Rayından çıkmış bir devlet, çılgın bir terör estirerek, nefretle soykırım uygularken, karşısında duran her sivil inisiyatif tuz buz olurdu, elhamdülillah olmadık…
Ağır bir travma geçirdik, darbe üzerine darbe, künde üzerine künde yedik ve hala hırpalanmaya devam ediyoruz…
Hadiseyi toparlamak çok zor ama kesin olan bir şey var, elhamdülillah yıkılmadık, yok olmadık…
Evet, yok olmadık, yıkılmadık ama cidden sarsıldık.
Hal bu minval üzeri olunca akılları ciddi bir soru kurcalıyor ; Hizmet’in hikayesi bitti mi ?
Bu soruya birkaç yıldır cevap aranıyor…
Anladığım kadarıyla konu bir Hizmet insanına, Ahmet Kurucan’a Avrupa’da sorulmuş, O da Amerika’ya dönünce bir video yapmış…
Hizmet bitti demiyor, bitmedi demiyor, lisan-ı münasiple yeni şeyler yapılması gereğinden bahsederek bir yol açmaya gayret ediyor…
Diğer tarafta ise başka bir Hizmet insanı, Sacid Arvasi mukabelen, yine lisan-ı münasiple meselenin özünden, temelinden bahsediyor…
Konu bu vesileyle enteresan “mecburi istikamet” bir varyantla gelenek-modernite, tecdit, re-form, reform tartışmasına kaydı…
Kurucan, tamamıyla dünyaya açılan Hizmet Hareketi’nin yeni dünyada karşılaştığı ve kendisine sorulan problemler ile yüz yüze, O genel hatlarla ; İyilik eksenli hareket, insan hakları, gençler, kadının toplumsal alanda konumu derken, LGBT problemi ve benzerlerinden bahsedip, fıkhi tesbitlerle, kafa yorarak, yeni şeyler söylemek lazım diyor…
Evet, batılı dünyaya yerleşmiş bazı arkadaşlarımız Hizmet’in “yoğunlukla” evvelen bir iyilik hareketi olduğu, İslam’ın evrensel insani değerler ile uyumu meselesini konuşuyor.
Bu durum Kurucan’ın tetiklediği değil, Kurucan’ı tetikleyen bir durum…
Arvasi ise “Tamam ve fakat ya Hizmet cehd ve niyeti, İslami şuur, emr-i bilmaruf gayret ve arzusu nerede ?” diye dertleniyor…
Açıkçası Ahmet Hoca’nın videosunu görmüş, fakat henüz dinlememiştim, bir arkadaşım video hakkında fikrimi sorunca, dinledim ve ilk tepkim Arvasi’nin tepkisine benzer şekilde oldu.
Bana göre de Kurucan’ın videosunda Hizmet cehd ve niyeti, İslami şuur, emr-i bilmaruf gayret ve arzusu eksik görünüyordu.
Tabii ki Ahmet Hoca kısa bir videoda her şeyi ortaya dökemez, anlatamaz, niyeti de asla eksik bırakmak değildir.
Ve fakat videodaki seyir, irşad ve tebliğ vurgusu olmayan, İslami şuura dokunmayan “devrin idrakine İslam’ı söyletmek değilde, öz, usare yerine, kışır ve kabukla meşgale” gibi bir anlatım içeriyordu…
Kıt anlayışım ile böyle anlamış olabilirim…
Bundan dolayı Arvasi’nin tweetini görünce bende o tweeti mentionlayarak fikrimi Twitter’da yazdım ;
Bence de, Arvasi Hoca “hep beraber” bir hazineyi keşfe / tarife çalışırken atladığımız en önemli yere vurgu yapmıştı ; İslâmî şuur ve Hizmet aşkı…
Evet, sosyo-ictimai, kültürel, evrensel yada tüm yaralara İslam merkezli bir tecdit ile melhem olabiliriz.
Bugünlerde, sanki bazı seküler problemleri İslam’a dayatıp, dünyevileşmiş kafalarla duruma çare arıyoruz…
İhtiyacımız, afaktan İslam’ı hedef alan değil, İslam’la, temel doneleriyle merkezden etrafa, aleme bir “Nur” bir tecdit hareketi olabilir.
