Sevgili okurlar Anadolu’da güzel bir deyim vardır “taş yerinde ağırdır” derler, müsade ederseniz ben de biraz değiştirerek “Söz yerinde ağırdır” diyeyim
Söylenecek sözün yer, zaman, nasıl ve kime karşı söylendiğini çok iyi tespit etmek lazım…
Söz emanettir…
Bilirsiniz söz ağızdan bir kere çıkar…
Mürşid ise “sözü can simidi gibi” kullanandır.
Hocaefendi bir sohbetle, birkaç dakikada sevenleri ile zalimlerin yolunu hem de bir hamlede, kalıcı olarak ayırdı…
Cemaatini bir sohbetle yolsuz, hırsız, arsız, zalim güruhla beraber yürümekten kurtardı…
Bir sohbetle, hidayetine vesile olduğu istikamet üzeri yürüyen kardeşlerini ihanetin, hıyanetin karanlık emellerinden, ellerinden çekti aldı…
Evet Hocaefendi’nin 20 Aralık 2013 tarihinde yapmış olduğu meşhur ve çok büyük yankı uyandıran Bamteli sohbetinden bahsediyorum…
Serlevhası ve konusu yolsuzluk ve fakat o “Mülâane Sohbeti” olarak şöhret buldu…
Hepinizin bildiği gibi bu Bamteli (401) içerisinde geçen mülâaneden ötürü “Mülâane Sohbeti” olarak tarihe kaydoldu…
17 Aralık yolsuzluk operasyonundan hemen sonra 25 Aralık yolsuzluk operasyonundan ise hemen önce yapıldı…
Açıkçası Hocaefendi’nin çok hiddetlendiği birkaç sohbetten biri belki de en önemlisidir…
O sohbette bulunamadım ama bir hemen bir sonraki 402. Bamteli sohbetinde bulundum ve o da hemen hemen aynı mealde idi…
Arka arkaya gelen her iki sohbetin hemen hemen aynı minvalde ve birbirine yakın tonda olması Hocaefendi’nin bu sohbeti def’aten, aniden, gelişi güzel, düşünmeden yaptığını değil, içinde bulunduğu farkındalıkla, gayet iyi bilerek, planlayarak yaptığını gösteriyor…
Fakat peşinen söyleyeyim evet, bana göre o birkaç dakika olmasaydı bütün bu işleri kurgulayan zalimler çetesi Cemaat’i birbirinden ve Hocaefendi’den koparacaklardı…
Hocaefendi çok kalın, net ve silinmez harflerle onların şeytani planlarına hiç unutulmayacak bir “dur” çekti…
Büyüğümüz bu meşhur Bamtelinde haksızlık, hırsızlık, yolsuzluk yapan yavuz hırsızların Hizmet Gönüllülerine karşı yaptığı iftira ve atıflardan ötürü “öyleyse bize, öyle değilse size” diyerek “mülâane” yaptı, bizler de yürekten “âmin!” dedik…
Ne olduğunu hepimiz bildiğimiz için nedir, ne değildir konusuna girmeyi düşünmüyorum…
Ara sıra ben de bazı arkadaşlarımızın mülâane ile ilgili “Acaba bize mi döndü?” dediğini duyuyor ve kendi içimde bu sorunun muhasebesini yapıyorum…
Acaba öyle mi?
Sevgili okurlar; Rabbimiz Hakimdir, hikmet sahibidir, zahirde olanlar ardında bir de batında ve kudreti ile bir kısım şeyleri gerçekleştirir ki, onları saklayarak uyanık sinelerin “ibret” yolculuğunda karşılarına çıkarır…
Üstadımız’a göre “Kâinattaki her şey ya bizzat güzeldir veya neticeleri cihetiyle güzeldir.”
Malum, Rabbimiz kitabında “ey iman edenler! sizin sevmediğiniz şeylerde sizin için hayır, beğendiğiniz şeylerde ise şer vardır, Allah bilir ama siz bilmezsiniz” buyurur…
Zahirde, görünen yüzü musibet olan birçok şey vardır ki batında, iç yüzünde, arkasında güzellikler ve hayır saklıdır.
Gelinuz bizler de acıyı, kederi kutsamak için değil perdenin arkasına bakmak, neticedeki güzellikleri görmek için yola çıkalım;
Sevgili okurlar inanan insanlar için her şeyin iki sonucu var;
– birisi dünyevî
– birisi uhrevî
Olaya maddeci ve seküler kafa ile bakarsak dünyada takılır kalırız…
Bugünlerde birçok insan bu tuzağa düşmüş durumda…
Evet dünyevî ve ilk sonuçlarına bakınca mülâane sonrası Hizmet gönüllüleri;
– sıkıntıya düştü
– hapsedildi
– sürgün edildi
– kimileri hapislerde Hakk’a yürüdü
– mal-menal, iş-güç ve para-pulları gitti
– aileleri parçalandı
Dünyanın en temiz insanlarından olduğunu söyleyebileceğim o güzel insanlar künde üzerine künde, sıkıntı üzerine sıkıntı yaşadılar ve yaşıyorlar.
Fakat sevgili arkadaşlar, bilirsiniz her musibet ceza değildir…
Biz ahiret inancı olan insanlarız ve öyle inanıyoruz ki;
İnşaallah
– çekilenler kefaret ve temizlenme
– giden malımız sadaka
– verilen canlar ise şahadetle ödüllendirilir…
Diğer cihetten Hizmet görüntüde fiilen mağlup iken, uzun vadede biiznillah fiilen ve fikren galiptir…
Söylemek hoş değil belki ama zirvelere bedel ödemeden varılmıyor…
Her nimet külfet istiyor.
