Avustralya denildiğinde akla ilk gelen şehirlerden biri değil
güzel başkent Canberra… Hatta çoğu kişi başkent olduğunu bile bilmez. Sydney ve Melbourne arasındaki başkent olma rekabetindeki soğukkanlılığı, Opera House ve Harbour Bridge’i gölgede bırakan güzelliği ve yaşattığı tarifsiz duygularla, Avustralya’nın yeni ikonu Canberra geldiğinizde uğramadığınıza pişman olabileceğiniz bir şehir. İşte size Canberra gezi rehberi…
Canberra, hikayesi Aborjinlere kadar uzanan, çok eski bir şehir. Temiz havası, iyi su kaynakları ve canlandırıcı etkisi olduğuna inanılan iklimi sayesinde çok uzun yıllar Aborjinlerin buluşma noktası olarak anılmış. Başkent olması ise, iki şımarık kardeş Sydney ve Melbourne arasındaki rekabetin kızışmaması ve bu şehirlerin nispeten ortasında hayallerdeki gibi bir başkent yaratılması düşüncesiyle ortaya çıkmış. Bir tasarım yarışması sonucunda “yeşil şehir” temasıyla hazırlanan ve gerçekten elle çizilmiş muntazamlığı her açıdan görünen Canberra, Avustralya’nın, Chicago’lu tasarımcılar tarafından İngiliz mimarisinden esinlenerek tasarlanılan başkenti olarak bir çok zıtlığı kendi bünyesinde barındırmayı başarmış.
Canberra’ya ziyaretimiz Sydney’in 20 derecelik ortalama bir kış gününde yola çıkmamızla başladı. Yaklaşık iki buçuk saatlik bir araba yolculuğu ile, Sydney’in kalabalığından uzak, eksi beş derece soğuğuyla kış mevsiminin tüm gerekliliklerini karşılayan, tertemiz ve biraz da Ankara çehreli başkenti Canberra’ya vardık.. İlk durağımız, yeni ikon seçilmesi sebebiyle popülaritesi giderek artan Australian War Memorial yani Avustralya Savaş Müzesi oldu. Çok iddialı olacak ama söylemeliyim ki, bu müze bize daha önce gittiğimiz, gezdiğimiz tüm müzeleri unutturdu. Müzenin kuruluş amacı, şu ana kadar katıldıkları tüm savaşlarda görev almış, yaralanmış veya hayatını kaybetmiş kişileri anmak ve onlara bir teşekkür etmek. Müzenin her bir yanı, bir yandan savaşın ağır kokusuyla kaplanmışken, diğer yanda askerlerin ailelerine yazdıkları mektuplar, kullandıkları ilkel araç gereçler ve kıyafetleri gözler önüne sererek savaşın insani yönünü hissettiriyor. Müzenin, kalbimin ortasında bir ağırlık ve göz yaşları içinde gezdiğim kısmı ise elbette Gelibolu oldu. Askerlerin birbirleriyle paylaştıkları bisküvileri, sigaraları, şehit ailelerine gönderilen telgrafları, Türk askerlerinin, ANZAC askerlerine göre aslında ne kadar cephanesiz ve donanmasız savaştıklarını fakat ne kadar güçlü bir liderleri olduğunu, savaşın yapıldığı koya yıllar sonra verilen ismin ANZAC olmasından duydukları mutluluğu, üzülerek ve şaşırarak gördüm.
Avustralya Savaş Müzesi’nin hemen çıkış kapısında şekli ay ve yıldız biçimindeki Kemal Atatürk Anıtı karşılıyor bizi. Gelibolu’dan özel olarak getirtilmiş çam ağaçları ve Atatürk büstü ile Atatürk’ün savaşta ölen ANZAC askerleri için söylediği o etkileyici sözler, tüylerimizi diken diken yapmanın ötesinde duygular yaşatıyor bize.
Canberra’nın en önemli simgelerinden biri de Parlemento Binası. Bir kıtanın yükünü omuzlarında taşıyan soluk ve ağır bir Parlemento Binası hayal ediyorsanız, içinde cafeleri, sergi ve konferans salonları, çimlerle kaplı terasında kahve içerek tüm şehri izleyebileceğiniz samimi ortamıyla bu bina, sizin tüm ön yargılarınızı yerle bir edecek.
Parlemento Binası’ndan sonra artık şehrin “yeşil” yüzüyle biraz daha yakınlaşmak ve şehre biraz da yukarıdan bakmak istiyoruz. Elle çizilmiş gibi değil bizzat el çizimi olan bu şehri yukarıdan izlemek için üç ayrı nokta var, bunlar belirli bir ücret ödeyerek çıkacağınız Telstra Tower (Telstra Kulesi), ücretsiz olarak şehri izleyebileceğiniz ve bunun yanı sıra şehrin iyileştirici havasını içinize çekebileceğiniz, Canberra’yı en güzel gören nokta olan Mount Ainslie Lookout (Ainsle Dağı Seyir Terası) ve diğer ikisine nispeten daha az popüler fakat yerlilerin Pazar kahvaltısı noktası olan Red Hill Lookout.
Canberra’nın en ilgi çekici ve göz alıcı özelliklerinden biri de, şehrin ortasında, Parlemento Binası’nın ön kısmına yapılmış olan yapay göl. Gerçeğinden ayırmanın neredeyse imkansız olduğu bu göle, şehrin tasarımını yapan Amerikalıların soy ismi verilerek hafızalara kazınması sağlanırken (Burley Griffin Gölü), gölün şehre kattığı huzur ve dinginliği tüm hücrelerinizde rahatlıkla hissedebilirsiniz.
“Yeşil şehir” olmak Canberra için sadece bir tasarım olmakla kalmamış olacak ki, şehrin tamamında gördüğümüz ağaçların ve yeşil rengin çok daha fazlasını “Australian National Botanic Gardens” yani Avustralya Ulusal Botanik Bahçeleri’nde buluyoruz. Şehrin merkezine çok da uzak olmayan mesafede yer alan bu harika botanik bahçesi, yeşilin, ağaçların ve bitkilerin her tonunu ve cinsini görebileceğiniz, ciğerlerinizi kapasitesinden bile yüksek bir oranda oksijenle doldurabileceğiniz bir rüyalar bahçesi adeta…
Şehirdeki son durağımız, ülkelerin bazı tarihi eserlerinin belirli oranlarda küçültülmesiyle yapılan minyatürlerinin sergilendiği adeta bir masal bahçesi olan, Cockington Green Gardens oluyor. Bahçe, İngiltere ve Uluslararası olmak üzere iki ayrı bölümden oluşuyor. Uluslararası kısım, İngiltere dışındaki tüm ülkelere ayrıldığından her ülke bir eserle yer alırken, Türkiye’ye ait Küçüksu Kasrı ve Kız Kulesi’ni ayrı ayrı görmemiz bizi hem heyecanlandırıyor hem de bu şehre duygusal olarak biraz daha bağlanmamızı sağlıyor.
Canberra, hem kocaman bir kıta olan Avustralya’nın başkentliği görevini tüm mütevazılığıyla sürdürmesi, nefes alacak yeşilliklerini bizimle cömertçe paylaşması hem de Türkiye ile aralarındaki savaşın, kardeşlik ve güçlü bir bağ ile bitmesi sonucu, topraklarında Türk izlerini gururla taşımasıyla, aklımızdan hiç kazınmayacak bir şehir olarak hafızalarımıza ekleniyor.Devran Güdücü ÇELİK- Hurriyet