Uzay aracı Eagle’den inip Ay’da ilk adımını atan Neil Armstrong’dan 10 dakika sonra o tozlu yüzeye ayağını basan ikinci insandı Eldwin Aldrin. Kendisiyle onlarca yıl sonra röportaj yapan gazeteci “Ay’a ilk adımınızı attığınızda korktunuz mu?” diye sorunca felsefik bir yanıt vermişti:
“Korku insanın gözünü perdeler. Korkmadım.”
Aldrin korkmamıştı, ama 1 Kasım seçiminde oy kullanan seçmenlerden tam beş milyonu korkmuştu.
Milliyetçiler de, ‘çözüm’ isteyen bazı Kürtler de AKP’ye sığındı
Kimi ülkelerinin bölüneceğinden korkmuştu, kimi düşmanı belletilen Kürtlerin yeni haklar alacağından; örneğin kendi kendilerini yöneteceklerinden, ana dillerinde eğitim göreceklerinden… Bu yüzden MHP’nin en hafifinden “milliyetçi” diye tanımlanabilecek iki milyon seçmeni 143 günde oyunun yönünü değiştirmişti.
“Savaş” istiyorlardı.
Çünkü korkmuşlardı ve gözleri perdelenmişti.
Bu yüzden AKP’ye oy verdiler
7 Haziran seçimlerinden sonra patlayan canlı bombalar, Suruç ve Ankara katliamları, kuşatılan Kürt kentleri, sokağa çıkma yasakları, bombalanan mahalleler, tanklarla toplarla girilen evler, keskin nişancıların kurşuna dizdiği siviller de bazı Kürt seçmenleri korkutmuştu.
“Barış” istiyorlardı.
“Oyumuzu alsın, belki barışı geri verir” diye AKP’ye oy verdiler.
Çünkü korkmuşlardı ve gözleri perdelenmişti.
Kan gölüne dönüşen ülkenin geleceğinden korkanlardan MHP çizgisindeki milliyetçi bir kısım seçmen “savaş” için, özellikle mütedeyyin ve orta sınıftan, daha önce AKP seçmeni olan Kürt de “barış” için AKP’ye oy vermişti 1 Kasım’da.
Hem “savaş” isteyenlerin, hem de “barış” isteyenlerin bu seçimlik yılgınlıktan sığındığı AKP de bu çelişik duruma uygun olarak iki yüzü keskin bir bıçak sürdü masaya:
“Milli birlik ve kardeşlik süreci…”
AKP’ye oy veren MHP’lilere ‘milli birlik’, Kürtlere ‘kardeşlik’
Saray’da önceki gün muhtarlarla yaptığı 14. toplantıda yeni sürecin “müjde”sini verdi Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“Bunun adı artık milli birlik ve kardeşlik sürecidir.”
Aynen “Milli Görüş gömleği”ni çıkardığı gibi, bu kez de “çözüm süreci” gömleğini çıkartıp “iki parçalı” bir gömlek giyinmişti Erdoğan.
Yani MHP’den gelen milliyetçiler için “milli birlik” gömleği, AKP’ye oy veren Kürtler için “kardeşlik” gömleği.
Aynen muz gibi, ne niyetine yersen ye…
Kitle desteğini yüksek tutmak için hem “savaş”, hem de “barış” isteyenlerin oylarını AKP’de buluşturma amacını da aynı konuşmada kabul ediyordu:
“Milli birlik, diyen varsa, kardeşlik, diyen varsa hepimiz aynı çatı altında toplanmalıyız.”
Bu ikili yapı bile önümüzdeki süreçte yaşanacak krizin bizatihi kaynağı olacak. Ya “savaş” isteyen milliyetçiler, ya da “oyumuzu alsın da çözüm sürecini bize geri versin” diyen Kürtler büyük bir kırılmaya uğrayacak.
Ancak görünen o ki, çözüm sürecine geri dönmek umuduyla AKP’ye oy veren Kürtler yaşayacak ilk kırılmayı.
