ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Merhum
Turgut Özal’ın güzel bir sözü vardı:
‘Doğuya bakıp Batı’ya yürümek’. Yani Avrupa Birliği’ne doğru yürürken, kendi
değerlerimizi kaybetmeden hedefe ulaşmaktan söz ediliyordu.Zaman
zaman da bu sözü tersten okuyarak, AB’ye üye olmamız halinde, bu birliğe kendi
değerlerimizi taşımak.
Yarım
asırdan bu yana, Avrupalı olacağız diye uğraşıp duruyoruz. Dünün gariban
ülkeleri, bugün AB’nin tam üyesiyken, biz hala üyelik müzakereleriyle
debeleniyoruz. Avrupa’nın ikiyüzlü siyaseti ve gayri samimi bazı siyasetçileri,
AB’nin kapısını yüzümüze açmamada kararlı olsa da, aslında bu sihirli anahtar
bizim elimizde. Bunun temel “Neden”ini düşünürken bu konuda asıl sorumsuzluğun
kendimizde olduğunu da tespit etmeliyiz. Biz pek samimi değiliz. Avrupalı olmak
istiyor muyuz, istemiyor muyuz sorusuna net cevap vermiş değiliz.
Avrupa
değerleri ile hiç de uyuşmayan antidemokratik duruş ve yürüyüşümüzle Avrupalı
olmak istemediğimizi fiilen ortaya koyduğumuz kesin.Türkiye’yi
dün yöneten askeri diktalar, elindeki gücün yok olmasını istemediği için,
Avrupalıların bahane oluşturmasına önemli katkı sağlıyorlardı. Bugün ise sivil
dikta ülkeyi tek başına yönetme hastalığından dolayı, Türkiye, Avrupa’dan hızla
uzaklaşıyor.Şunu
da söyleyip, hakkını teslim etmeliyiz: Dünün askeri diktatörleri bugünün sivil
diktasından daha demokrat, daha adil, daha merhametli, daha saygılı ve daha
insaniydi. Bugün vatandaşa karşı yapılan zulüm ve demokrasi katliamı hiçbir
dönemde yaşanmadı.
Mesela, hiçbir askeri yönetim AB’den kopup,
batılı demokratik değerlerden uzaklaşıp Rusya-Çin eksenine yönelmek
istediklerini söylemedi. Bu yolda açık gizli adım da atmadı.Ama
şimdiki yönetim komünizmin mirasçıları Çin ve Rusya’nın liderliğindeki Şangay
Birliği’ne doğru hızla yol alıyorlar. Yani rahmetli Özal’ın ifadesinin
tersiyle; yönünü batıya dönmüş gibi yapıp, vücuduyla doğuya doğru yol almak…
Şangay
Beşlisi, 1996 yılında Almatı’da ete kemiğe bürünmeye başlamıştı. Tam 20 yıl
önce. İmza törenini, gazeteci olarak bizzat izleyip haberini Türkiye’ye
geçmiştim. Çin adına Le Peng, Rusya adına ise Boris Yeltsin ilk imzayı
koymuştu. Birliğe imza atan Kazakistan ve Tacikistan Cumhurbaşkanları Nursultan
Nazarbayev ile İmamali Rahmanov, 20 yıldan beri görevlerini sürdürüyorlar.
Birliğin
diğer bir üyesi Kırgızistan adına imzayı atan dönemin Cumhurbaşkanı Askar
Akayev ise kısa bir süre sonra devrimden dolayı ülkesini terk etmek zorunda
kaldı. 2000 yılında üye olan Özbekistan ve İslam Kerimov’un durumunu anlatmaya
gerek var mı?
İşte
Türkiye’nin bugünkü muktedirleri, böyle bir birlik olan Şangay Beşlisi’ne
girmenin heyecanıyla kavruluyorlar.
Ne acı
değil mi?
