Sotirios S. Livas, Profesör – İyonya Üniversitesi
Fethullah Gülen’in vefatından sonra bizde bıraktığı izlenim nedir?
Gerçekten ardında ne bıraktı?
Mirasını nasıl tanımlayabilir ve anlayabiliriz?
Çökmekte olan bir imparatorluk mu devretti – bazılarınca ima edildiği gibi-?
Yoksa farklı gruplar arasında anlaşmazlığa neden olabilecek milyonlarca dolarlık bir mülkten mi söz ediyoruz?
Bazı gazeteciler, oldukça bulanık bir yoldan bahsederken, bazıları da onun adını Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ismiyle, Erdoğan’ın iktidara yükselişiyle, siyasi gidişatıyla ve başarısız (veya sahte) “darbe” ile ilişkilendiriyor.
Bu sahte darbe Erdoğan’ın derin devletin köklerini derinleştirmek ve “demokrasi” kisvesi altında mutlakiyetçi bir rejimi pekiştirmek için mükemmel bir bahanesi olmuştu.
Bu soruları nasıl cevapladığımız, Türkiye’ye, yakın tarihine, travmalarına, çıkmazlarına ve dramlarına ilişkin bakış açımızı da ortaya koyuyor. Benim için Gülen’in kişisel hikayesindeki en ilginç nokta, onun geçirdiği dönüşümler: Türkiye’nin kırsal 1940’larındaki ezilen statüsünden, milyonlarca insanın saygısını ve hayranlığını kazanan bir figüre uzanan, nefes kesici yükselişi.
1970’lerde fikirleri nedeniyle hapse atılan bir imamdan, Afrika, Asya, Avrupa ve Amerika’da birçok insanın hayatını değiştiren girişimler, okullar, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, diyalog forumları ve yardım merkezleri ağına ilham veren bir lidere dönüşmesi.
Peki, tüm bunları nasıl başardı?
“Yönetmek” fiili, Türkiye’nin toplumsal, politik ve dini dinamikleriyle ve son 50 yıllık tarihiyle yakından ilişkilidir -ki bu tarih, birçok Yunanlı için genellikle bilinmeyen ya da yanlış anlaşılan bir konudur-
Eğer “yönetmek” fiilini komplo teorileriyle ilişkilendirirsek, bu, Türkiye’yi, halkını, inancını ve zihniyetini derinlemesine anlamadaki yetersizliğimizi, hatta milyonlarca insanın hayatına dokunan çok yönlü bir toplumsal hareketi şekillendiren büyük bir entelektüel ve dini liderin fikirlerini kabul etme konusundaki acizliğimizi gösterir.
Gülen’in öğretilerinden etkilenen Hizmet insanları, onu bir “köprü kurucu” olarak görür. 1960’larda İzmir’de, laikliğin kalelerinden biri olan kozmopolit bir şehirde, imam olarak mesleki kariyerine başlayan ve şehir kıraathanelerinde Allah ve inançtan bahseden bir adam.
O dönemin Türkiye’si için oldukça yenilikçi bir fikirdi. Devletin körü körüne itaat edilen bir akım olarak İslam’ı kullanmasına karşı çıkan Gülen, Anadolu halkına dokunan ve onları harekete geçiren bir anlatım tarzını benimsedi.
“Köprü kurucu” terimi, Anadolu’yu kıyıya, kırsal Türkleri şehir sakinlerine, inançlıları laiklere bağlayan bir lideri tanımlıyor. Fethullah Gülen, uçurumlarla dolu bu toplumu bir araya getirdi.
Ancak onun hayatında ve çalışmalarında daha ilginç olan, bu köprü kurma çabasının 1990’larda Hizmet hareketinin uluslararası alanda genişlemesine yol açan yeni bir boyut kazanmasıdır.
Orta Asya, Afrika ve Orta Doğu’da yüzlerce eğitim kurumu kuruldu. Bu girişimlerin temelinde, İslam ahlakı ile Batı rasyonalitesini, inanç ile bilimi birleştirme fikri yatıyordu. Bu okullarda binlerce genç, tam da böyle bir eğitime ihtiyaç olduğunu kanıtlayan bir vizyonla yetiştirildi.
Bölgesel, ulusal ve uluslararası seviyelerin ardından Gülen’in dönüşümünün dördüncü aşaması geldi:
Evrensellik. Gülen, farklı dini gelenekler ve ideolojik eğilimler arasındaki çatışmaları yumuşatmaya çalıştı. 11 Eylül saldırıları sonrası, İslam adına işlenen terörist şiddeti kınayan ilk Müslüman dini lider oldu. Dinler arası diyalog için İslami platformları başlatarak, çok ihtiyaç duyulan bir Müslüman portresi çizdi.
Eğitim, girişimcilik, demokrasi, ilerleme, diyalog, hoşgörü, empati – bu Batılı terimler, Gülen’in çalışmalarında belirgin bir şekilde Türk ve İslami bir auraya bürünmüştür. Benim için onun en büyük başarısı, bu yerel ve güncel olanı ulusala, ulusal olanı uluslararasına ve uluslararası olanı evrensele dönüştürme yeteneğidir. Yaşamı boyunca müsamahakar Müslümanlığı tanımlamaya çalıştı ve bunda başarılı oldu.