AKP’nin istikrarı: Kriz tek başına iktidara geldi
İşte Çarşamba günü Saray’da muhtarla yaptığı toplantıda Erdoğan’ın sözleriyle Türkiye’yi bekleyen “çatışmalı sürecin” karakteristiği:
“Terör örgütüne karşı ülke içi ve dışında süren operasyonlar kararlı bir şekilde devam ediyor, kesmek yok, devam edeceğiz. (…) Aynı şekilde örgütün şehirlerdeki yapılanmaları tamamen çökertilene kadar, güvenlik kuvvetlerimizin operasyonları, adli ve idari takibatları devam edecek. Önümüzdeki dönem konuşma, tartışma dönemi değil, açık söylüyorum sonuç alma dönemidir.”
1 Kasım’da çıkan tablodan sonra artık alınacak “sonuç” Erdoğan için “başkan olmak”tır.
Bu nedenle 1 Kasım seçim süreci bitmemiştir ve Erdoğan başkan olana dek sürecektir.
Neydi 1 Kasım öncesi “sonuç” almak için yaratılan koşullar?
Kandil’i bombalama, kırsalda operasyon, sokağa çıkma yasağı ilan edilen kentleri kuşatma, tankla topla mahallelere girme, sokak sokak, ev ev özel harekat timlerinin baskınları, keskin nişancılarla sivilleri öldürme, muhalifleri gözaltına alma, tutuklama… Cemaate yapılan operasyonları yoğunlaştırma. Gazeteleri, televizyonları basıp ele geçirme, muhalif yayınları susturma…
İşte Türkiye’de yaratılan bu korku, baskı, tehdit, ölüm iklimi AKP’ye tek başına iktidar getirdi.
Yaratılan korku ortamında bazı seçmenler “krizi aşalım, istikrarı getirelim” diye aslında “kriz”i tek başına iktidara getirdiler. Çünkü geçmiş pratikler de gösteriyor ki AKP’nin “istikrar”ı, sürekli “kriz” demektir.
1 Kasım’ın hemen sonrasında da çok net biçimde görüldü ki, seçim de “kriz”i çözmedi ve “istikrar”ı getirmedi.
Üzerine ‘başkanlık tüyü dikilmiş’ sivil darbe anayasası
Hemen 2 Kasım’da, “Nerede kalmıştık” diyen bir iktidarla yeniden yüz yüze geldik.
Tekrar başladı sokağa çıkma yasakları, kent kuşatmaları, tanklarla toplarla mahalle baskınları, sivil ölümleri… Yeniden başladı Cemaate dönük operasyonlar, dergi toplatmalar, gazeteci tutuklamalar. Hatta daha da arttı merkez medyayı da muhalif medyayı da tehdit etmeler.
“Neden” sorusunun yanıtı da çok açık.
Çünkü henüz 1 Kasım seçim süreci bitmedi. Anayasa değişikliği görüntüsü altında “başkanlık sistemi”ni referanduma götürüp bu halka “evet” dedirtmeden de bitmeyecek bu seçim süreci.
Onun için yanılmıştı seçim gecesi zaferinin getirdiği “sarhoşluk”la “Artık ülkemize şehit gelmeyecek, o şehitlerimizden Allah razı olsun, o şehitlerimiz bize büyük bir emanet bıraktı” diyen AKP İzmir İl Başkanı Bülent Delican.
Çünkü daha bırakılacak “emanet”ler tamamlanmamıştı. O yüzden de 1 Kasım sonrası, bu gün de iki tarafın da “şehitleri” hala geliyor.
Onun için 1 Kasım öncesi yaratılan baskı, tehdit, çatışma, ölüm iklimi “Reis sonuç alıncaya dek” sürecek.
Saray’ın “başkanlık sevdası” yüzünden önümüzdeki süreçte de bu halkı gözlerindeki korku perdesiyle yaşamaya mahkum etmek istiyorlar.
Ta ki, 12 Eylül’de yapılan askeri darbe anayasasının yerine, üzerine “başkanlık tüyü dikilmiş” sivil darbe anayasası gelinceye kadar.
Şimdi aynen Ay’a ayak basan astronot Aldrin’in sözünü ettiği “korku perdesi”yle, Türkiye insanları kör bir karanlığın şuursuzluğuna sürüklenmek isteniyor. Ancak, halkların hiç umulmadık anlarda korkunun karanlık perdesini yırtıp atmak gibi bir meziyeti olduğunu hiç unutmamak gerek.