Çok
değil, sadece iki yıl önce Viyana kapılarından vizesiz Avrupa Birliği’ne
gireceğiz diyerek, miting alanlarında sevinç naralarını atarken, bugün ise Çin
Seddini aşarak, Şangay Birliği’ne gireceğiz diye çılgınca seviniyor
insanlarımız. Anlamak mümkün değil.
Aslında
ağlanacak halimize gülüyoruz…
Yarım
asırlık Avrupa yürüyüşümüz, 2004 yılında büyük bir ivme kazanmıştı. Heyecan
dalgası tüm Anadolu’yu sarmıştı, 12 yıl önce. Avrupa Parlamentosu ile
müzakerelerin başladığı 2004 yılında AB’nin Türkiye ile tam üyelik
müzakerelerini gereksiz vakit geçirmeden başlatmasını tavsiye eden karar
tasarısı 262’ye karşı 407 oyla kabul edilmişti. Aynı parlamento ne yazık ki, 12
yıl aradan sonra Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki üyelik
müzakerelerinin geçici olarak dondurulması çağrısını yapan en sert karar
taslağını kabul etti. Bu tasarının oylama sonuçlarına bakılırsa Avrupa
Parlamentosu’nda Türkiye’nin sadece 37 dostu kalmış durumda. İstisnasız tüm
komşularıyla küskün yâda kavgalı, müttefikleriyle dargın veya gergin bir
Türkiye…
Peki, buna kim sebep oldu?
Suçluyu
sağda solda aramaya gerek yok. Türkiye’nin direksiyonunda oturanlar, ülkeyi
trafiğe ters istikamette götürmede ısrarcı. Kaza kaçınılmaz(dı).
Neden
mi Avrupalılara kızmamamız lazım?
Aşağıdaki
istatistiki bilgiler, Avrupalılardan çok, ülkeyi 14 yıldan beri yönetenlerin ne
kadar yanlış yolda olduğunu gösteriyor.
Mesela
ülkemizdeki hukuksuzluğun boyutunu göstermek için… Almanya’da Anayasa
Mahkemesi’ne yıllık başvuru sayısı 7 bin, İspanya Anayasa Mahkemesi’ne yıllık
başvuru sayısı 10 bin civarında. Türkiye’de ise bu rakamın yakın zamanda 100
bini bulacağını söylüyor, Anayaysa Mahkemesi Başkan Vekili Prof. Dr. Yıldırım.
AB’liler söylemiyor. Avrupalı ülkelerin tam 10 katı. Yani hukuksuzluk, eksi
(-)10’da.
2016 Küresel Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 113
ülke içinde 99.culuğa, Zimbabve ve Şangay Üyesi Özbekistan’ın altına düşmüş bir
Türkiye.Refah
seviyesi en yüksek ülkeler arasında Türkiye 78. Sınır Tanımayan Gazeteciler
(RSF) Örgütü’nün verilerine göre; Türkiye, dünya basın özgürlüğü sıralamasında
180 ülke arasında 149’uncu sırada…
Say
say bitmiyor…
Mesela; eğitim düzeyi açısından Türkiye, Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyesi 38 ülke arasında 35. sırada yer
alıyor…Mesela;
191 ülkeden 174 ulusu temsil eden 14 bin katılımcıyla geçen hafta yapılan bir
ankette, hayat kalitesi ve çalışma şartları gibi kategorilerin hiçbirinde,
dereceye giremedik. Avrasya
Kamuoyu Araştırma Merkezi’nin, 9-17 Kasım tarihli anketine göre; yargıya olan
güven sadece yüzde 2.9. Türkiye’de, halkın yüzde 97.1’i “yargı ve adalete
güvenmiyorum” diyor.
Peki,
siz olsanız, yanlış şeride girmiş ve
freni boşalmış bir kamyon gibi süratle uçuruma doğru yol alan böyle bir ülkeyi,
Avrupa Birliği’ne veya trafiğine sokar mısınız? Elinizi vicdanınıza koyun öyle
cevap verin…Avrupalılara mı, yoksa kendi yöneticilerimize mi kızmak gerekiyor? e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au