Uğur Aydın (43) başarılı bir makine mühendisi. O da tipki diğer binlerce insan gibi siyasi sebeplerle vatanının terk ederek Almanyaya iltica etmek zorunda kalıyor. ‘Tutunanlar’a konuk olan Uğur Aydın’ın hikayesi başarmanın çalışmaya, arzuya bağlı olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.
Türkiye’de uzun yıllar mühendis olarak çalışan Uğur Aydın, ‘hicret’ ettiği Almanya’da da kendi işini yapıyor. Bütün denkliklerini almış. Dil sorununu zor da olsa çözmüş. “Mesleğimizi burada da icra ediyoruz. Uzmanlık alanımız asansör. Projeden montaja, montajdan tasarıma, baştan sona her şeyi yapıyoruz.” diyen Aydın, “Tüm akreditasyonlarımızı aldık. Türkiye’de yaptığım işin aynısını burada da sürdürüyorum.” ifadelerini kullanıyor.
Dokuz Eylül (Üniversitesi) Makine Mühendisliği’nden mezun olan Uğur Aydın, ilk olarak İzmir Aliağa’da Habaş Demir Çelik Fabrikası’nda çalışmaya başladığını ardından ailevi nedenlerle Bolu’ya taşındığını anlatıyor: “Bolu’da bir imalat atölyesine gittik. Açıkçası TSE teklifi de oradan geldi. Hem bir imalat tesisinde yönetici hem de imalat müdürü olarak çalıştım ve Türk Standartları Enstitüsü’nde (TSE) asansör kontrolörü olarak görev yaptım.
Asansörler yapıldıktan sonra TSE’den bir mühendis kontrole gelir. Asansörlerin standartlara uyup uymadığını kontrol eder ve testler yapar. O mühendis onay verdikten sonra asansörler hizmete açılır. Türkiye’de denetçi mühendis olarak çalıştım. Daha sonra müteahhitlerden hatırı sayılır sayıda iş teklifi aldım. “Devleti bir kenara bırak, bir asansör şirketi kur, biz sana iş verelim” dediler. TSE’den istifa ettim. İmalat atölyesinden de ayrıldım. Kendim bir şirket kurdum ve son beş yılda Bolu ve civarında yaklaşık 250-300 asansör montajı tamamladım.”
“Türkiye’de bazı işler çok zorlaşmaya başlamıştı.” diyerek sözlerine devam eden Uğur Aydın, “İşler ve ihaleler işi iyi, doğru ve düzgün yapanlara değil, farklı şeyler yapanlara veriliyordu. Rüşvet, hepsi bu. Böyle bir şey hiç yapmadım. Yapmıyorum ve yapmak istemiyorum. Böyle şeylere girmek istemediğim için bu beni rahatsız etmeye başladı.
Bu yüzden son dönemde ithalat ve ihracata yönelmiştim.” ifadelerini kullanıyor.
Almanya’daki hayatını ise şöyle anlatıyor Uğur Aydın: “Önce tek başıma geldim. Sonra aile birleşimiyle ailem geldi. Çocuklarım, eşim. Son bir yılda kendi işimize başladık. Müşteri oluşturmaya başladık. Asansör montajlarına başladık. Eşim de Türkiye’de öğretmendi, İngilizce öğretiyordu. Son zamanlarda yapamıyordu. Burada çok Almanca öğrendi ve bize öğretti. Asansör şirketinde benimle çalıştı. Türkiye’de son üç yılda benimle birlikte muhasebede çalıştı. Buraya gelince benimle çalışmaktan daha da keyif aldı. Çünkü kasayı o tutuyor, parayı o yönetiyor, böyle olunca hoşuna gidiyor.”

“Peki, Türkiye’den bir mühendisin diplomasını tanıtıp burada mühendis olabilmesi için ne gerekiyor?” sorusuna ise Uğur Aydın şöyle cevap veriyor:
- “Anerkennung diye bir kelime var. Anerkennung denklik demektir. Almanya’da Anerkennung için başvuru yapabilirsiniz. Almanya, üniversitede aldığınız dersleri, okuduğunuz üniversiteyi inceler. Almanya’da verilen dersleri görüyor mu? Hangileri örtüşüyor, hangileri örtüşmüyor?
- Kontrol ederler ve uygunluk varsa üniversitenin denkliği geçerlidir. Uygunluk varsa doğrudan verirler. Uygunluk yoksa, “Bu dersleri almak için bir yıl, üç ay, beş ay neyse okumalısınız” derler. Ama Türkiye’deki üniversitelerin çoğunun bu denkliği var ve Almanya’dan kolayca Anerkennung alabilirsiniz. Mühendis olarak çalışabilirsiniz.