CELAL BAŞLANGIÇ / HABERDAR
Uzay aracı Eagle’den inip Ay’da ilk adımını atan Neil Armstrong’dan 10 dakika sonra o tozlu yüzeye ayağını basan ikinci insandı Eldwin Aldrin. Kendisiyle onlarca yıl sonra röportaj yapan gazeteci “Ay’a ilk adımınızı attığınızda korktunuz mu?” diye sorunca felsefik bir yanıt vermişti:
“Korku insanın gözünü perdeler. Korkmadım.”
Aldrin korkmamıştı, ama 1 Kasım seçiminde oy kullanan seçmenlerden tam beş milyonu korkmuştu.
Milliyetçiler de, ‘çözüm’ isteyen bazı Kürtler de AKP’ye sığındı
Kimi ülkelerinin bölüneceğinden korkmuştu, kimi düşmanı belletilen Kürtlerin yeni haklar alacağından; örneğin kendi kendilerini yöneteceklerinden, ana dillerinde eğitim göreceklerinden… Bu yüzden MHP’nin en hafifinden “milliyetçi” diye tanımlanabilecek iki milyon seçmeni 143 günde oyunun yönünü değiştirmişti.
“Savaş” istiyorlardı.
Çünkü korkmuşlardı ve gözleri perdelenmişti.
Bu yüzden AKP’ye oy verdiler
7 Haziran seçimlerinden sonra patlayan canlı bombalar, Suruç ve Ankara katliamları, kuşatılan Kürt kentleri, sokağa çıkma yasakları, bombalanan mahalleler, tanklarla toplarla girilen evler, keskin nişancıların kurşuna dizdiği siviller de bazı Kürt seçmenleri korkutmuştu.
“Barış” istiyorlardı.
“Oyumuzu alsın, belki barışı geri verir” diye AKP’ye oy verdiler.
Çünkü korkmuşlardı ve gözleri perdelenmişti.
Kan gölüne dönüşen ülkenin geleceğinden korkanlardan MHP çizgisindeki milliyetçi bir kısım seçmen “savaş” için, özellikle mütedeyyin ve orta sınıftan, daha önce AKP seçmeni olan Kürt de “barış” için AKP’ye oy vermişti 1 Kasım’da.
Hem “savaş” isteyenlerin, hem de “barış” isteyenlerin bu seçimlik yılgınlıktan sığındığı AKP de bu çelişik duruma uygun olarak iki yüzü keskin bir bıçak sürdü masaya:
“Milli birlik ve kardeşlik süreci…”
AKP’ye oy veren MHP’lilere ‘milli birlik’, Kürtlere ‘kardeşlik’
Saray’da önceki gün muhtarlarla yaptığı 14. toplantıda yeni sürecin “müjde”sini verdi Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“Bunun adı artık milli birlik ve kardeşlik sürecidir.”
Aynen “Milli Görüş gömleği”ni çıkardığı gibi, bu kez de “çözüm süreci” gömleğini çıkartıp “iki parçalı” bir gömlek giyinmişti Erdoğan.
Yani MHP’den gelen milliyetçiler için “milli birlik” gömleği, AKP’ye oy veren Kürtler için “kardeşlik” gömleği.
Aynen muz gibi, ne niyetine yersen ye…
Kitle desteğini yüksek tutmak için hem “savaş”, hem de “barış” isteyenlerin oylarını AKP’de buluşturma amacını da aynı konuşmada kabul ediyordu:
“Milli birlik, diyen varsa, kardeşlik, diyen varsa hepimiz aynı çatı altında toplanmalıyız.”
Bu ikili yapı bile önümüzdeki süreçte yaşanacak krizin bizatihi kaynağı olacak. Ya “savaş” isteyen milliyetçiler, ya da “oyumuzu alsın da çözüm sürecini bize geri versin” diyen Kürtler büyük bir kırılmaya uğrayacak.
Ancak görünen o ki, çözüm sürecine geri dönmek umuduyla AKP’ye oy veren Kürtler yaşayacak ilk kırılmayı.
