleri! Tam adâlet yapmak isterseniz Süleyman gibi, yeryüzünü etrafıyla görmeye ve anlamaya çalışınız. Çünkü, adâleti kendine tabiat hâline getirmiş bir hâkim, halkını daima görüp gözeten bir padişah; memleketinin her tarafından, her istediği vakitte haberdar olmak derecesine çıkmakla mânevî; mesuliyetten kurtulur veya tam adâlet yapabilir.’ Cenab-ı Hak, şu âyetin rumuzlu diliyle mânen diyor ki: ‘Ey Âdemoğlu! Madem bir kuluma geniş bir mülk ve o geniş mülkünde tam adâlet yapmak için; dünya yüzündeki olaylar ve durumlarla ilgili bilgilerden bizzat haberdar ediyorum. Madem her bir insana, fıtraten yeryüzüne bir halife olmak kabiliyetini vermişim. Elbette o kabiliyete göre zemin yüzünü görecek ve bakacak, anlayacak istidat ve kabiliyetini de vermeyi hikmetim iktiza ettiğinden vermişim. Şahsen o noktaya yetişmese de insanlık nevi olarak yetişebilir. Maddeten erişemezse de evliyalarda olduğu gibi, mânen erişebilir. Öyle ise şu büyük nimetten istifade edebilirsiniz. Haydi göreyim sizi, kulluk vazifenizi unutmamak şartıyla öyle çalışınız ki, yeryüzünü, her tarafı her birinize görülen ve her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz.’
Hz. Ömer’in Dicle/Fırat kenarında kurdun kaptığı koyun veya keçiden bir idareci olarak kendini sorumlu tuttuğu gibi idarecilerimizin de ülkede meydana gelen her şeyden kendilerini sorumlu tutup bütün her şeyi gözetim altına alabilmeleri gerektiğini 1928’de yazılan bu ifadeler gösteriyor. Hem de tam Mobese kameraları ile her şeyi gözetim ve denetim altına almayı ifade eden şu güzel sözlerle…