Buraya geldikten sonra başvurdum. Dokuz Eylül Üniversitesi’nin denkliği var. - Denkliği çok hızlı aldım. O zaman Almanca bilmiyorduk. O denklik için Almanca şartı yok. Mesleğini biliyor ve bir uzmanlığa sahipse kesinlikle çok kolay. Türkiye’den nitelikli personel Blue Card vizesiyle buraya gelebilir. İş dili olarak İngilizce de konuşabilirler. Uluslararası şirketler var. Mühendisler bu şirketlerde çalışabilir. İngilizce elbette evrensel dildir. Yetkin olmaları gerekir.
(…) - Şunu da söyleyeyim. Bir mühendisin mutlaka C1 seviyesinde Almanca konuşması gerekir. İnsanların kendini net ifade edebilmesi gerekir. Müşteriyi kazanmak için Almanca bilmek gerekir. Elbette dil olarak Almanca üzerinde yoğun şekilde çalışmaya devam ediyoruz.
- B2 biraz zordu. B2’yi ikinci seferde geçtim. C1’de de mide ağrıları yaşadım. Çok zor.
Ama yine de Almancayı seviyorum. Kültürünü öğrenmeyi seviyorum. İnsanlar “Almanlar soğuktur” gibi şeyler söyler. Buna tamamen karşıyım. Bizimki gibi gelenekleri var.

“Almanya’ya geldiniz. Mühendis ve iş insanısınız. Umarım iyi bir geliriniz vardır. Gelecek hedefleriniz nelerdir?” sorusunu ise şöyle yanıtlıyor:
- “Para kazanmak ve gerçekten ailemi geçindirmek güzel bir şey. Rahmetli dedemin bir duası vardı. Ben de ederim: “Allah’ım, az verip cimri etme, çok verip şaşırtma.” Buna şunu ekliyorum: “Allah’ım, çok verip de beni cimri etme. Doğru yerlere harcamayı nasip et.” Şirketimi büyütmek istiyorum. Hatta asansörle ilgilenen arkadaşlara elemana ihtiyaç duyduğumu söyledim. Onları ben yetiştireceğim. Ekibimi genişleteceğim. Asansör sektörü işçiye, ustaya ve vasıflı çalışana ihtiyaç duyuyor. Gelecekteki hedefim güzel projeler üretmek.Mesela bir gökdelene asansör yapmak. Örneğin, kimsenin yapmadığı, son teknoloji bir asansör yapmak.Bunlar hayallerim. Mesela dağ asansörü yapmak. Yani camdan bir turist asansörü, insanlar çıkıp manzarayı izleyecek. Bunun gibi sıra dışı projeler yapmak istiyorum.”
“Herkesin görebileceği bir yere bir şey yazacak olsanız ne yazardınız?” sorusu üzerine ise şunları söylüyor:
- Söz sultanı, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bir sözü var. Çok severim: “Birini seversen ölçülü sev. Çünkü bir gün düşmanın olabilir. Birinden nefret edersen de ölçülü davran. Bir gün dostun olabilir.” Bu söz aslında benim felsefemdir. Ne birini tapacak kadar aşırı severim ne de aşırı nefret ederim. Mesela “Türkiye’dekilerin hepsinden nefret et” gibi değil. Bunu yanlış buluyorum. Avrupalıları da gözünde büyütmek… “Mükemmeller, kusursuzlar” diye bir şey yok. İnsan her yerde insandır.
- Kimseye kızgın değilim. Çünkü Allah her şeyi görür. Allah’ın izniyle her şey düzelecek.
Düzeldiğinde, eminim herkes kimin suçlu, kimin masum, kimin haklı, kimin haksız olduğunu görecek ve unutulacak. Yani bunlar kitaplarda kalacak. Tabii acı büyük, insanların acısı.
Derin acı bazı insanlarda derin yaralar bırakır, bazılarında ise derin acı kolay atlatılır.
Allah insanlara taşıyamayacakları yük vermesin. - Özlem var. Var. Mesela yemekleri özlüyorum. Maalesef Türkiye’deki yemekler burada o kadar lezzetli olmuyor. Camileri özlüyorum. Büyük camileri, mesela büyük iftar programlarını, Süleymaniye ve Selimiye gibi tarih kokan camileri. Bunları özlüyorum. Ezanı da çok özlüyorum. Minarelerden gürleyen ezanı… Ya telefona cevap veriyoruz ya da telefondan evde ezan çalıyor, ama öyle olmuyor.
- Türkiye halkının “Kral çıplak” demeleri gerekir. Korkanlara saygı duyuyorum, sorun yok.
Ama korkmasalar, sadece “Kral çıplak” deseler bu mesele çok hızlı çözülür. George Orwell’in 1984’te anlattığı olay Türkiye’de canlı şekilde yaşanıyor. O kitabı açıp okusunlar.