AKP’nin istikrarı: Kriz tek başına iktidara geldi
İşte Çarşamba günü Saray’da muhtarla yaptığı toplantıda Erdoğan’ın sözleriyle Türkiye’yi bekleyen “çatışmalı sürecin” karakteristiği:
“Terör örgütüne karşı ülke içi ve dışında süren operasyonlar kararlı bir şekilde devam ediyor, kesmek yok, devam edeceğiz. (…) Aynı şekilde örgütün şehirlerdeki yapılanmaları tamamen çökertilene kadar, güvenlik kuvvetlerimizin operasyonları, adli ve idari takibatları devam edecek. Önümüzdeki dönem konuşma, tartışma dönemi değil, açık söylüyorum sonuç alma dönemidir.”
1 Kasım’da çıkan tablodan sonra artık alınacak “sonuç” Erdoğan için “başkan olmak”tır.
Bu nedenle 1 Kasım seçim süreci bitmemiştir ve Erdoğan başkan olana dek sürecektir.
Neydi 1 Kasım öncesi “sonuç” almak için yaratılan koşullar?
Kandil’i bombalama, kırsalda operasyon, sokağa çıkma yasağı ilan edilen kentleri kuşatma, tankla topla mahallelere girme, sokak sokak, ev ev özel harekat timlerinin baskınları, keskin nişancılarla sivilleri öldürme, muhalifleri gözaltına alma, tutuklama… Cemaate yapılan operasyonları yoğunlaştırma. Gazeteleri, televizyonları basıp ele geçirme, muhalif yayınları susturma…
İşte Türkiye’de yaratılan bu korku, baskı, tehdit, ölüm iklimi AKP’ye tek başına iktidar getirdi.
Yaratılan korku ortamında bazı seçmenler “krizi aşalım, istikrarı getirelim” diye aslında “kriz”i tek başına iktidara getirdiler. Çünkü geçmiş pratikler de gösteriyor ki AKP’nin “istikrar”ı, sürekli “kriz” demektir.
1 Kasım’ın hemen sonrasında da çok net biçimde görüldü ki, seçim de “kriz”i çözmedi ve “istikrar”ı getirmedi.
Üzerine ‘başkanlık tüyü dikilmiş’ sivil darbe anayasası
Hemen 2 Kasım’da, “Nerede kalmıştık” diyen bir iktidarla yeniden yüz yüze geldik.
Tekrar başladı sokağa çıkma yasakları, kent kuşatmaları, tanklarla toplarla mahalle baskınları, sivil ölümleri… Yeniden başladı Cemaate dönük operasyonlar, dergi toplatmalar, gazeteci tutuklamalar. Hatta daha da arttı merkez medyayı da muhalif medyayı da tehdit etmeler.
“Neden” sorusunun yanıtı da çok açık.
Çünkü henüz 1 Kasım seçim süreci bitmedi. Anayasa değişikliği görüntüsü altında “başkanlık sistemi”ni referanduma götürüp bu halka “evet” dedirtmeden de bitmeyecek bu seçim süreci.
Onun için yanılmıştı seçim gecesi zaferinin getirdiği “sarhoşluk”la “Artık ülkemize şehit gelmeyecek, o şehitlerimizden Allah razı olsun, o şehitlerimiz bize büyük bir emanet bıraktı” diyen AKP İzmir İl Başkanı Bülent Delican.
Çünkü daha bırakılacak “emanet”ler tamamlanmamıştı. O yüzden de 1 Kasım sonrası, bu gün de iki tarafın da “şehitleri” hala geliyor.
Onun için 1 Kasım öncesi yaratılan baskı, tehdit, çatışma, ölüm iklimi “Reis sonuç alıncaya dek” sürecek.
Saray’ın “başkanlık sevdası” yüzünden önümüzdeki süreçte de bu halkı gözlerindeki korku perdesiyle yaşamaya mahkum etmek istiyorlar.
Ta ki, 12 Eylül’de yapılan askeri darbe anayasasının yerine, üzerine “başkanlık tüyü dikilmiş” sivil darbe anayasası gelinceye kadar.
Şimdi aynen Ay’a ayak basan astronot Aldrin’in sözünü ettiği “korku perdesi”yle, Türkiye insanları kör bir karanlığın şuursuzluğuna sürüklenmek isteniyor. Ancak, halkların hiç umulmadık anlarda korkunun karanlık perdesini yırtıp atmak gibi bir meziyeti olduğunu hiç unutmamak gerek.