Lütfen şu neticelere bakar mısınız, bu süreçle ;
– Dünyanın her yerine gidilmiş
– Ülkeden yüz binlerce insan çıkmış, ki Hocaefendi “milyonlarca insan çıksa az” diyordu
– Yeni nesle her ülke ve kültürle kaynaşma imkanı açılmış
– Hizmete karşı evrensel bir merak uyanmış
– Bu ilgi tatmin edilmiş ve ediliyor
– Allah’ın izniyle bu sayede yeni nesil “hem de dünyanın her yerinde” çok iyi üniversitelerde yetişiyor, yetişecek
– Geçmişte atılan tohumlar her beldenin toprağına karışıp nevş-ü nemâ bulacak
– Yedi düvel kendi dilleri, kendi kültürleri ile kendi içlerinden İslam’ı anlatacak “yepyeni” dil ve kültür zengini, çağdaş erenlerle tanışacak
– bu vesileyle gelecekte çok büyük hizmetler yapılacak, emareleri ufukta görünüyor…
Sevgili arkadaşlar bu maddeler artırılabilir, şu kadarcık saydıklarım bile bu kırılmanın/çatlamanın ne kadar büyük hayırlara vesile olacağını ortaya koymakta…
Herkes mekteb-i musibette tahsil görüyor…
Rabbimiz dünyayı yepyeni bir döneme hazırlıyor…
Bununla beraber bir kısım insanları üzecek olsa da yatsınamayacak bir gerçeği de ortaya koymak lazım; Rabbimiz bu süreçte cemaatten menfaat uman asalakları, yüzünü maske ile saklayan mahlukları, niyeti başka olanları birebir ortaya koydu ve hepsini tanıma imkanı bulduk…
Dökülüyorlar ve dökülmeye devam ediyorlar…
Elhamdülillah birbirimizi, muhataplarımızı daha iyi tanıdık, maskeleri ve riyayı bir kenara attık, kurtulduk…
Hele hele ahirete gelince “İnşallah” göreceğiz ki, Rabbimizin rıza ve rıdvanı bizlerle iken, buna karşılık adalet ve intikamı ise zalimlere yönelik olacak…
Sevgili okurlar mülâanenin önyüzdeki “geçici” ilk neticelerine aldanmamak lazım.
Dünyevi olarak dahi “geleceğe ait, kalıcı, uzun vadedeki neticeleri” ve ahirete, ebedi hayata ait sonuçları düşünüldüğünde Hizmet Gönüllüleri kazanmıştır…
Hizmet kazanmıştır…
Bazıları yine diyecek ki “yine tos pembe bir tablo çizmişsiniz, hiç mi hata/hatamız yoktu?”
Tabii ki var, olmaz olur mu?
Fakat Şahs-ı Manevi’nin değil…
Tabii ki şahısların çok hataları, hem bazı büyük hataları var, herkes yaptığından mesuldür…
Bütün zülûmât dağıldığında gönül mahkememizi kurar, ilgilerine hesabını sorar, düzeneği tekrar kurar, yola revan oluruz…
Hatamız varsa da hesap veririz…
Rabbı Rahim her şeyi hıfzıyeti ile koruduğu, muhafaza ettiği gibi herkes her şeyi görüyor ve kaydediyor…
Fakat akıbet her şeye rağmen; Yorulmayıp, darılmayıp, dağılmayıp, yürüyen, dönmeyenlerin olacak…
Bırakın sekülerizme yenilmiş, takılı kalmış, maddiyatçı kafalar ne düşünürlerse düşünsünler.
Ne diyor Efendiler Efendisi (asv) “İstemez misin ya Ömer, dünya onların ahiret bizim olsun”
Ahiret dünyadan hayırlı ve akıbet ise, muhakkak müttakilerindir…
Bununla beraber zikrettiğim hissiyatımı önemle, tekrar belirtmek istiyorum; O mülâanedeki hiddet ve şiddet olmasaydı şu an inancı ile dimdik ayakta duran Cemaatimizin çok büyük bir kesimi Erdoğan ve kara partisine kurban yani yem olurdu…
Eğer o mülâane sohbeti olmasa çoğu insan şu an sarsılmasına rağmen yıkılmamışken çatır çatır, gümbür gümbür yıkılır ve dünyada kaybetmekle beraber “Allah korusun” ahiretlerini dahi tehlikeye sokarlardı…
Gerçekten Hocaefendi birkaç dakika içerisinde cemaatini öyle keskin çizgilerle zalimlerden ayırdı ki, ahirette bunun için Rabbimize çok şükredecek ve durduğumuz yerden ötürü büyük hasenat kazanacağız…
Evet, acizane bu mesele ara ara sizler gibi kafama takılıp, zihnime düşünce tekrar tekrar yukarıda saydıklarımı düşünüp Rabbime hamd ediyorum…
Hasıl-ı kelam mülâane döneceği yere dönmüş vurduğu yere vurmuştur…
Maalesef Türkiye’deki acı sonuçlarını da müşahede ediyoruz…
O halde hizmete devam!
Hasbunallahu ve ni’mel vekil, ni’mel mevlâ ve ni’men nasîr…
@MansurTurgut