Sosyolojik, kültürel, evrensel değerlerle İslamı değiştirmek değil, İslam’la sosyolojik, kültürel, evrensel, insani değerleri bezemek, geliştirmek lazım…
İslam tabii ki durağan, statik değil tüm boyutlarıyla dinamiktir…
Her işimiz ” arzî ” kendi isteklerimiz doğrultusunda değil, Rahmanî, semavî, Rabbimiz’in istekleri doğrultusunda olmalı…
Gençleri bu istek ve şuurla, ihlas ve tebliğ aşkıyla mücehhez hale getirmek lazım…
Bir ayakları hep merkezde olmalı…
Bitmeyen hikaye, bitirilemez hikaye / vetire bu minvalde hedefe varabilir.
İnsan-ı kamil bu bütünlükle yetiştirilip, korunabilir.
Bu şuurda taze, cedit gücünüz yoksa her şey biter, bitersiniz…
Allah şahıs ya da, grup olarak sizi desteklediği inayet elini, teyidatını üzerinizden çeker…
Yerinize sevdiği ve O’nu (cc) seven bir topluluk getirir…
Unutmamalı ki, Hizmet kuru bir iyilik hareketi değil, din temelli bir aydınlık, Nur hareketidir.
Eğer İslâm’ın dırahşan çehresini âleme göstermek isteyen bu güzel kervanın içinden dîni çekerseniz, nurunu yok edip, ademe mahkum eder, tüm ışığını söndürürsünüz.
Sözün özü ; Bir hamur gibi İslam’ı nazik, nazenince açıp yaymalı, bütün masayı, her şeyi hakkıyla latifçe, sarıp, sarmalamalıyız…
İnsani değerlerin, kültürün, sosyal kabullerin, içtimai ahlakın, her şeyin hamuru İslam’dan olmalı…
Bu hamur evrensel insani değerlerin müspet suyu ile beslenmeli…
İslam eksik değil, Rabbin beyanı ile tas-tamamdır.
Bunu yapmaz, yeni dünyanın beklentilerini İslam’a dayatırsanız tam olarak İslam ve Müslümanları marjinaliteye itersiniz…
Tecdid ; Günümüzü, hali ve ihtiyaçlarını hak ile harmanlayıp, İslam’la nurlandırarak, dîni güne, geleceğe sunma ameliyesidir…
Köklerimiz, yani geleneğimiz, usul ve kaidelerimiz üzerine yeniliği inşa edebiliriz.
İrşad ve tebliğ şuuruna sahip, ana, hatta derin hatlarıyla İslam’ı bilen gençlerle geleceği kurabiliriz…
Evrensel doğru değerleri İslam ışığıyla ele alıp irdelemek ve islami perspektiften daha doğrusunu ortaya koymak çok ama çok önemli…
Bununla beraber batıda yerleşik bazı zatların yaptığı gibi ( kastım asla Kurucan değil ) körü körüne İslam’ı dıştan gelen etkilerle çepeçevre kuşatıp, İslami değerleri her batılı anlayışa uydurmaya gayret etmek ise sadece ve sadece ezilmişliğin, küçüklük kompleksinin bir tezahürüdür…
İslam her hastalığa, hastaların talebi doğrultusunda cevap vermez !
İlla Keler Deliği’ne girmek mi lazım ?
İslam’ı kolaylaştırmak ; Sekülerleştirmek, dünyevileştirmek değildir…
İslam’ı kolaylaştırmak meşru daireden dışarı çıkıp gayrimeşru kabullerle batıla teslim olmak demek değildir…
Bu Hakk’a hizmet değil, Hizmet değildir…
Evet, İslam her derd ve talebe göre şekil almaz…
Geleneğin güçlü bir şekilde savunulması, yeniliğin ise iyi bir şekilde anlatılması neticesinde orta yol bulunabilir…
İşte bunları yazarken Ayhan Tekineş’in şu ifadelerine rastladım “Kaynaklar mı, modernlik mi ? ikilemine düşmemek için sürüp gelen geleneğimizin köprü özelliğinden yararlanmalıyız”
Evet, tam da bu, hepimiz “yeniliğe çok ama çok açık gelenekçi” olmalıyız, bu akışkanlık hep devam etmeli…
Yeni fikir ve ictihatlar hususunda iki devrimci ruh dikkatli davranmış, konjonktürel durum, harekatın gidişatı ve tarihsel gerçeklik ile temkinli hareket etmişlerdir…
Üstad “İçtihat kapısı açıktır fakat girmeye maniler vardır” demiş o yola meyletmemiş, arzî ictihatlara cevaz vermemiş !?