CELAL BAŞLANGIÇ / HABERDAR
Uzay aracı Eagle’den inip Ay’da ilk adımını atan Neil Armstrong’dan 10 dakika sonra o tozlu yüzeye ayağını basan ikinci insandı Eldwin Aldrin. Kendisiyle onlarca yıl sonra röportaj yapan gazeteci “Ay’a ilk adımınızı attığınızda korktunuz mu?” diye sorunca felsefik bir yanıt vermişti:
“Korku insanın gözünü perdeler. Korkmadım.”
Aldrin korkmamıştı, ama 1 Kasım seçiminde oy kullanan seçmenlerden tam beş milyonu korkmuştu.
Milliyetçiler de, ‘çözüm’ isteyen bazı Kürtler de AKP’ye sığındı
Kimi ülkelerinin bölüneceğinden korkmuştu, kimi düşmanı belletilen Kürtlerin yeni haklar alacağından; örneğin kendi kendilerini yöneteceklerinden, ana dillerinde eğitim göreceklerinden… Bu yüzden MHP’nin en hafifinden “milliyetçi” diye tanımlanabilecek iki milyon seçmeni 143 günde oyunun yönünü değiştirmişti.
“Savaş” istiyorlardı.
Çünkü korkmuşlardı ve gözleri perdelenmişti.
Bu yüzden AKP’ye oy verdiler
7 Haziran seçimlerinden sonra patlayan canlı bombalar, Suruç ve Ankara katliamları, kuşatılan Kürt kentleri, sokağa çıkma yasakları, bombalanan mahalleler, tanklarla toplarla girilen evler, keskin nişancıların kurşuna dizdiği siviller de bazı Kürt seçmenleri korkutmuştu.
“Barış” istiyorlardı.
“Oyumuzu alsın, belki barışı geri verir” diye AKP’ye oy verdiler.
Çünkü korkmuşlardı ve gözleri perdelenmişti.
Kan gölüne dönüşen ülkenin geleceğinden korkanlardan MHP çizgisindeki milliyetçi bir kısım seçmen “savaş” için, özellikle mütedeyyin ve orta sınıftan, daha önce AKP seçmeni olan Kürt de “barış” için AKP’ye oy vermişti 1 Kasım’da.
Hem “savaş” isteyenlerin, hem de “barış” isteyenlerin bu seçimlik yılgınlıktan sığındığı AKP de bu çelişik duruma uygun olarak iki yüzü keskin bir bıçak sürdü masaya:
“Milli birlik ve kardeşlik süreci…”
AKP’ye oy veren MHP’lilere ‘milli birlik’, Kürtlere ‘kardeşlik’
Saray’da önceki gün muhtarlarla yaptığı 14. toplantıda yeni sürecin “müjde”sini verdi Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“Bunun adı artık milli birlik ve kardeşlik sürecidir.”
Aynen “Milli Görüş gömleği”ni çıkardığı gibi, bu kez de “çözüm süreci” gömleğini çıkartıp “iki parçalı” bir gömlek giyinmişti Erdoğan.
Yani MHP’den gelen milliyetçiler için “milli birlik” gömleği, AKP’ye oy veren Kürtler için “kardeşlik” gömleği.
Aynen muz gibi, ne niyetine yersen ye…
Kitle desteğini yüksek tutmak için hem “savaş”, hem de “barış” isteyenlerin oylarını AKP’de buluşturma amacını da aynı konuşmada kabul ediyordu:
“Milli birlik, diyen varsa, kardeşlik, diyen varsa hepimiz aynı çatı altında toplanmalıyız.”
Bu ikili yapı bile önümüzdeki süreçte yaşanacak krizin bizatihi kaynağı olacak. Ya “savaş” isteyen milliyetçiler, ya da “oyumuzu alsın da çözüm sürecini bize geri versin” diyen Kürtler büyük bir kırılmaya uğrayacak.
Ancak görünen o ki, çözüm sürecine geri dönmek umuduyla AKP’ye oy veren Kürtler yaşayacak ilk kırılmayı.
