Parti karargâhları, seçim sonuçlarını siyaset bilimcilerden, gazetecilerden ya da kamuoyu araştırmacılarından daha iyi okur. Her daim sahadadırlar, örgütleri vardır. Geçmişle bugünü mukayese edebilirler, seçmenle sürekli temas halindedirler, başkaları gibi seçimden seçime nabız tutmazlar.
Alınan oy, bunun genele oranı, önceki seçimle farkı ve somut olarak ne sonuç verdiği mühimdir. Bunlardan bağımsız seçim analizi yapılamaz. Son İngiltere seçimleri bu konuda şahane veriler sunuyor. Hür ve serbest seçimin pozitif ve negatif tüm yönlerini de içinde barındırıyor.
***
Olumlu taraflarıyla başlayalım: Hükümet, politik her sıkışmada (kaybedecek dahi olsa) ülkeyi seçime götürmekten çekinmiyor. Rishi Sunak, yıl sonuna kadar zamanı olmasına karşın 4 Temmuz’da seçim kararı aldı. Kaybedeceği kesindi, hezimetin büyüklüğü kestirilemiyordu sadece.
Ülkenin her an seçime hazır olması ve 40 gün içinde sandıkların kurulması, demokratik kurumların tıkır tıkır çalıştığını gösterir.
“Tatile denk gelirse katılım düşebilir!” diye seçimler geleneksel olarak perşembe günleri yapılıyor. Sandıklar kapandığı anda ‘çıkış anketi’ açıklanıyor ve bu veriler minik sapmalarla seçimin sonucunu veriyor. Bu defa da öyle oldu. İşçi Partisi, sandık çıkış anketine göre 410 milletvekili çıkarıyordu, sonuçlar kesinleşince bu 412 oldu.
Seçimin sabahında mevcut başbakan görevi Kral’a iade etti, hemen ardından İşçi Partisi lideri hükümeti kurmakla görevlendirildi. Birkaç saat içinde de kabinesini açıkladı. Sürate bakar mısınız!
Ne bir şaibe iddiası oldu ne de kimsenin aklından böyle bir şey geçti. Muazzam bir demokratik olgunluk ve tecrübe.
***
Şimdi sırada olumsuzluklar var: İngiltere’de dar bölge sistemi uygulanıyor. 650 milletvekili için ülke 650 seçim bölgesine bölünmüş durumda. Her bölgede en çok oyu alan milletvekili seçiliyor. Teoride kulağa hoş gelse de pratikte iki ya da iki buçuk partili sistemi zorluyor. Her bölgede onlarca parti ve aday olmasına karşın aslında iki partinin adayları yarışıyor, üçüncü adayın şansı ise tümüyle konjonktürel.
İşte bu defa “konjonktür hazretleri”, seçim matematiğini alt üst etti.
İşçi Partisi yüzde 34 oyla 412 milletvekili çıkardı. Diğer deyişle üç kişiden birinin oyunu alarak parlamentoda üçte iki çoğunluk kazandı.
Önceki seçime göre oyları yarım milyondan fazla azaldı, bırakın iktidar partisinden oy çalmayı mevcudu koruyamadı. Partinin lideri Keir Starmer bile kendi bölgesinde yüzde 17 oy kaybetti.
Peki nasıl oldu da parlamentoda ezici bir çoğunlukla iktidara geldi?
Çünkü Muhafazakar Parti, tarihinin en ağır yenilgisini aldı. 7 milyonun üzerinde oy kaybetti, 251 vekil gerileyerek 121 sandalyeye düştü.
Seçmeni sandığa gitmedi, giden de İşçi Partisi’ne vermemek için (Brexit’in mimarı) Nigel Farage’ın Reform Partisi ya da bağımsızları tercih etti. Reform Partisi ise yüzde 14 oyla yalnızca 5 milletvekili çıkarabildi. Çünkü İşçi Partili seçmen, Muhafazakarların güçlü olduğu bölgelerde Liberal Demokrat adaylara oy verdi. Liberal Demokratlar da önceki seçime göre oy kaybetmelerine rağmen 72 sandalye kazandılar.
İngiltere’de parlamentoya yansımadıktan sonra alınan oyun kıymeti yok. Temsilde adalet olsa Liberallerden daha çok oy alan Reform Partisi’nin en az 90 sandalye kazanması gerekirdi.
***
Kabaca bu veriler bile işlerin iyi gitmediğini gösteriyor. Bunu da en iyi yeni başbakan Keir Starmer biliyor.
Sadece İngiltere’de değil çoğu ülkede yaşam maliyeti dehşet verici düzeyde arttı. Nitelikli ve vasıflı kadrolar daha elverişli ülkelere göçüyor. Gençler gelecek hayali kuramıyor, anne babalarının mütevazı standartlarının bile gerisine düştüler. Sağlık, eğitim, ulaşım gibi temel hizmetlerde büyük aksamalar var. Kemer sıkma politikalarının sonu geldi. Halkın vaatlere karnı tok. Sorunların çözülebileceğine inanç kalmadığı gibi makas kronik biçimde açılıyor.
Politika ve medya, faturayı göçmenlere kesiyor, toplumun öfkesi buraya yöneliyor fakat bu konuda argümanlar zayıf ve gerçekçi değil.
Büyük değişim ve dönüşümlerin arifesindeyiz. Yalnız bu defa işin başındakiler de nereye gittiğini bilmiyor.