Hocaefendi ise problemleri geniş, yeterlilik sahibi heyetlerle çözmek gerektiğine inanmış ve etrafını o şekilde yönlendirmiş, kendisi yine de vazifesini yapmıştır…
Ben yeni yüzyıl cidden farklı olacak diye düşünüyorum, fikhî ve siyasî meseleleri çok daha fazla tartışacağız…
Sevgili arkadaşlar, acizane bütün bunları meseleyi ilk mertebede tartışanlar, konuşanlar için değil ikinci, üçüncü mertebede okuyup, dinleyenlerin “maalesef” yanlış zanlara kapılabileceğini / kapıldığını düşünerek, kendimce görerek yazıyorum…
Problemi hep beraber irdeleyerek daha doğru noktaya getirmeye gayret ediyoruz…
Ahmet Hoca’nın atladığı yeri Arvasi Hoca, Arvasi’nin atladığı yeri Tekineş Hoca vb, görebildigimiz yerleri biz, bizim atladığımız yerleri başkaları takviye edebilir…
Müdaveleyi efkardan hakikat tecelli eder…
Bu tartışmanın yeri sosyal medya mıdır ? Bilmiyorum ama yine de tartışmakta faide var…
Tecdid hangi temeller, dinamikler üzerine kurulmalı, re-form, reform nedir, nasıl olmalı ? Gibi konular ise daha geniş ve dirayetli bir heyet ile yukarıda bahsettiğimiz hocalarımız ve benzerlerince ele alınmalı…
Ben ilahiyatçı değil, uzman değil, hukukçuyum. Her konuya yıllarca okumuş olduğum, okuduğum Nurlar, Pırlantılar, Üstadım ve Hocamın söyledikleri zaviyesinden bakarım…
Evet ben ve benim gibiler her konuya bilebildiğimiz kadarıyla Edille-i Erba yanında temel donelerimiz, Üstadımız, Hocamız, Nurlar ve Pırlantalar adesesiyle bakarız, inceleriz. Söylenenler doğru ise tasdik eder, uygularız, değilse yüz çeviririz…
Farkındayım çok uzattım ama kendimce, direkt cevap verilmeyen ; Hizmet’in hikayesi bitti mi ? Sorusuna cevap vermek istiyorum ;
Her tohum toprağa düşer çürür, çatlar, böğrü delinir, özünden yeniden “yeni bir nüve” nevş-u nema bulur, gelişip-serpilir, meyve verir, sonra yeni bir tohum tekrar toprağa düşer…
Bu hikaye doğurgan bir döngü ile ilelebet sürer gider.
İşte İla-i Kelimeullah davası da bu şekilde, ezelden ebede sürer gider…
Hizmet de sahibinin izniyle ezelden ebede uzanan bir vetire ve bestesi yarım kalıp, bitmeyecek bir hikayedir…
Hizmet ; İla-i kelimetullah davasının ta kendisidir…
Şahıslar fani, Hizmet-i Kur’aniye ve İmaniye bakidir, dolayısıyla şahıslar, gruplar gider, biter ama Hizmet’in hikayesi hiçbir zaman bitmez…
Her ne kadar “Hizmet” ismi Hocaefendi ve cemaatine, sevenlerine uygun görülmüş olsa da, Hizmet ezelden ebede uzanan, süregelen, süregiden bir destandır.
Hem Hocaefendi, hem de sevenleri ise gelip geçicidir…
Bu vetire, bu dava senle, benle, Hocaefendi ve Üstad’la başlamadığı gibi yine bizlerle de bitecek değildir…
Korkmayınız ! Tekerlek asla tümsekte kalmaz !
Bayrak elden ele geçer, gider !
Her dönem Hakk’ı temsil eden bir damar, bir fırka, yani Fırka-i Naciye namıyla isimlendirilen o grup, o öz, o nüve “sen, ben, biz olmasakta” hep devam edecektir…
Her batan güneş, yepyeni bir gün doğumunu müjdeler !
Hocaefendinin enfes ifadesi ile “Allah’ın bitirmediğini kimse bitiremez !”
Sevgili arkadaşlar agah olunuz ! Bu sevda da, bu kervan da, bu davada “özünde sabit kaldıkça” temsilcileri değişir, evrilir ve fakat kendisi asla bitmez, bitirilemez…
Hasıl-ı kelam ;
Sağlam geleneğe dayanarak, dikkatle doğru geleceğe yürümeliyiz…
Hizmet ise biiznillah asla bitmez, bitirilemez !
( Bu arada; Selefilik ile ilgili bazı meselelere dikkat ve temkinle yaklaşılması gerektiğine inanıyorum.)
@mansurturgut