AKP’nin istikrarı: Kriz tek başına iktidara geldi
İşte Çarşamba günü Saray’da muhtarla yaptığı toplantıda Erdoğan’ın sözleriyle Türkiye’yi bekleyen “çatışmalı sürecin” karakteristiği:
“Terör örgütüne karşı ülke içi ve dışında süren operasyonlar kararlı bir şekilde devam ediyor, kesmek yok, devam edeceğiz. (…) Aynı şekilde örgütün şehirlerdeki yapılanmaları tamamen çökertilene kadar, güvenlik kuvvetlerimizin operasyonları, adli ve idari takibatları devam edecek. Önümüzdeki dönem konuşma, tartışma dönemi değil, açık söylüyorum sonuç alma dönemidir.”
1 Kasım’da çıkan tablodan sonra artık alınacak “sonuç” Erdoğan için “başkan olmak”tır.
Bu nedenle 1 Kasım seçim süreci bitmemiştir ve Erdoğan başkan olana dek sürecektir.
Neydi 1 Kasım öncesi “sonuç” almak için yaratılan koşullar?
Kandil’i bombalama, kırsalda operasyon, sokağa çıkma yasağı ilan edilen kentleri kuşatma, tankla topla mahallelere girme, sokak sokak, ev ev özel harekat timlerinin baskınları, keskin nişancılarla sivilleri öldürme, muhalifleri gözaltına alma, tutuklama… Cemaate yapılan operasyonları yoğunlaştırma. Gazeteleri, televizyonları basıp ele geçirme, muhalif yayınları susturma…
İşte Türkiye’de yaratılan bu korku, baskı, tehdit, ölüm iklimi AKP’ye tek başına iktidar getirdi.
Yaratılan korku ortamında bazı seçmenler “krizi aşalım, istikrarı getirelim” diye aslında “kriz”i tek başına iktidara getirdiler. Çünkü geçmiş pratikler de gösteriyor ki AKP’nin “istikrar”ı, sürekli “kriz” demektir.
1 Kasım’ın hemen sonrasında da çok net biçimde görüldü ki, seçim de “kriz”i çözmedi ve “istikrar”ı getirmedi.
Üzerine ‘başkanlık tüyü dikilmiş’ sivil darbe anayasası
Hemen 2 Kasım’da, “Nerede kalmıştık” diyen bir iktidarla yeniden yüz yüze geldik.
Tekrar başladı sokağa çıkma yasakları, kent kuşatmaları, tanklarla toplarla mahalle baskınları, sivil ölümleri… Yeniden başladı Cemaate dönük operasyonlar, dergi toplatmalar, gazeteci tutuklamalar. Hatta daha da arttı merkez medyayı da muhalif medyayı da tehdit etmeler.
“Neden” sorusunun yanıtı da çok açık.
Çünkü henüz 1 Kasım seçim süreci bitmedi. Anayasa değişikliği görüntüsü altında “başkanlık sistemi”ni referanduma götürüp bu halka “evet” dedirtmeden de bitmeyecek bu seçim süreci.
Onun için yanılmıştı seçim gecesi zaferinin getirdiği “sarhoşluk”la “Artık ülkemize şehit gelmeyecek, o şehitlerimizden Allah razı olsun, o şehitlerimiz bize büyük bir emanet bıraktı” diyen AKP İzmir İl Başkanı Bülent Delican.
Çünkü daha bırakılacak “emanet”ler tamamlanmamıştı. O yüzden de 1 Kasım sonrası, bu gün de iki tarafın da “şehitleri” hala geliyor.
Onun için 1 Kasım öncesi yaratılan baskı, tehdit, çatışma, ölüm iklimi “Reis sonuç alıncaya dek” sürecek.
Saray’ın “başkanlık sevdası” yüzünden önümüzdeki süreçte de bu halkı gözlerindeki korku perdesiyle yaşamaya mahkum etmek istiyorlar.
Ta ki, 12 Eylül’de yapılan askeri darbe anayasasının yerine, üzerine “başkanlık tüyü dikilmiş” sivil darbe anayasası gelinceye kadar.
Şimdi aynen Ay’a ayak basan astronot Aldrin’in sözünü ettiği “korku perdesi”yle, Türkiye insanları kör bir karanlığın şuursuzluğuna sürüklenmek isteniyor. Ancak, halkların hiç umulmadık anlarda korkunun karanlık perdesini yırtıp atmak gibi bir meziyeti olduğunu hiç unutmamak gerek.
