ADİL ÖMER ERDEM-ANALİZ
Tamam, necip millet falan filan da, bu milletin en önemli özelliklerinden birisi, bir kötü durumdan kendi başına gelmeden asla ders almamasıdır.
1999 Marmara Depremi’nde onbinlerce canı kaybettik.
Büyük bir felaketi yaşadık.
O zaman da denildi, “Bundan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak”.
N’oldu?
Herşey eskisi gibi olduğu gibi, mevcut yönetim tarzı sayesinde eskisinden de daha geriye gitti.
Bu toplum tarihten ders çıkarmayan bir toplum.
Bir felaket, bir kötülük kendi başına gelmeden onun ne denli bir kötülük, ne derece bir felaket, ne derece bir haksızlık, hukuksuzluk olduğunu kavramıyor. Kendi başına geldiğinde de iş işten geçmiş oluyor.
Her önemli hadiseden sonra veya felaketten sonra duyarız “Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” sözünü.
Ama nasıl oluyor da herşey aynı hatta daha beter oluyor ve bu toplum bunu nasıl başarıyor hayret edilesi bir durum.
Susurluk kazasından sonra ortaya dökülen ilişkiler sebebiyle söylenmişti “Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” sözü.
N’oldu?
Bugün Türkiye’de yaşanan hukuksuzluklar, adam kaçırmalar, işkence ve her türlü insanlık suçu o zamandan daha beter değil mi?
Belki de bu millet bu sözü yanlış anlıyor.
Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak denilirken belki de eskisinden daha beter olacak şeklinde algılıyor ve onun için düzeltmek için bir şey yapmıyor.
Marmara depreminden sonra da söylendi bu söz.
Bakın bugün Maraş ve civar illerinde yaşanan deprem fırtınasından sonra yine söyleniyor.
Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.
Olmayacak, yani demekki daha beter olacak!
Tabii lafla peynir gemisi yürümüyor.
Kainatta tekvini şeriat kanunları dediğimiz “Tabiat kanunları” değişmiyor.
Fay hattına şehir kurarsan, bir gün o şehir bir depremde yıkılılır.
Dere yatağına ev yaparsan bir gün sel gelir alır onu ve tabii orada yaşayan canları da.
Kuralına göre bina inşa etmeyenleri TBMM’de çıkardığın bir konunla affedersen o binaların kusurlarını gidermiş olmuyorsun ki.
Bilmiyorum başka ülkede böyle bir uygulama var mı?
İşini iyi yapanlara, sağlam yapanlara haksızlık değil mi bu?
Biz de mesela yine TBMM kararıyla sınıfını geçemeyenlere af getiren öğrenci affı yasaları çıkıyor.
Aynı imar affı gibi bir şey. Adam dersine çalışmamış, aylak aylak gezmiş ya da her ne halt etmişse etmiş sınıfı geçememiş, dersleri verememiş, sınavlarda başarılı olamamış. Neticede elenmiş.
Gece gündüz çalışıp derslerini verenlere büyük haksızlık değil mi bu.
Vergi affı da öyle. Ne demek ya vergi affı?
Vergisini zamanında ödemeyenlere getirilen af.
Vergisini ödeyenlere hakaret değil mi bu?
Sonra bu tip uygulamalar insanları haksızlığa, hukuksuzluğa, tembelliğe teşvik anlamına gelmiyor mu?
Vergilendirilmiş kazanç kutsal yazar vergi dairelerimizde.
Ama millet vergi kaçırmayı marifet olarak görür.
Müteahhit inşaattan çalmayı, demirden, çimentodan güya tasarruf etmeyi, metrekare başına inşaat maliyetini şu kadar düşürmeyi marifat sayar.
Peki böyle bir topulmun sonu nereye varır?
İşte depremde yıkıldı memleketin yarısı.
En iyimser tahminlere göre ölü sayısı 100 binin üzerinde.
Peki bundan ders alındı mı?
Bu toplum ders almaz.
Almıyor da. Kendi başına gelmeden anlamıyor.
Bana değmeyen yılan bin yaşasın diyor.
Ateş olmayan yerden duman tütmez diyor.
Ne yapalım kader diyor.
Oysa ne kadar da yanlış.
Kapını kilitli tut, hırsızı günaha sokma.
Eşeğini, deveni, her neyse, sağlam kazığa bağla kurt yerse yesin.
Yahu…
Fay hattına şehir kurma. Bina yapma.
Yapmak zorundaysan da orasının şartlarına göre yap.
Evini sağlam yap, vergini öde dersini çalış.
TBMM’den af bekleme.
TBMM affeder ama Tekvini şeriat, fıtri kanunlar affetmez.
Ne olur, artık geç fark etme taşın sert olduğunu, ateşin yaktığını suyun boğduğunu.
Bu deprem bize ne öğretti biliyor musunuz, necip filan değilmişiz.
Onlar eskidenmiş.