CELAL BAŞLANGIÇ / HABERDAR
Uzay aracı Eagle’den inip Ay’da ilk adımını atan Neil Armstrong’dan 10 dakika sonra o tozlu yüzeye ayağını basan ikinci insandı Eldwin Aldrin. Kendisiyle onlarca yıl sonra röportaj yapan gazeteci “Ay’a ilk adımınızı attığınızda korktunuz mu?” diye sorunca felsefik bir yanıt vermişti:
“Korku insanın gözünü perdeler. Korkmadım.”
Aldrin korkmamıştı, ama 1 Kasım seçiminde oy kullanan seçmenlerden tam beş milyonu korkmuştu.
Milliyetçiler de, ‘çözüm’ isteyen bazı Kürtler de AKP’ye sığındı
Kimi ülkelerinin bölüneceğinden korkmuştu, kimi düşmanı belletilen Kürtlerin yeni haklar alacağından; örneğin kendi kendilerini yöneteceklerinden, ana dillerinde eğitim göreceklerinden… Bu yüzden MHP’nin en hafifinden “milliyetçi” diye tanımlanabilecek iki milyon seçmeni 143 günde oyunun yönünü değiştirmişti.
“Savaş” istiyorlardı.
Çünkü korkmuşlardı ve gözleri perdelenmişti.
Bu yüzden AKP’ye oy verdiler
7 Haziran seçimlerinden sonra patlayan canlı bombalar, Suruç ve Ankara katliamları, kuşatılan Kürt kentleri, sokağa çıkma yasakları, bombalanan mahalleler, tanklarla toplarla girilen evler, keskin nişancıların kurşuna dizdiği siviller de bazı Kürt seçmenleri korkutmuştu.
“Barış” istiyorlardı.
“Oyumuzu alsın, belki barışı geri verir” diye AKP’ye oy verdiler.
Çünkü korkmuşlardı ve gözleri perdelenmişti.
Kan gölüne dönüşen ülkenin geleceğinden korkanlardan MHP çizgisindeki milliyetçi bir kısım seçmen “savaş” için, özellikle mütedeyyin ve orta sınıftan, daha önce AKP seçmeni olan Kürt de “barış” için AKP’ye oy vermişti 1 Kasım’da.
Hem “savaş” isteyenlerin, hem de “barış” isteyenlerin bu seçimlik yılgınlıktan sığındığı AKP de bu çelişik duruma uygun olarak iki yüzü keskin bir bıçak sürdü masaya:
“Milli birlik ve kardeşlik süreci…”
AKP’ye oy veren MHP’lilere ‘milli birlik’, Kürtlere ‘kardeşlik’
Saray’da önceki gün muhtarlarla yaptığı 14. toplantıda yeni sürecin “müjde”sini verdi Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“Bunun adı artık milli birlik ve kardeşlik sürecidir.”
Aynen “Milli Görüş gömleği”ni çıkardığı gibi, bu kez de “çözüm süreci” gömleğini çıkartıp “iki parçalı” bir gömlek giyinmişti Erdoğan.
Yani MHP’den gelen milliyetçiler için “milli birlik” gömleği, AKP’ye oy veren Kürtler için “kardeşlik” gömleği.
Aynen muz gibi, ne niyetine yersen ye…
Kitle desteğini yüksek tutmak için hem “savaş”, hem de “barış” isteyenlerin oylarını AKP’de buluşturma amacını da aynı konuşmada kabul ediyordu:
“Milli birlik, diyen varsa, kardeşlik, diyen varsa hepimiz aynı çatı altında toplanmalıyız.”
Bu ikili yapı bile önümüzdeki süreçte yaşanacak krizin bizatihi kaynağı olacak. Ya “savaş” isteyen milliyetçiler, ya da “oyumuzu alsın da çözüm sürecini bize geri versin” diyen Kürtler büyük bir kırılmaya uğrayacak.
Ancak görünen o ki, çözüm sürecine geri dönmek umuduyla AKP’ye oy veren Kürtler yaşayacak ilk kırılmayı.
AKP’nin istikrarı: Kriz tek başına iktidara geldi
İşte Çarşamba günü Saray’da muhtarla yaptığı toplantıda Erdoğan’ın sözleriyle Türkiye’yi bekleyen “çatışmalı sürecin” karakteristiği:
“Terör örgütüne karşı ülke içi ve dışında süren operasyonlar kararlı bir şekilde devam ediyor, kesmek yok, devam edeceğiz. (…) Aynı şekilde örgütün şehirlerdeki yapılanmaları tamamen çökertilene kadar, güvenlik kuvvetlerimizin operasyonları, adli ve idari takibatları devam edecek. Önümüzdeki dönem konuşma, tartışma dönemi değil, açık söylüyorum sonuç alma dönemidir.”
1 Kasım’da çıkan tablodan sonra artık alınacak “sonuç” Erdoğan için “başkan olmak”tır.
Bu nedenle 1 Kasım seçim süreci bitmemiştir ve Erdoğan başkan olana dek sürecektir.
Neydi 1 Kasım öncesi “sonuç” almak için yaratılan koşullar?
Kandil’i bombalama, kırsalda operasyon, sokağa çıkma yasağı ilan edilen kentleri kuşatma, tankla topla mahallelere girme, sokak sokak, ev ev özel harekat timlerinin baskınları, keskin nişancılarla sivilleri öldürme, muhalifleri gözaltına alma, tutuklama… Cemaate yapılan operasyonları yoğunlaştırma. Gazeteleri, televizyonları basıp ele geçirme, muhalif yayınları susturma…
İşte Türkiye’de yaratılan bu korku, baskı, tehdit, ölüm iklimi AKP’ye tek başına iktidar getirdi.
Yaratılan korku ortamında bazı seçmenler “krizi aşalım, istikrarı getirelim” diye aslında “kriz”i tek başına iktidara getirdiler. Çünkü geçmiş pratikler de gösteriyor ki AKP’nin “istikrar”ı, sürekli “kriz” demektir.
1 Kasım’ın hemen sonrasında da çok net biçimde görüldü ki, seçim de “kriz”i çözmedi ve “istikrar”ı getirmedi.
Üzerine ‘başkanlık tüyü dikilmiş’ sivil darbe anayasası
Hemen 2 Kasım’da, “Nerede kalmıştık” diyen bir iktidarla yeniden yüz yüze geldik.
Tekrar başladı sokağa çıkma yasakları, kent kuşatmaları, tanklarla toplarla mahalle baskınları, sivil ölümleri… Yeniden başladı Cemaate dönük operasyonlar, dergi toplatmalar, gazeteci tutuklamalar. Hatta daha da arttı merkez medyayı da muhalif medyayı da tehdit etmeler.
“Neden” sorusunun yanıtı da çok açık.
Çünkü henüz 1 Kasım seçim süreci bitmedi. Anayasa değişikliği görüntüsü altında “başkanlık sistemi”ni referanduma götürüp bu halka “evet” dedirtmeden de bitmeyecek bu seçim süreci.
Onun için yanılmıştı seçim gecesi zaferinin getirdiği “sarhoşluk”la “Artık ülkemize şehit gelmeyecek, o şehitlerimizden Allah razı olsun, o şehitlerimiz bize büyük bir emanet bıraktı” diyen AKP İzmir İl Başkanı Bülent Delican.
Çünkü daha bırakılacak “emanet”ler tamamlanmamıştı. O yüzden de 1 Kasım sonrası, bu gün de iki tarafın da “şehitleri” hala geliyor.
Onun için 1 Kasım öncesi yaratılan baskı, tehdit, çatışma, ölüm iklimi “Reis sonuç alıncaya dek” sürecek.
Saray’ın “başkanlık sevdası” yüzünden önümüzdeki süreçte de bu halkı gözlerindeki korku perdesiyle yaşamaya mahkum etmek istiyorlar.
Ta ki, 12 Eylül’de yapılan askeri darbe anayasasının yerine, üzerine “başkanlık tüyü dikilmiş” sivil darbe anayasası gelinceye kadar.
Şimdi aynen Ay’a ayak basan astronot Aldrin’in sözünü ettiği “korku perdesi”yle, Türkiye insanları kör bir karanlığın şuursuzluğuna sürüklenmek isteniyor. Ancak, halkların hiç umulmadık anlarda korkunun karanlık perdesini yırtıp atmak gibi bir meziyeti olduğunu hiç unutmamak gerek.
CELAL BAŞLANGIÇ / HABERDAR